Kapitalist üretim biçimi ve üretim ilişkileri kâr ve sermaye birikimine dayalıdır ve bu birikim her şeyden önce gelir. Özünde us dışı olan bu amaç doğrultusunda kurgulanan sistem, çok boyutlu uygarlık krizi karşısında mantıklı çözümler getiremez. Covid-19 salgını, başka krizlerin yapamadığını yaparak bu sistemin içinde insanlık için bir çıkış yolu olmadığını gösteriyor. Soru, gezegeni ve insanlığı öldüren kapitalizmin yerine neyin konulacağıdır. Kapitalizm sonrası dünyayı inşa etmek amacında olan dayanışma ekonomisi ilkeleri yeni paradigmayı tartışmak için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Dayanışma ekonomisi; körü körüne büyüme ve kârın en çoklaştırması peşinde koşan mevcut ekonomiyi, insanlara ve gezegene hizmet edecek bir ekonomiye dönüştürmek için yollar önerir (Kawano, 2018a).
Dayanışma Ekonomisi İlkeleri
Dayanışma ekonomisinde amaç, tüm sosyal ve ekonomik sistemi değiştirmektir; bu nedenle dayanışma ekonomisi ilkeleri üzerine kurulu farklı bir gelişme paradigması ortaya konulur (RIPESS, 2015). Dayanışma ekonomisi ilkeleri The U.S. Solidarity Economy Network (ABD Dayanışma Ekonomisi Ağı) tarafından şu şekilde sıralanır:
- Dayanışma, işbirliği, karşılıklılık
- Her boyutta (ırk, etnisite, milliyet, sınıf, cinsiyet) eşitlik
- Katılımcı demokrasi
- Sürdürülebilirlik
- Çoğulculuk
Bu ilkeleri birlikte ele almak önemlidir. İlkeler tek başına, adil ve sürdürülebilir bir sistemi desteklemekte yetersiz kalırlar. Bir ilke ile uyum sağlanırken diğerlerinde başarısız olunabilir. Örneğin, sürdürülebilirlik olmadan eşitliğe, eşitlik olmadan demokrasiye, dayanışma olmadan sürdürülebilirliğe sahip olmak mümkündür. Ancak birbirleriyle bağlantıları dikkate alındığında, dayanışmacı bir toplumun eksiksiz olarak bu ilkeler üzerine kurulması gerektiği görülür. Her sağlıklı ekosistem gibi, dayanışma ekonomisi de birbirine bağlı ilkelerin tüm yelpazesi ile gelişir.
Bu ilkeleri değerleri daha ayrıntılı olarak ifade etmek için açabiliriz.
1. Dayanışma
Dayanışma; işbirliği, karşılıklılık, paylaşma, özgecilik, sevgi, şefkat, başkalarını umursama ve hediye vermeyi içine alan toplumsal ilişkilerimizi ve toplumsal etkileşimlerimizi özetleyen bir kavramdır. Dayanışma ekonomisi; bireyci, rekabetçi değerler ve kapitalizmi tanımlayan ırk, sınıf ve cinsiyet ayrımcılığının karşısında yukarıda belirtilen değerleri beslemeyi ve güçlendirmeyi amaçlar.
Piyasa toplumunun tanımladığı insan ile dayanışma ekonomisinin tanımladığı insan aynı kişi değildir. Ana akım iktisadın betimlediği “ekonomik insan”; akılcı, hesap yapan, kendi çıkarını düşünen, rekabetçi bir bireydir. Kapitalizm, ekonomik insanın görünmez el ve piyasanın gücü aracılığıyla, en uygun ve istikrarlı sonuçları üreteceği inancına dayandırılmıştır. Bu ekonomik anlatıda, kooperatiflerden müştereklere kadar kolektif eylemin başarısızlığa yazgılı olduğu belirtilir.
