Kooperatif bankalarının ekonomik krizlere karşı dayanıklı olduklarını gösteren güçlü kanıtlar var. Diğer bankalara göre KOBİ’lere daha fazla kredi veriyorlar, yerel ekonomileri destekliyorlar. Iwan Doherty’nin yazısı, bankacılık sektörünün finansal kooperatifler aracılığıyla demokratikleştirilebileceğini, böylece halkın ekonomi üzerinde daha çok söz sahibi olabileceğini ileri sürüyor.
Şu anki bankacılık sistemimizin güçlü ve adil bir ekonomi üretmek ve sürdürmek için ideal olduğunu iddia eden birini bulmakta zorlanırsınız. 2008 krizi sektörün ne kadar dengesiz ve daha geniş ekonomi için ne kadar yaşamsal olduğunu gösterdi.
Gerçek şu ki, kredi küresel ekonomi için hem gerekli hem de merkezi. Lazzarato gibi iktisatçılar nasıl borcun ekonomik üretimi ve sürekli büyüyen ekonomiyi yürüttüğü ile ilgili teoriler ürettiler. Finansın ekonomimize hükmettiği bir dönemde bankaların oldukça güçlü kurumlar oldukları ve eğer yeniden düzenlenirlerse ekonomimizde önemli bir gelişmenin arkasındaki güç olabilecekleri herkes için bariz.
Bankacılık sektörümüzün kooperatifler ve kredi birlikleri aracılığıyla demokratikleştirilmesi ciddi bir şekilde dikkate alınmayı hak ediyor.
Kooperatif bankalarının işçi sınıfında kurtuluşunda ve özellikle var olabilmek için kendi altyapılarını geliştirmek zorunda kalan belli göçmen topluluklarında kökleri var. İlk kooperatif, Alman çiftçiler tarafından on sekizinci yüzyılda kuruldu ve 1967’de Afro-Karayipli göçmenler Britanya’daki ilk kredi birliğini başlattılar. Yurt içi bankacılık sektörünün hâlâ küçük bir kısmını oluşturmasına rağmen kooperatif bankacılık sektörü son on yılda çarpıcı şekilde büyüdü. Kredi birliği üyeliği 2008’de sadece 650.000 üyenin biraz üzerinden bugün 2 milyona yaklaştı.
Kooperatif bankalarının sahipleri ortaklarıdır ve 1 ortak 1 oy ilkesiyle yönetilirler. Kredi birliklerinin üyeleri arasında “ortak bağ” vardır. Üyeler, yönetim kurulunu seçer ve elde edilen net gelir ile ne yapılacağına karar verirler. Nationwide, kooperatif mülkiyetinde olan mali kuruluşlara bir örnektir, buna karşılık The Co-operative Bank (Kooperatif Bankası), karışıklık yaratacak şekilde, bir kooperatif bankası değildir. Bunlar, Avrupa genelinde yaygındır ama en güçlü kooperatif bankacılık sektörüne sahip ulus, kooperatiflerin toplam banka aktiflerinin %17’sine sahip oldukları Almanya’dır.
Güçlü kooperatifler, güçlü bankacılık
Aslına bakılırsa, Almanya’nın güçlü kooperatif bankacılık sektörü 2008’deki finansal krizini hızlı atlatmış olmaları nedeniyle güven ve saygınlık kazanmıştır. Bu bankaların işbirlikçi doğaları gerçek dayanaklarının parçası oldukları topluluklarda olduğu anlamına geliyordu. Dolayısıyla kriz sonrasında yerel ekonomileri yeniden inşa etmek için sıkı çalıştılar.
Bunun önemli bir parçası da KOBİ’lere borç vermeleridir. Kooperatif bankalarının kredi payı Almanya’da verilen tüm kredilerin %16’sına karşılık gelir ama KOBİ’lere verilen kredilerin payı %34’tür. Bu, kooperatif bankalarının küçük işletmelere kredi vermeye daha istekli olduğunu gösterir. AB tarafından yapılan bir araştırma gösteriyor ki KOBİ’ler büyük kooperatif bankacılığı sektörü olan ülkelerde daha iyi bir performans sergiliyorlar. Araştırma, kooperatif bankalarının özellikle sermaye sağlamaya odaklanarak çoğunlukla diğerleri için söz konusu olmayan daha düşük bedelli kredileri KOBİ’lere verdiğini öne sürüyor.
