Küresel salgından toplanmaya çalışan bir dünyada armağan vermek, kapitalist ekonomiden daha etkili olabilir mi? Bu haftaki çevirimizde armağan ekonomisinin nasıl koronavirüsün yarattığı tahribatın yaralarını sararken bir yandan bu krizden daha güçlü çıkıp, eşitlikçi ve refah dolu bir toplumun önünü açabileceği tartışılıyor.
“Dünya tarihinde devrimsel bir an, yama değil, devrim yapma zamanı demektir.”
Covid-19, kelimenin özgün, tıbbi anlamıyla bir ‘kriz’ çünkü ‘kriz’ hastalıkta bir dönüm noktası anlamına gelir. Ya işler daha kötüye gider ve hasta hayatını kaybeder –toplum otoriter neoliberalizme doğru kötüleşmeye devam eder – ya da işler düzelir ve ‘hasta’ iyileşir ve yenilenmiş bir sosyal dayanışmanın yardımına koşarak yaşamına devam eder.
ABD gibi bazı ülkeler; suçu Çin’in üstüne atmalarından, göçmenlere ve sığınmacılara saldırılardan, ‘olağanüstü hal yetkilerine’ geçilmesinden, ‘görünmez bir düşmana’ karşı bir ‘savaşı’ vurgulayan bir dil kullanılmasından ve ekonominin yeniden açılmasını talep eden, bazıları silahlı olan öfkeli kalabalıkların varlığından görüldüğü üzere, ilk yolda ilerliyor gibi görünüyorlar.
Yeni Zelanda ve Almanya gibi diğerleri ise, gücün ve kaynakların kamu yararı için topyekûn seferberlik edilmesiyle daha ümit verici bir yönde ilerliyorlar. Pek çok işveren çalışanlarına maaş ödemeye devam ediyor, bankalar ‘ipotek tatilleri’ veriyorlar ve kamu hizmeti faturaları, kiralar ve evden çıkarmalar en azından kısmen askıya alındı.
Mauss’un Önerisi: Armağan Vermek
Böyle müdahaleler, Marcel Mauss’un Birinci Dünya Savaşı ve İspanyol gribi salgınının hemen arkasından yazdığı klasik Armağan Üzerine Deneme’sinde yüzyıl önce belirtilen bir ilkeler dizisini örnekler. Mauss’un fikirleri bize salgın-sonrası dünyasında bugün hâlâ anlamlı olan bir yol haritası sunuyor.
Mauss, ‘armağan değiş tokuşunu’ antropolojik olarak evrensel, sosyal olarak bütünleştirici; karşılıklı, zorunlu ve kademeli olan maddi ve ahlaki ilişkilerin genel ekonomisi olarak tanımlamıştır. Armağan değiş tokuşu yoluyla birbirimize Yeni Zelanda yerlilerinin ‘hau’ dediği şeyi veririz: Armağanı verenin armağanın içinde bulunan ruhu ve alan ile vereni birbirine bağlayan bir güç. Bu değiş tokuş yoluyla hepimiz meşruiyet ve onur ya da onların deyişiyle ‘mana’, yani her şeye yaşam veren ruhani enerjiyi ve iyilik gücünü kazanırız.
Bu ilkeler yoluyla, elle tutulamasa da, hakiki ve ölçülemez bir değere sahip olan ortak zenginliğimizi tanır ve çoğaltırız. Armağan değiş tokuşu, şiddete yönelen rekabetçi bireyselliğin sürekli aşağı giden kısır döngüsünü alıp onu işbirlikçi sosyal dayanışmanın sürekli yükselen yararlar silsilesine dönüştürür. Mauss, kendi sözleriyle, “toplumların üstüne kurulduğu temel ilkelerinden birini” keşfetmişti ve armağan değiş tokuşu İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sının tekrar inşasının temellerinden biri haline geldi.