Oysa davranışsal ekonomi, antropoloji ve biyoloji alanlarından gelen çalışmalar, insan doğasının bu sınırlı varsayımın çok ötesinde bir karmaşıklığı olduğunu, kendi lehine olanı yapma güdüsü ile dayanışma eğiliminin bir arada olduğunu göstermektedir. Biyolog ve etolog Frans de Waal (2016) evrim sürecinde empatinin rolüne dikkat çekerken şunları söyler:
Bütün mesele diğerlerinin sömürülmesi olsaydı, evrim hiçbir zaman empati işine girmemeliydi. Ama girdi ve siyasi ve ekonomik elitler bunu acilen kavrasalar iyi olur.
İnsanların “akıllı benciller” olarak kendi çıkarlarına hizmet ettikleri varsayımının aksine, kolektif fayda sağlayan ve iyi tanımlanmış bir dizi tasarım ilkesiyle güçlendirilebilen ve sürdürülebilen eyleme doğru itici bir güç vardır. Hakça davranmayı gerektiren durumlarda genellikle bireylerin işbirliği ve rekabet güdülerinin karmaşık bir etkileşimi söz konusudur. İnsanlar güçlü bir adalet duygusuna sahiptirler ve haksızlık edenleri cezalandırıcı ahlaki tutumlara başvurma eğilimi gösterirler.
İnsan davranışı konusundaki bu anlayış, dayanışma ekonomisini oluşturmak için güçlü bir temel sağlar. Ancak, insanlar salt bu niteliklerle tanımlanamaz. Doğaları gereği her zaman dayanışmacı oldukları gibi naif ve dengesiz bir inanca kapılmamak gerekir. Karşılıklı olarak birbirimize bağımlıyız. Ne salt rekabetçi ne de salt dayanışmacıyız. Ekonomik ve toplumsal sistemlerimiz, ideolojiler ve kültür hangi yönümüzün daha baskın olacağını etkiler. Neoliberal ideolojinin hâkimiyeti altında geçen yıllarda, rekabet ve kişisel başarı en önemli bireysel nitelikler olarak sunuldu; zenginlik adeta kutsallaştırıldı. Bu bakış açısı hala gücünü korusa da artık daha yüksek sesle tartışılmaya başlamış olması umut verici.
2. Eşitlik
Eşitlik ilkesi dayanışma ekonomisine yerleşiktir; dayanışma ekonomisinin tarihsel gelişimi ve açıkça üstlendiği sorumluluk da bunun kanıtıdır. Neoliberalizm ve şirket küreselleşmesine karşı mücadelenin ön cephesindeki toplulukların eylemleri, dayanışma ekonomisini biçimlendirmiştir. Latin Amerika’daki hareketler ilk akla gelen örnekler olmakta: Brezilya’da Topraksız İşçi Hareketi’nin (MST) toprak işgalleri, Arjantin’deki fabrika işgalleri, Meksika Chiapas’taki otonomi hareketleri ve Şili’deki Halk Ekonomik Kuruluşları. Yoksul, işsiz, topraksız ve marjinalleşmiş olanlar; borç krizinin, neoliberal politikaların, yapısal düzenlemelerin ve kemer sıkmanın getirdiği yıkımlardan sonra kendi geçim kaynaklarını kolektif olarak inşa etmek için dayanışma ekonomisi uygulamalarını kullanıyorlar.
Tarihsel süreç içinde marjinalleşmiş toplulukların gereksinimlerini karşılamak için harekete geçtiklerini biliyoruz. Kooperatif çatısı altındaki örgütlenmeler dayanışma ekonomisinin formel uygulamasını oluştururken; bahçıvanlık, çocuklar ve yaşlıların bakımı, karşılıklı yardımlaşma, ödünç verme ve şifalandırma gibi informel uygulamalar çoğu kez görünmez kaldı.
Dayanışma ekonomisi emperyalizme ve sömürgeciliğe, her türden ayrımcılığa (ırk, etnisite, din, cinsiyet, kültür) ve ataerkillik gibi her türlü baskıya karşı çıkar. Bir hareket olarak ırkçılık karşıtı, feminizm, anti-emperyalizm, emek, yoksulluk, çevre ve demokrasiye odaklanan sosyal hareketlerle iç içe geçmiştir. Ancak kendisini tek başına direniş ile tanımlamaktan kaçınır. Toplumsal hareketler direnmeye odaklanma eğilimindeyken, dayanışma ekonomisi inşa etmenin önemine dikkat çeker. Direniş ve inşa etmenin her ikisinin de gerekli ve birbirine bağımlı olduğu düşünülür ve aralarında daha güçlü bir bütünleşme geliştirilmesi hedeflenir.