Finansal krizin zirvesinde, işletme kredilerini ciddi miktarda genişleten kooperatif bankaları, Alman bankacılık sisteminin tek “dayanağıydı”. Aynı zamanda, Alman kooperatif bankaları, bankacılık sisteminin finansal kriz sırasında hükümetin kurtarma paketine ihtiyaç duymayan tek parçasıydı.
Bu da bizi kooperatif bankalarının başka bir üstünlüğüne götürüyor: Kooperatif bankaları, ticari amaçlı rakiplerine kıyasla daha istikrarlı ve dirençlidir.
2008-2010 arasında, finansal krizin zirvesinde, ABD kredi birliklerinin iflas oranı %0,3 idi, kurumsal bankalardan beş kat daha düşük bir oran. Alman kooperatif bankalarının 80 yıllık tarihinde, biri bile iflas etmedi ve kooperatif bankacılığı sektörü daha küçük olan ülkeler, finansal krizlerde ve takip eden durgunluklarda erişilebilir kredi eksikliği sebebiyle genel olarak daha kötü durumda kaldılar.
Bu iki özellik, kooperatif bankalarını durgunluk sonrası ekonomiler için ideal finansal araçlar yapıyor. Bu, parayı onu harcayacak kişilerin elinde tutmaları gerçeğinin yanı sıra, ekonomideki çöküntüleri hafifletmeye yardımcı olabilecekleri anlamına geliyor. Eğer Lloyds 2017’de bir kooperatif bankası olsaydı, 30 milyon müşteri, 4.4 milyar poundluk geliri paylaşacaklardı; onun yerine kâr payı hissedarlara gitti. Bu, işçi sınıfından milyonlarca insanın harcayacak daha çok parası olması, onlara daha fazla finansal güvenlik sağlanması ve ekonominin güçlenmesi anlamına gelirdi.
Kooperatif bankaları ile daha iyisini başarmak mümkün
Aslına bakılırsa, Britanya’daki mütekabil şirketlerin sermaye şirketlerine dönüştürülmesi, 2008 finansal krizine katkıda bulundu ve bir demokratikleşme dalgasının Britanya finans sektörüne çarpmasının vakti geldi de geçiyor.
Ne yazık ki, İşçi Partisinin konuya şu anki yaklaşımı bunun önemini anlamıyor. “Yeni bir kamu bankacılığı ekosistemi” adlı raporlarında, kooperatif bankaları sisteminin bahsi bir kez geçiyor ve parti manifestosunda kooperatif bankalarından söz edilmiyor bile. Onun yerine bölgesel yatırım bankalarına odaklanılıyor fakat bu yalnızca yeni yatırım odakları sunuyor ve finansın pek çok işçinin hayatında oynadığı rolü değiştirmeyecek.
Dahası, Extinction Rebellion (Yok Oluş İsyanı) grubunun geçtiğimiz Mayıs’ta Barclays bankasının önünde protesto düzenlemesi destekle karşılanmıştı. Grup, kurumsal iklim değişikliğini destekleyen bankaya karşı radikal bankacılık alternatiflerinden bahsetti. Ama eğer gerçekten değişim görmek istiyorlarsa, bu nasıl yapılır ve yeni hareketlerle nasıl bütünleştirilir?
Ticari bankaların batamayacak kadar büyük olmalarını engellemek için baskı yapmak gerekli ama artık bankacılık sistemimizi demokratikleştirmek için olumlu bir hareketin vakti geldi. Bu, paramızı kredi birliklerine, müşterek tasarruf ve kredi kurumlarına ve diğer kooperatif bankalarına taşımakla başlamalı.
Borç, daha ilk bankalar var olmadan önce ekonomik sistemimizin bir parçasıydı ama finansın egemen olduğu kapitalizm ve engin, küreselleşmiş üretim ağları döneminde her zamankinden daha önemli. Eğer ekonominin küçük bir zengin hissedarlar grubu değil de gerçekten halk tarafından kontrol edilmesini istiyorsak, bankacılığı demokratikleştirmemiz zorunlu. Bankacılığın demokratikleşmesi, sadece bizi ekonomimiz üstünde daha çok söz sahibi yapmakla kalmayacak, aynı zamanda ekonomimizi etkin olarak iyileştirecek.
Not: Iwan Doherty ’nin Mutual Interest Media’da, 23 Haziran 2020 tarihinde yayımlanan “Why banking needs a co-operative revolution” başlıklı yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim