Kapitalist ekonomiler sürekli büyümek ister. Bu arzu ile gerçekleştirilen iktisadi büyüme ise kimilerinin cebini doldururken; çoğuna negatif dışsallık yükler. Piyasa yanlıları her ne kadar bu negatif dışsallığı kabul etse de bunun kalıcı olmadığını; iktisadi büyümenin belli bir noktasından sonra artan gelirin, çevresel tahribatı azaltmakta kullanılabileceğini ileri sürer. Bu görüş ise Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) hipotezi olarak anılır. Peki ÇKE hipotezi nedir, geçerli midir, literatür bize ne söyler? Tüm bu sorular, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımından bağımsız değildir ve cevaplar, büyümenin yıkıcı etkilerini göstermek ve çıkar yolun daha fazla üretmekten ve tüketmekten geçmediğini anlamak için yararlı olacaktır.
Çevresel Kuznets Eğrisi Ne Anlama Gelir?
ÇKE hipotezinde, ülke ekonomileri geliştikçe çevresel kirlilik düzeyinin azalacağı dolayısıyla ekonomik büyüme ve kirlenme arasında ters U şekline benzer bir ilişki olduğu ileri sürülür. Kirlilik düzeyindeki değişiklik, ekonomilerdeki yapısal değişikler ve gelirdeki artış nedeni ile artan çevresel düzenlemelere bağlanır (Suri ve Chapman, 1998). ÇKE’yi anlamak için ticaret ve yabancı yatırımların, çevresel tahribata olan etkisini üç farklı mekanizma ile açıklayan Grossman ve Krueger’in (1991) öne sürdükleri mekanizmalardan bahsetmek gerekir.
1. Ölçek Etkisi
Ölçek etkisine göre ticaret ve yatırımın uluslararasılaşması ile ekonomik faaliyetler genişler ve bu faaliyetin niteliği değişmeden kalırsa, o halde üretilen toplam kirlilik de buna bağlı olarak artacaktır. Yani ekonomik büyüme ile artan enerji talebi doğrultusunda (mevcut yöntemlere benzer yollarla gerçekleştirilen üretim sonucunda) ekonomik çıktı artarken zararlı kirleticiler de paralel olarak artacaktır. Yine ayrıca uluslararasılaşma ile genişleyen ticaret, taşımacılık faaliyetlerini de arttıracağından hava kirliliği artacaktır (Grossman ve Krueger, 1991, s. 3-4). Ölçek etkisi, artan pazara erişimin yarattığı ekonomik büyümeden kaynaklanan kirlenmedeki muhtemel artıştır (Cole, 2004, s. 72).
2. Bileşim Etkisi
İkinci mekanizma, bileşim etkisidir. Bileşim etkisi, bir ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğü olan kaynakların yani avantajlı kaynakların, kirlilik yoğun ürünlerin üretiminde kullanılıp kullanılmamasına bağlıdır (Cole, 2004, s. 72). Geleneksel ticaret teorilerine göre serbest ticaret ortamında ülkeler hangi sektörde rekabet avantajına sahiplerse o sektörde daha fazla uzmanlaşacaklardır. Eğer rekabet avantajı büyük ölçüde çevresel düzenlemelerin farklılığından kaynaklanıyorsa ticaretin uluslararasılaşması ile bileşim etkisi, çevreye zarar verecektir. Bu durumda hükümetin denetiminin daha esnek olduğu faaliyetlerde uzmanlaşmak daha kârlı olarak algılanacağından; firmalar o faaliyetlerde uzmanlaşacak ve yerel kirlilik azaltma maliyetlerinin nispeten büyük olduğu endüstriler üretimden ayrılacaklardır.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bir ülkenin uluslararası karşılaştırmalı üstünlüğü daha çok geleneksel kaynaklardan oluşuyorsa, yani faktör bolluğu ve teknoloji için ülkeler arası farklılıklar varsa, bileşim etkisinin çevre üzerindeki etkileri de sınırlı olacaktır. Diğer bir ifadeyle, ülkelerin faktör yoğunluğuna göre uzmanlaşmasının kirlilik düzeyi üzerindeki net etkisi, kirlilik yoğun faaliyetlerin genişlemesi veya ortalamadan daha katı kirlilik kontrollerine sahip ülkelerde daralmasına bağlı olması ile açıklanmaktadır (Grossman ve Krueger, 1991, s. 4).