3. Katılımcı Demokrasi
Dayanışma ekonomisi katılımcı demokrasiyi, insanların kendi kolektif gelişimlerine katılmalarının bir yolu olarak benimsemiştir. Kararları ve eylemleri yerelleştirmek, insanların toplulukları ve işyerleri hakkında karar verme süreçlerine katılmalarına ve çözümlerin uygulanmasına yardımcı olur.
Katılımcı demokrasi işyerinde demokrasiyle başlar, yaşamın çeşitli yönlerine uzanır. Dayanışma ekonomisi, özyönetimi ve kolektif mülkiyeti destekler. Kooperatifler (işçi, üretici, tüketici, konut, vb.), kolektif sosyal girişimler ve müştereklerin katılımcı yönetişimi (ormanlar, kıyılar ya da sular için topluluk yönetimi) gibi birçok farklı özyönetim ve kolektif mülkiyet ifadesi vardır.
Kapitalist işletmeler sosyal, ekolojik ve finansal sorumluluk çerçevesinde çalışsalar bile dayanışma ekonomisi kapsamına alınamaz. Bunun nedeni, firma sahibinin/sahiplerinin işletme ve kazançlar üzerinde kontrol sahibi olmasıdır. İşçi sendikasının kararlara katılması, yönetim tarafından verilen ve geri alınabilecek bir hak olduğundan işyeri demokrasisi oluşturmaz. Buna karşın, yeterince uygulanmadığı durumlar olsa bile, kooperatif yapısı tanımı gereği, işçilere karar verme gücü verir.
4. Sürdürülebilirlik
Mevcut üretim ve tüketim sistemimizin sürdürülemez olduğu, bizleri ve gezegenimizi kelimenin tam anlamıyla öldürdüğü gerçeği, dayanışma ekonomisinin sürdürülebilirlik ilkesinin hareket noktasıdır.
RIPESS, doğayla ve birbiriyle uyum içinde yaşayan And yerlilerinin perspektiflerini esas alan ‘buen vivir’ ya da ‘sumak qawsay’ (iyi yaşam) kavramını benimsemiştir. Ekvator İyi Yaşam Ulusal Planı iyi yaşamı şu şekilde tanımlar: “İhtiyaçları karşılamak, onurlu bir yaşam ve ölüm kalitesi elde etmek; sevmek ve sevilmek; tüm bireylerin doğayla barış ve uyum içinde sağlıklı bir biçimde gelişmeleri ve insan kültürlerinin sınırsız yeniden üretiminin sürekliliğini sağlamak.”
Buen vivir’in önemli bir bileşeni Toprak Ana’nın haklarıdır. Dayanışma ekonomisi, ekonomiyi ekolojik sistemin içine yerleşik olarak gördüğü için benimsediği sürdürülebilirlik ilkesi oldukça radikaldir. “Doğal sermaye”nin, “insan yapımı sermaye” ile ikame edilebileceğini ileri süren sürdürülebilirlik yaklaşımları ile hiçbir benzerliği yoktur. RIPESS, ekosistemlerin “var olma, doğal kapasitelerini geliştirme ve canlandırma” gibi yasal haklara sahip olduğunu savunur. Doğa, insanların sahip olabileceği ve sömürebilecekleri bir şey olarak görülmez.
Toprak Ana’nın (doğanın) hakları, Bolivya ve Ekvador Anayasası’nda güvence altına alınmış ve ABD’de otuzdan fazla topluluk tarafından tanınmıştır. İklim için Okul Grevi ve Yok Oluş İsyanı örneklerinde gördüğümüz gibi son dönemde tüm dünyaya yayılan ekoloji ile ilgili hareketler, dayanışma ekonomisinin sürdürülebilirlik ilkesiyle uyumludurlar.
