Avrupa Çevre Ofisi ve Oxfam Almanya tarafından Değişim İklimi projesi kapsamında hazırlanan “Towards a wellbeing economy that serves people and nature” raporu, Avrupa’nın ekonomik büyümeye olan bağımlılığının başarısızlığını ampirik olarak vurguluyor. Büyüme odaklı modelden sadece ekonomik piramidin tepesindeki çok az kişi yararlanırken büyük bir ekolojik yıkım yaşanıyor. Rapor, toplumsal ve çevresel olarak adil bir ekonomiye geçiş için bir plan öneriyor.
Yeni bir rapor Avrupa dirlik ekonomisi için bir tasarı ortaya koyuyor
Korkunç Covid-19 tünelinin sonundaki ışık büyümeye başlarken, bu küresel pandemi bize insanlığın eşi benzeri görülmemiş birbirine bağlantılılığını hatırlatmalı. Fakat bazılarının modern dünyaya bir köy demesine rağmen, malikânedeki hayat tarladakinden çok farklı.
Politik ve ekonomik kararların insanlar ve doğa, toplum ve çevre arasında bir ödünleşme gerektirdiği fikri, inatçı bir yanlış kanıdır. Oxfam Almanya ve Avrupa Çevre Ofisi (European Environmental Bureau), Değişim İklimi (Climate of Change) projesinin de desteğiyle bu sahte ikilemi açığa çıkarmak için işbirliği yaptı.
Ekonomi insanlara bağımlıdır ve insanlar doğaya bağımlıdır. Madencilik, ormansızlaşma, biyoçeşitlilik kaybı, iklim kargaşası ve pandemiler hep birlikte birbirlerine bağlıdır ve onlar; veya daha doğrusu, onların aşırı yüklenmiş tedarik zincirlerimizde dikkate alınmamaları, insan haklarıyla iç içe geçmiştir.
İstihracın (extraction), ticaretin ve üretimin üstel büyümesi bizi felaketin eşiğine getirdi. Temelde yatan sosyoekonomik kusurlar pandemi tarafından ifşa edildi fakat aynı zamanda bize iyileşmek ve gelişmek için nadir bir fırsat verdi. İnsanlık tarihinin en kalabalık, en bağlantılı ve doğası en tükenmiş yüzyılına uygun bir ekonomiye çaresiz ihtiyacımız var.
Toplumsal ve çevresel olarak adil bir ekonomiye ancak krizin kök nedenleri ortadan kaldırılarak erişilebilir. Raporumuz bu yapısal sorunları tanımlıyor: Uzun süredir devam eden ülke içi ve ülkeler arası adaletsizlikler, giderek tırmanan sosyal, ekonomik ve politik eşitsizlikler ve bunlarla ilişkili güç yoğunlaşması ve zengin dünyanın ekonomik büyümeye takıntısı ve yapısal bağımlılığı.
Avrupa, dünyadaki tek zengin veya sömürücü yer olmasa da raporumuz Avrupa ekonomisine ve onun küresel ve yerel rolüne ve sorumluluklarına odaklanıyor çünkü biz Avrupalıyız ve adalet evde başlar.
Köklü miras
Eşitlikte birleşen uluslararası bir uluslar ailesi kurmak için gösterilen onlarca yıllık çabalara rağmen, Avrupa’nın ekonomik sistemi hâlâ köklü bir sömürgeciliğin ve köle ticaretinin tarihsel mirasıyla iç içedir. Bu eşitsiz tarihsel ilişkiden etkilenen yapılar arasında, sözde serbest ticaret anlaşmaları ve Batılı şirketlerin lehine yanlı yatırımcı-devlet anlaşmazlık mahkemeleri yer alır.
Bu aşırı büyük küresel ayak izimize de yansıyor: Her şeye rağmen, Avrupa’daki üretim ve tüketim dünyanın doğal kaynaklarının orantısız bir miktarını kullanıyor. Eğer herkes Avrupalıların yaşadığı gibi yaşasaydı, 2,8 gezegen gerekirdi. Dahası, Avrupa’nın bu fazlayı biriktirme süreci çoğunlukla ekonomik olarak dezavantajlı ülkelerin mahrum olduğu haklar ve fırsatlar pahasına gerçekleşiyor.
Çevre tahribatı ile ilişkili ve çevre hakları ve sosyal haklar savunucularına karşı işlenen insan hakları ihlallerinin yanı sıra işçi hakları ihlalleri, Avrupa ekonomisiyle yakından bağlantılıdır çünkü bu sömürülerin önemli bir bölümü Avrupa şirketlerinin tedarik zincirlerinde gerçekleşiyor. 1950 ve 2010 arasındaki 60 yılda Batı Avrupa, ihraç ettiği tonlarca biyokütle, fosil yakıt ve metalden yüzde 15 daha fazlasını ithal etti.