Yeni Ekonomi Önerileri
Örneğin, Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Sistemi (National Health Service, NHS), 1942’de, savaşın zirvesindeki bir kriz anında, modern uygarlığın geleceği nazik bir durumdayken yazılan temel bir sosyal politika çerçevesi olan Beveridge Raporunun üstüne kuruldu. Beveridge, milyonlarca sıradan insanın fedakârlık, sorumluluk ve adanmışlık armağanlarının, tam olarak tanınmasının ve cömertçe karşılığının verilmesinin ne kadar hayati olduğunu anlamıştı.
Faşist ve komünist totalitarizm geleceğine bir alternatif olarak, İngiltere’nin ‘yeni düzen’i (Franklin D. Roosevelt’in Yeni Düzen’i ve günümüzün olası ‘Yeşil Yeni Düzen gibi) armağan değiş tokuşu ilkeleri üstüne kurulmuştu. “Şu an, savaş her türden sınır taşını ortadan kaldırırken bir fırsattır,” diye yazdı Beveridge raporunda, “Dünya tarihinde devrimsel bir an, yama değil, devrim yapma zamanı demektir.”
NHS’yi kuran İngiliz Sağlık Bakanı Nye Bevan’ın bir seferinde belirttiği gibi:
“Bir toplum, vatandaşları zihinlerinin bir köşesinde sadece kendilerinin değil, tüm hemcinslerinin hastalandıklarında mümkün olan en iyi tıbbi tedaviye erişebileceklerini biliyorlarsa daha sıhhatli, daha huzurlu ve manen daha sağlıklı olur… Hiçbir toplum, eğer hasta bir insan çaresizlik sebebiyle tıbbi yardımdan mahrum ediliyorsa meşru bir şekilde kendine uygarlaşmış diyemez.”
Günümüzde, bir asır sonra, koronavirüs salgını, onlarca yıl süren faydacılığın ve neoliberalizmin ‘toplum diye bir şey yoktur’ iddialarına rağmen, toplumun hem dirençli hem de epeyce canlı olduğunu ortaya çıkardı. Bazı fazlaca reklamı yapılan istisnalara rağmen, insanların büyük çoğunluğu serbestçe, isteyerek ve cömertçe zamanlarını, ilgilerini ve şefkatlerini başkalarına veriyorlar.
İnsanlar tıbbi uzmanlara ve iyi liderlere güvenlerini ve emniyetlerini emanet ediyorlar; sınırlayıcı kurallara ve önlemlere rıza gösteriyorlar, sosyalleşmenin, ailenin ve arkadaşların zevkleriyle beraber özgürlüklerini ve kişisel hürriyetlerini feda ediyorlar; işlerinden ve geçim kaynaklarından vazgeçiyorlar, hepsi çoğunu tanımadıkları başkalarının uğruna. İnsanlar ortak menfaat için kişisel fedakârlıklar yapmaya istekliler.
Paradan Önce İnsanlar
New York Eyalet Valisi Andrew Cuomo’nun günlük basın toplantılarında New York’lulara (ve diğerlerine) “Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti yanlılarının birbirlerine mali destek verdiğini” ve New York’un federal “potaya” para yardımı yapan “bir numaralı eyalet olduğunu” hatırlatarak bağlantı kurduğu armağan vermenin derin kaynağı budur.
“Fakat şu an lira ve kuruşların çetelesini tutma zamanı değildir. Amerika’yı güzel ve harika ve iyi yapan şey, insanların birlikte çalışması ve paylaşmasıdır, faydalı olabilmek için yurdun her tarafına suni solunum cihazları göndermeleridir, 60.000 kişinin gönüllü olmasıdır ve sevgi ve birlik göstermeleridir.”
İnsanların kriz zamanlarındaki cömertlikleri ve iyi halleri ne sadece uysal boyun eğmeyle ne de neyin ‘kendi faydaları için olduğunu’ hesaplayan çıkarcı, bireysel bir hesapla açıklanabilir. Zira sorulduğu zaman birçok insan yaptıklarının “doğru”, “ahlaki”, “bir vatandaşlık vazifesi” veya “hepimizin iyiliği için” olduğunu söyleyecektir.
