Geçtiğimiz Nisan ayında, Hollanda’nın başkenti Amsterdam, İngiliz iktisatçı Kate Raworth’un simit ekonomisini hayata geçirme kararı aldı. Modelin belediye tarafından resmi olarak kabul edilmesiyle Amsterdam böyle bir taahhütte bulunan ilk kent oldu. Atıklara ve maddelere uygulanacak döngüsel ekonomi pratikleri ile 2050 yılına kadar döngüsel kent olma hedefi belirlenirken, simit modelini kent ölçeğinde geliştirmesi için Kate Raworth görevlendirildi.
Simit ekonomisi modeli, ekonominin bir tavan ve taban tarafından sınırlandırıldığını savunur. Gezegenin sınırları çevresel tavan olarak kabul edilir. Gezegenin sınırları içinde toplumların gelişebileceği insanlık için güvenli bir alan, sosyal taban olarak modele eklenir. Ekolojik tavan ve sosyal taban fikri iki daire olarak çizilerek görselleştirildiğinde bir simit (doughnut) ortaya çıkar; model adını buradan alır. Simit ekonomisi, toplumsal ihtiyaçlar ve çevresel sınırlar arasındaki dengeyi düşünmek için yararlı olsa da, büyük ölçüde teorik bir araçtır. Bu teorik bir aracın kent ölçeğinde uygulamaya aktarılması, nereden bakarsanız bakın, ilginç bir deneyim olacak.
“Pandeminin ortasında simit ekonomisi nereden çıktı” diyenler olabilir. Amsterdam Belediyesi başkan yardımcısı Marieke van Doorninck’in, Guardian gazetesi ile röportajında söyledikleri soruyu yanıtlıyor: “Krizin etkilerini aşmamıza yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Bundan sonraki dönemden bahsetmemiz garip gelebilir, ancak bir hükümet olarak buna mecburuz… Model, basit yöntemlere geri dönülmemesinde bize yardımcı olacak.”
21. yüzyıl soruları
Modelin ölçeğinin küçültülerek kent düzeyine getirilme sürecini Kate Raworth şöyle açıklıyor:
“… bu yeni bütüncül yaklaşım, biyomimikri[i] düşünürü Janine Benyus ile aramızda, insanlar ve mekan hakkındaki çelişen düşünme biçimlerimizin özünü birleştirmeye çalıştığımız, eğlenceli bir kavramsal işbirliği olarak başladı.”
Raworth sonuçta, hem yerel hem de küresel olarak sosyal ve ekolojik bakış açılarını kapsayan bütüncül bir yaklaşım ortaya çıktığını söylüyor. Kent ölçeğinde temel soruyu; tüm insanların refahını ve gezegenin sağlığını gözetirken, nasıl kentin gelişen bir yerde gelişen insanlara bir yuva olabileceği sorusu olarak tanımlıyor.
Simit ekonomisi, gelişen bir yerde gelişen insanlar olmaya yönelik yerel isteğin küresel sorumlulukla – tüm insanlara ve tüm gezegene saygılı bir şekilde yaşamak – uyumlu olmasını gerektirir. Amsterdam Doughnut raporu, kent yönetimi hakkındaki tartışmaları bu çerçevede yönlendirmek üzere dört soru sorar (Şekil 1).
Raporda, kentin bu alanların her birindeki hedefleri ile birlikte kentin mevcut durumunun anlık görüntüsünü veren açıklayıcı istatistikler yer alıyor. Örneğin sosyal alandaki hedeflere baktığımızda; kent sakinlerinin %25’inin 2017 yılında bir suçun mağduru olduklarını, kentte yaşayanların %40’ının aşırı kilolu olduğunu ve neredeyse yarısının (%49) orta ve yüksek derecede depresyon ya da kaygı riskine sahip olduğunu, yerel seçimlere katılım oranının %52 olduğunu görüyoruz. Çevre ile ilgili olarak ise yenilenebilir enerji rakamları, hava kirliliğinden ölümler ve şehirdeki yeşil çatıların sayısı gösterilmektedir.
Hedefleri bağdaştırmak
Model, sosyal ve çevresel sorunları birlikte ele almayı gerektiriyor. Van Doorninck, Amsterdam’ın konut krizinden örnek vererek açıklıyor. Kentte yaşayanların yaklaşık % 20’si kiralarını ödedikten sonra temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Sosyal konut için yapılan yaklaşık 60.000 başvurunun sadece %12’si kabul edilebiliyor. İlk akla gelen çözüm yeni konut inşaatı. Ancak Amsterdam’ın simit ekonomisi, bölgenin karbon dioksit emisyonlarının 1990 yılına göre %31 arttığını ayrıca, kent dışından getirilen inşaat malzemelerinin, yiyecek ve tüketici ürünlerinin bu toplam emisyonlar içindeki payının %62 olduğunu söylüyor. Kent yönetimi, ahşap gibi mümkün olduğunca geri dönüştürülmüş ve biyolojik bazlı malzemeler kullanılmasını sağlamak için düzenleme yapmayı planlıyor.
Ancak sorunun bir başka boyutu daha var: Konut spekülasyonu. Van Doorninck, “evlerin çok pahalı olması, sadece inşaatların yetersiz olmasıyla ilgili değildir. Dünya çapında bir yatırım arayan çok fazla sermaye var ve şu anda gayrimenkul, yatırım yapmanın en iyi yolu olarak görülüyor, bu da fiyatları artırıyor ”diyor.
Bana göre modelin en önemli özelliği, yerel bir otoritenin küresel sorular sorması: “Amsterdam’ın dünya çapındaki insanların refahına saygılı olması ne anlama gelir” sorusu adil ticareti, çalışma koşullarını ve işçi haklarını içerir. Kuşkusuz, yerel yöneticilerin sorumluluklarının seçmenleri ile sınırlı olduğunu söyleyen bakış açısıyla anlaşılabilecek bir tutum değil. Modelin özünde yeni bir sorumluluk anlayışını gerektiren yeni bir refah anlayışı var.
Ekonomik faaliyetin hedefi, gezegenin olanakları dâhilinde herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamak olmalıdır. Büyümek yerine gelişmek… 21. yüzyıl kentlerinin hedeflemesi gereken de budur.
[i] Biyomimikri, “tasarım yaparken ve yenilikçi teknolojiler geliştirirken doğadan ilham almak” olarak tanımlanabilir. Daha geniş bir perspektiften ele alındığında “çeşitli problemlere çözüm üretmek için doğayı taklit etmek” şeklinde de açıklanabilir.
Not: Öne çıkan görsel, Jace & Afsoon – Unsplash