Aşağı yukarı aynı dönemde küresel varlık eşitsizliği üçe katlandı: Dünya nüfusunun neredeyse yüzde 1’i artık dünyadaki servetin yüzde 45’ini kontrol ediyor. Dünyanın en zengin bireylerinin çoğu, konumlarını büyük şirketlerin sahibi olmaya borçlu olduklarından bireysel ve kurumsal servet ve nüfuz yakından bağlantılı.
Zaten aşırı zengin ve güçlü olanlar daha fazla finansal kazanç elde etmek için politik kuralları orantısız biçimde etkileyebilirler. Bir grup bilim insanı aşırı zenginliğin gezegeni çöplüğe çevirdiği konusunda uyardı: Süper-zenginlerin tüketiminin çevresel krizlerde ciddi bir payı var.
Sızdıran boru hattı
Günümüz küresel ekonomisi devasa bir boru hattını andırıyor: İçine giderek daha çok yeni kaynak koyuyor ve sonra dışarı kustuğu zehirli atıklarla ya başa çıkmaya çalışıyor ya da onları görmezden geliyoruz. Diğer zengin ekonomilerde olduğu gibi Avrupa da bu boru hattının hem giriş hem de çıkış noktalarını kendi sınırlarının dışına koyma sanatında uzmanlaştı.
Doğrusal ekonomimizi döngüsel bir ekonomiye dönüştürmemiz lazım. Fakat eğer borular iki ila altı kat daha kalınsa bu devasa, hâlâ büyüyen boru hattını bir daire olacak şekilde bükemeyiz.
Hiç durmayan ekonomik büyüme gibi yanlış bir hedef, sadece karar vericilerin ve halkın büyük kısmının başka bir alternatif düşünememesi yüzünden değil, aynı zamanda Avrupa ekonomisi yapısal olarak sınırsız büyümeye bağımlı olduğu için de devam ediyor. Böylece bu aşağı yönlü sarmalda kapana kısılıp kalıyoruz.
Çevresel baskıyı azaltarak ekonomilerimizi büyütebileceğimiz fikri (“yeşil büyüme” kavramı), en iyi ihtimalle hüsnükuruntu, gerçekteyse bir peri masalı. Ampirik bulgular, çıktıyı kaynak tüketiminden ve “dışsallıkların” üretiminden “ayrıklaştırmanın” gereken ölçekte ve hızda gerçekleştirilemeyeceğini gösteriyor. Avrupa’nın büyümeye bağlılığı sona ermeli ama iyi haber büyümesiz refah mümkün.
Gelişmek
Doğal dünyanın sınırları içinde gelişmemize imkân verecek, herkese iyi ve onurlu hayatlar sağlayacak, kimseyi yüzüstü bırakmayacak ve toplumsal cinsiyet adaletini, çevresel, toplumsal ve küresel adaleti iyileştirecek ekonomilere ihtiyacımız var. Serveti yalnızca biriktikten ve yoğunlaştıktan sonra yeniden dağıtmakla kalmayan, aynı zamanda refahın daha eşit dağılımını, güce ve karar alma süreçlerine erişimi sağlayacak dünya liderlerine ihtiyacımız var.
Bilim ve iktisadın yanı sıra topluluklarla sivil toplumdaki en parlak beyinler sadece bu sorunu tanımlamakla kalmıyor, aynı zamanda çözümler öneriyor ve uyguluyorlar. Pek çoğu henüz hak ettikleri ilgiyi ve saygıyı görmedi. Raporumuzda gıda, giyim, barınma ve dijital dünya gibi hayati sektörlerde bir dirlik iktisadının ana hatlarını çiziyoruz.
Bir dirlik ekonomisi, insanları ve onların doğanın sağlığına olan bağımlılığını kucaklar. Büyümesi gereken, insan bağışıklığından doğanın bağışıklık sistemlerine dek refahı mümkün kılan sistemlerin onarımıdır. Bu sistemler biyoçeşitlilikte, topraklarda, su havzalarında, minerallerde, iklim istikrarında ve çok daha fazlasında kendini gösterir.
Ekosistemleri yok eden bir büyüme ekonomisine dönemeyiz. Hedef, ekoloji ile uyumlu bir ekonomi olmalı.
Not 1: Nick Meynen ve Katy Wiese‘in 22 Nisan 2021 tarihinde Social Europe sitesinde yayımlanan yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim
Not 2: Öne çıkan görsel, PxHere