3. Teknik Etki
Ticaret ve dış yatırımın kirliliğe olan etkisini açıklayan üçüncü ve son mekanizma, teknik etkidir. Ticaret ve dış yatırımın serbestleştirilmesinin ardından rejim değişikliği ile birlikte üretim tekniği, dolayısıyla ekonomik ürün başına kirlilik çıktısı değişecektir. Özellikle görece daha az gelişmiş bir ülkede, çıktı birimi başına kirliliğin azalabileceğine inanmak için en az iki neden var. İlk olarak, yabancı üreticiler, dış yatırım kısıtlamaları gevşetildiğinde modern teknolojileri yerel ekonomiye aktarırlar. Modern teknolojiler, eski teknolojilerden daha temizdir. İkincisi, eğer ticaret serbestleşmesi ile gelir düzeyi artarsa milli servetin artmasının bir ifadesi olarak devlet kurumlarından daha temiz bir çevre talep edilebilir. Bu nedenle, daha katı kirlilik standartları ve mevcut yasaların daha sıkı uygulanması ekonomik büyümeye doğal bir siyasi tepki olarak değerlendirilebilir (Grossman ve Krueger, 1991, s. 4-5).
Şekil 1: Çevresel Kuznets Eğrisi
Geçerli mi, Değil mi?
Sanayileşmiş ekonomiler geliştikçe ağır sanayiden, hafif imalat sanayine ve hizmetlere doğru kayarken; gelişmekte olan ülkeler, ağır sanayi sektörlerinde uzmanlıklarını arttırmışlardır. Bu yapısal değişiklik, üretim faaliyetinin Kuzey’den Güney’e kaymasına neden olmuş; bu sonuç da ÇKE’yi bu bağlamda desteklemiştir. Buna göre gelir arttıkça, gelişmiş ekonomiler, imalat sanayilerini ihraç etmektedir. Gelişmiş ülkelerde kirlilik seviyesinin düşmesine katkıda bulunan gelişmekte olan ülkelerdir (Cole, 2004, s. 72-73).
Kostakis ve diğerleri (2017)’ne göre GSYH bileşimi, çevre kalitesi üzerinde etkilidir. Görece gelişmiş bir ülke olan Singapur örneği için ÇKE hipotezi geçerli iken, yani GSYH ile CO2 emisyonu arasında ters U şeklinde bir ilişki olduğu görülürken; gelişmekte olan ülke statüsündeki Brezilya için hipotezin geçerliliğinin sınırda olduğu görülmüştür.
Suri ve Chapman’a (1998) göre hem sanayileşen hem de sanayileşmiş ülkeler imalat sanayi malı ihracatı ile enerji gereksinimine katkıda bulunurlar. Öte yandan sanayileşmiş ülkeler imalat sanayi mallarını ithal ederek enerji gereksinimlerini azaltabilirler. Bu nedenle, sanayileşmiş ülkeler tarafından üretilen malların ihracatı ÇKE’nin yukarı eğimli kısmına karşılık gelirken, sanayileşmiş ülkelerin ithalatı da eğrinin düşüş kısmına karşılık gelmiştir (Suri ve Chapman, 1998, s. 195).
Eleştiriye Oldukça Açık
ÇKE hipotezi, hem istatistiksel olarak hem de teorik olarak sorunludur. İlk olarak, istatistiksel analiz açısından sorunun kaynağı ÇKE’nin öngörüldüğü gibi ters U biçiminde olmamasından kaynaklanır. Stern’e göre eğri, monoton ve artan yönlü bir doğru ile ifade edilmelidir. Buna göre yeni emisyon azaltma yöntemleri ile kirlilik ve ekonomik büyüme arasındaki pozitif ilişki devam eder; sadece yeni yöntemler sayesinde eğri aşağıya kayabilir. Çünkü emisyonların gelir esnekliği ÇKE’de ileri sürüldüğü gibi varlıklı ülkelerde 1’den azdır ancak negatif değildir (Stern, 2004, s. 1435). Nitekim, çevre düzenlemelerinin ticareti olumsuz yönde etkileyeceği algısı, ampirik olarak kesin kanıtlara sahip olmasa da hükümetlerin bu yöndeki algıları iddianın pratik geçerliliğini doğrulamaktadır. Hatırlanacak olursa ABD Başkanı D. Trump’ın Paris Anlaşmasına karşı çıkmasının nedeni, bu anlaşmanın ABD’nin uluslararası ticaretine zarar vereceği düşüncesidir (Paris Anlaşması için bknz).
ÇKE hipotezinin teorik anlamda sorunu gelirin dışsal bir değişken olarak kabul edilmesidir. Gelirin dışsal kabul edilmesi, çevresel zarardan doğacak ekonomik zararı da yansıtamamak anlamına gelecektir. ÇKE’de, çevresel zararı minimize etmek için ekonomik büyümeye hizmet eden faaliyetler yeterince azaltılmamakta ve çevresel zararı geri almak mümkün olmadığından ekonomik faaliyetleri sınırlamaya gerek duyulmamaktadır. Bu bir anlamda ekonomilerin sürdürülebilir olduğunu varsaymak ile de ilgilidir. Ancak yüksek büyüme düzeylerine sahip olan ekonomik faaliyetler sürdürülebilir olmayabilir ve sonunda büyüme pahasına sadece çevresel zarar yaratılmış olabilir (Stern, 2004, s. 1426).