Eğer hepimiz tamamen materyalizmin, faydacılığın ve benmerkezciliğin kontrolünde olsaydık; bencil, fayda en çoklaştırıcı, rasyonel tercih hesaplama makineleri haline gelseydik, o halde Maltusçu veya sosyal Darwinci bir mantık, politik söyleme ve kolektif eylemlere hâkim olurdu.
Tabii ki böyle akıl yürütmeler mevcut – İngiltere’nin Covid-19’a karşılık olarak verdiği ‘sürü bağışıklığı’ önerisi ve ‘yaşlı insanlar kendilerini Amerika ekonomisini kurtarmak için feda etmeye gönüllü olmalılar’ teklifi mesela. Fakat bu söylem toplumda sınırlı bir karşılık buluyor ve gönüllerimizde ve akıllarımızda derin bir etkisi yok. Yüzeysel taşkınlığın altında, koronavirüs, Mauss’un tasvir ettiği antropolojik katmanı yüzeye çıkardı: Ekonominin ve toplumun ahlaki temelleri.
‘Finansal’ ve ‘reel’ ekonomilerin altında onlara dayanak oluşturan kadim, köklü ve evrensel bir ‘armağan ekonomisi’ var. Bu ekonomide insanlar, para cinsinden hesaplanan çalışmalarının maddi ürünlerinden çok daha fazlasını değiş tokuş ederler. Onun yerine, kendilerinden bir şeyler verirler: Zamanlarını, ilgilerini ve ruhlarından bir parçayı. Bu elle tutulamayan ama son derece anlamlı armağanlar karşılığında tanınmayı, saygı görmeyi ve ödüllendirilmeyi beklerler.
Armağan ile Geleceği Şekillendirmek
Salgın yoluyla bu altta yatan armağan ekonomisini keşfetme, ekonomilerimizi ve toplumlarımızı yıkıcı ve aşırı rekabetçi kapitalizmden uzaklaştıracak ve daha faydalı ve sürdürülebilir bir seçenek olan armağan değiş tokuşuna daha çok odaklanacak somut politikaları yasalaştırmak için bir fırsat sağlıyor.
Örneğin, hemşireleri ve hasta bakıcıları yaptıkları vazgeçilmez iş için hakkıyla ödüllendirecek sağlık sektörü reformları çoktan yapım aşamasında. Gelecek nesiller ve gezegenimiz için kısa dönemli zorluklara katlanmayı kabul eden (kirlilik yaratan endüstrileri kapatmak veya yüksek tüketimli hayat tarzlarını değiştirmek gibi) Yeşil Yeni Düzen önerileri ivme kazanıyor. Bunun yanında eşitsizliği azaltma ve şirketlerde daha çok çalışan sahipliğine ve yöneticiliğine olanak verme planları da ilgi görüyor. Bazı hükümetler tek ölçek olarak GSYH artışının yerine sosyal eşitliği ve refahı ölçen daha kapsayıcı ölçümler getirmeyi hedefliyorlar. Bunların hepsi ve daha fazlası gerçek oluyor.
Covid-19 sonrasında dünyayı yeniden inşa etmek Mauss’un her uygarlığın ahlaki temel taşları olarak tanımladığı gelenekleri tekrar hayal etmek ve icat etmek anlamına gelecek. Mauss’un makalesinde yazdığı gibi: “Çağdaşlarımızın bencilliğinden ve yasalarımızın bireyciliğindense… karşılıklı saygı ve çift taraflı cömertlik üstüne kurulmuş bir ‘yeni etiğe’ ihtiyacımız var.”
Toplumun korona virüs krizi sonucu hayatta kalıp kalmayacağı, sadece, aldığımızın geri verilmesi olduğunun geniş çaplı kabulüne bağlı.
Not 1: Kieran Keohane ve Ian Hughes’un 14 Haziran 2020 tarihinde openDemocracy’de yayımlanan yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim
Not 2: Öne çıkan görsel, Nynne Schrøder – Unsplash