5. Çoğulculuk
Demokratik olarak düzenlenmiş piyasada ifade edilen birikim, yeniden dağıtım ve karşılıklılık mantıklarını birleştiren ve dengeleyen bir ekonomi önerilir. Piyasanın yanında, katılımcı devlet, kaynakları adil bir şekilde yeniden dağıtır. Dayanışmacı toplum ve kültür çerçevesinde karşılıklı fayda yaratan uygulamalar onaylanır. Dayanışma ekonomisi tarihsel, kültürel geçmişlere, sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklanan farklı yorumlara ve farklı uygulamalara saygılıdır. Çoğulculuk ile dayanışma ekonomisinin sabit bir plan olmadığı, aksine, adil ve sürdürülebilir bir dünya hedefine giden birden fazla yol bulunduğu kabul edilir. Herkese uyan ortak bir model savunulmaz. Dayanışma ekonomisini inşa etmek için kullanılan stratejiler de ulusal ve yerel düzeyde farklılaşabilir. Bununla birlikte, ilkeleri güçlü bir ortak temel ve birleştirici bir güç oluşturur. Sahadaki uygulayıcılar, aktivistler, bilim insanları ve savunucuların oluşturdukları taban örgütlenmelerinin ve ağlarının deneyimlerinden ve analizlerinden yararlanılır.
Kontrol Edemeyiz ama Etkileyebiliriz
Dayanışma ekonomisi ya da başka isimler altında süren alternatif ekonomi arayışları, hayatta kalmak için köklü bir dönüşüme; dayanışma, işbirliği, karşılıklılık, özgecilik, cömertlik, adalet ve sevgi üzerine kurulu bir sisteme gereksinim duyduğumuzu söylüyorlar. Bunlar dayanışma ekonomisinin inşa etmek istediği değerlerdir. Değerler ve ilkeler altında yatan önerme şudur: Bireysel iyi oluş toplumdaki diğer bireylerin iyi oluşuna bağlıdır.
Dayanışma ekonomisi, insan doğasının en iyi yönlerini yükselterek ve teşvik ederek kapitalizmi dönüştürmek için tüm bu uygulamaları inşa etme ve birbirine sıkı sıkıya bağlama tasarımıdır (Kawano, 2018b).
Dayanışma, eşitsiz ve baskıcı ilişki biçimlerine direnmenin ve bu ilişkilerin yerel ve küresel düzeyde dönüşmesi için sorumluluk üstlenmenin gerekliliğini anımsatır. Böylesine zor günlerde insan doğasının en iyi ve en fena yönlerine tanık olurken bireysel gücümüz ve etkimiz hakkında kafa yoruyoruz. Davranışlarımızın fark yaratıp yaratmayacağı sorusu eşliğinde zihinlerimiz ütopyalarla distopyalar arasında gidip geliyor. William Ophuls’un dediği gibi, bu kadar karmaşık bir sistemin içinde tek bir birey olarak neredeyse hiçbir şeyi kontrol edemeyiz ancak neredeyse her şeyi etkileyebiliriz. Kooperatifler ve diğer dayanışma ekonomisi uygulamaları altında güçlerimizi birleştirmek farklı bir dünya kurmamızı mümkün kılabilir.
Not: Yazıyı okuyup, görüşlerini paylaşan Murat Soysaraç’a teşekkür ederim.
Merhaba Aylin Hanım,
Güzel yazınız için teşekkürler. Yazınızı okurken bazı çevrelerde Armağan Ekonomisi dlarak ifade edilen ilkelere benzerlikler gördüm.
Sanırım bireyler farklı yollardan yaşanılan bireysel ve/veya toplumsal travmalar sonunda bu düşünceye ulaşacak. Umarım bu buluşma ve ulaşma Harari ve Charles Ensenstein nin Kalplerimizin Mümkün Bildiği Daha Güzel Dünya kitabında söyladiği gibi başka bir şekilde yok olma veya dünya çapında bir diktatörlüğe döneşmeden gerçekleşir…