Sonuç Yerine
Ekonomik büyüme ya da daha fazla tüketebilme pahasına kaynaklar hem israf edilmekte hem de sonun geliş süreci hızlandırılmaktadır. Çünkü çevrenin sunduğu yenilenemez kaynaklar sınırlıdır. Öte yandan yenilenebilir kaynaklar da kendilerini yenilemelerine izin verilmeden hızla ekonomik faaliyete koşulmaktadır. Bu durumda kaynaklar tükenmekte ve doğanın absorbe edebileceğinden daha fazla atık ortaya çıkmaktadır.
Sanayileşmiş ülkeler çevre üzerinde yaptıkları tahribatı diğer ülkelerden önce fark etmiş, üretim tesislerini az gelişmiş ülkelere kaydırmış, ancak bunun yeterli olmayacağını da çok geçmeden anlamıştır. Bu anlamda ilk olarak Birleşmiş Milletler’in 1972 yılında öncülük ettiği Stockholm Bildirgesi görüşmesi gerçekleştirilmiş, çevrenin iyileştirilmesi üzerindeki ilk ümit verici adım atılmıştır. Ancak ne yazık ki hala ekoloji sorununa dair gereken kolektif eylem gerçekleşmemiştir ki bu da başarısızlığı gösterir.
ÇKE’nin teori ve modellemede kusurlu bulunmasının yanı sıra ekonomik büyümenin, kirliliği azaltacağı noktaya ne zaman ulaşılacağı da meçhuldür. Ayrıca bu hipotezin geçerli olduğu kabul edilse bile sadece gelişmiş ülkelere özgüdür. Çünkü ülkede azalan kirliliğin sebebi, artan gelir nedeni ile kirletici ürünlerin yurt dışından satın alınması yoluyla kirliliğin ihraç edilmesidir.
Martinez-Zarzoso ve diğerleri (2016), Batı ülkelerinin gelişmekte olan ülkeleri talepleri ile kirliliğe teşvik etmek yerine; onlara, çevresel düzenlemeler konusunda bilgi vermesini, öncülük etmesini ve sorumluluk almasını tavsiye eder. Ancak bence, Batı bunu gelişmiş olduğu ve gelişmekte olanlar geri kalmış kirletenler olduğu için yapmamalıdır. Batı’nın bunu yapması gereklidir çünkü Sanayi Devrimi’nden bu yana kaynakları tüketen, çevreyi tahrip eden, ekonomik büyümeden ibaret gördüğü refah vaadini anlatan odur ve sanki ayrılabilirmiş gibi kendi çevresini korumak adına kirliliği gelişmekte olan ülkelere kaydırdığı için bunu yapmalıdır. Bu dünya hepimizin olduğuna göre kaynakları etkin kullanmak demek sadece kendi ülkesini değil, gelişmekte olan ülkelerin de kaynaklarını etkin kullanmak olmalıdır.
Dolayısıyla çevrenin yaşadığı bu kriz, içinde bulunulan ekonomik sistemden bağımsız görülemez. Nitekim Wallerstein’ın (1997) ifade ettiği gibi, kapitalist sistem içinde bu kriz için bir çözüm yoktur. Çünkü sistem, sürekli üretmek ve tüketmek; genişlemek ve yayılmak uğraşındadır. İlk bakışta bu faaliyetler pozitif duygular uyandırabilir, ancak ihtiyaç fazlası gerçekleşen tüm bu faaliyetlerin maliyeti ne olacaktır? Bugün dünya üzerinde yaşayanların ve gelecek nesillerin yaşam kapasitelerini sürdürebilmeleri adına yeniden düşünmek, kurgulamak ve kolektif hareket etmek zorunda olduğumuz gerçeğinden kaçamayız.
Kaynakça
Cole, M. A. (2004). Trade, the pollution haven hypothesis and the environmental Kuznets curve: examining the linkages. Ecological Economics , 48 (1), 71 – 81.
Grossman, G. M., & Krueger, A. B. (1991). Environmental Impacts of A North Amarican Free Trade Agreement. NBER Working Papers Series 3914 .
Kostakis, I., Lolos, S., & Sardianou, E. (2017). Foreign Direct Investment and Environmental Degradation: Further Evidence from Brazil and Singapore. Journal of Environmental Management and Tourism , 8 (1), 45-59.
Lorente, D. B., & Álvarez-Herranz, A. (2016). Economic growth and energy regulation in the environmental Kuznets curve. Environmental Science and Pollution Research , 23, 16478-16494.
Martínez-Zarzoso, I., Vidovic, M., & Voicu, A. M. (2016). Are the Central East European Countries Pollution Havens? Journal of Environment & Development , 26 (1), 25–50.
Stern, D. I. (2004). The Rise and Fall of the Environmental Kuznets Curve. World Development , 32 (8), 1419-1439.
Suri, V., & Chapman, D. (1998). Economic growth, trade and energy: implications for the environmental Kuznets curve. Ecological Economics , 25 (2), 195–208.
Wallerstein, I. M. (1997). Ecology and Capitalist Costs of Production : No Exit. Erişim