Sosyal girişimcilik, pek çok farklı tanıma sahip, büyüyen bir sektör olarak nitelendirilmektedir. Özellikle milenyum sonrasında popülerleşmesi kavramın net ve genel kabul görecek şekilde tanımlanmasını güçleştirmektedir. Yazıda sosyal girişimciliğin de jure veya de facto bağlamlarında tanımlanmasına yönelik bir konsensüs sağlanmasından ziyade konunun önemine dikkat çekmek ve okurları düşünceye sevk etmek amaçlanmıştır.

OECD araştırması, etkili biçimde uygulanan uygun yasal çerçevelerin sosyal girişimlerin gelişimini teşvik etmek ve desteklemek için güçlü bir araç olabileceğini göstermektedir (OECD, 2022). Bununla birlikte, birçok kuruluş de facto sosyal girişim olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir.

De Jure Sosyal Girişimler

“Sosyal girişim” terimi yasal çerçevelerde nadiren kullanılmaktadır, ancak bazı ülkeler, belirli isimler altında, sosyal girişim kavramına karşılık gelen yeni girişimcilik biçimlerini tanımıştır. De jure sosyal girişimler, sosyal girişimlerin gelişimini desteklemek için özel olarak tasarlanmış uygun yasal formlar ve yasal statüler oluşturan belirli yasal çerçeveler kapsamında hukuken tanınan girişimlerdir.

De jure olarak tanımlanan sosyal girişimlerin teorik alt yapısı sosyal ekonomi ile dayanışma ekonomisinin kavramsal çerçevesinde şekillenmektedir. Bu bağlamda, sosyal girişim mantığının sosyal ekonominin geliştiği OECD ülkelerinde yerleşik olduğu söylenebilir.  Örneğin; Fransa’daki sosyal fayda dayanışma işletmeleri (ESUS), Lüksemburg’daki etki şirketleri veya Polonya’daki, İtalya’daki sosyal kooperatifler.  De jure sosyal girişim sayılabilecek bir diğer örnek  ise İngiltere’deki toplumsal menfaat şirketleridir (Community Interest Company, CIC).  Aşağıdaki kutuda Fransa, Lüksemburg, İtalya ve Brüksel örnekleri yer almaktadır.

Fransa, sosyal ekonomiyi özel yasalar, hem ulusal hem de bölgesel düzeyde stratejiler ve siyasi görünürlük yoluyla tanıma konusunda uzun süredir devam eden bir geleneğe sahiptir (OECD, 2020). Bu gelenek, 2014 yılında ulusal çerçeve yasanın (Sosyal ve Dayanışma Ekonomisi Kanunu) kabul edilmesi ile pekişmiştir. Ülkede sosyal girişimcilik sosyal fayda dayanışma işletmeleri olarak yasal statüye sahiptir. Sosyal ve Dayanışma Ekonomisi Kanunu ve İş Kanunu, bir işletmenin “sosyal fayda dayanışma işletmesi” yasal statüsü ile tanınması için taşıması gereken koşulları tanımlamıştır (OECD, 2022). Ara bir form olarak işgücü piyasasında yer alan bu tanımlamanın kamu ile sektörlerin asgari ücret pazarlığında etkili olduğu bilinmektedir. Yani de jure bir şekilde tanımlanan sosyal girişim aslında iş sahibi kişilerin dışında işçinin de faydasını gözeten bir hal almaktadır.

Lüksemburg’da 2016 tarihli Toplumsal Etki Şirketleri Kanununa göre, Kanunun 1. maddesinde tanımlanan sosyal ve dayanışma ekonomisi ilkelerini karşılayan herhangi bir anonim şirket, limited şirket veya kooperatif, toplumsal etki şirketi olarak tanınabilir.

İtalya’da 1991 yılında kabul edilen Sosyal Kooperatifler yasasına göre, iki tip sosyal kooperatif kurulabilir. A tipi sosyal kooperatifler; sağlık hizmetleri, çevrenin korunması ve kültürel mirasın geliştirilmesi alanında faaliyet gösterirken B tipi sosyal kooperatifler sektör veya alandan bağımsız olarak istihdam odaklı çalışırlar. B tipi sosyal kooperatiflerde çalışanların an az %30’unun dezavantajlı bireyler olması gerekmektedir. Bu da bize de jure sosyal girişimlerin öncelikli kuruluş amaçlarının, sosyal girişim kategorisinde yer almasında önemli olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu ayrım bir sosyal girişimin amacının sosyal etki yaratmak mı yoksa sınırlı bir kâr dağıtımı ile kırılgan gruplara hizmet üretmek, onları üretime katmak mı olduğunu sorulmasını sağlamakta; sosyal girişimlerin işe erişimde kolaylaştırıcı rollerinin olup olmadığını tartışmaya açmaktadır.

Brüksel-Başkent Bölgesi’nin (Belçika) 2018 Brüksel Yönetmeliği, sosyal girişimleri; ekonomik bir proje uygulayan, sosyal bir amaç güden ve demokratik yönetişim uygulayan özel veya kamu tüzel kişilikleri olarak tanımlamaktadır. Bu üç boyut, kamu ve özel hukuk tüzel kişilikleri için farklı şekilde uygulanan bir dizi kriter aracılığıyla daha da işlevsel hale getirilmektedir.

De Facto Sosyal Girişimler

De facto sosyal girişimler, toplum yararına fayda üreten, hizmet sunan sosyal işletmeler olarak karşımıza çıkarlar. Sosyal girişimlere özgü yasal formlar ve statüler aracılığıyla yasal olarak tanınmazlar ancak kamu yararına yönelik önemli hizmetler ürettikleri ve sosyal girişim iş modelleriyle aynı spesifik özellikler doğrultusunda faaliyet gösterdikleri için sosyal girişim olarak değerlendirilebilirler.

De facto sosyal girişimler OECD ülkeleri bağlamında değerlendirildiğinde sosyal girişimciliğin bir statüden ziyade bir sektöre dönüştüğü söylenebilir. Örneğin, Hollanda’da sosyal girişimler için özel bir yasal çerçeve bulunmamaktadır. Sosyal girişimlere özel bir mevzuatın bulunmaması, özel sektörün kamu hizmeti sunumuna uzun süredir dahil olmasından ve yapısal ademi merkeziyetçilik reformlarından kaynaklanmaktadır (OECD, 2022). Mevcut hesap verebilirlik mekanizmaları, kısmen Hollanda’nın paydaş modeli nedeniyle, şirketlerin sosyal misyonlara bağlılığını ve kâr dağıtımını izlemek için yeterli görülmektedir. Hollanda modeli, şirketlerin başarı için paydaşlara bağlı olduğunu ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu kabul eder. 1971 yılında, Hollanda Medeni Kanununda yapılan değişiklik yönetim kurulların yalnızca hissedarların değil, aynı zamanda özellikle çalışanlar da dahil olmak üzere diğer paydaşların çıkarlarını da göz önünde bulundurmaları gerektiğini onaylamıştır. (OECD, 2022).

De facto sosyal girişimcilerin kendileri sosyal girişimci olarak tanımlayamamasında; hukusal çerçevenin olmaması, sosyal girişimcilik ekosistemine dahil olmamaları gibi nedenlerin yanı sıra aslında pek çok küçük işletmenin de yaşadığı finansmana erişim sorunu bulunmaktadır (Erpf, Butkevi-čienė ve Pučėtaitė, 2020).

Türkiye’de Sosyal Girişimcilik

Türk hukukunda, sosyal girişim kavramı tanımlanmamıştır ve sosyal girişimlere özgü bir mevzuat veya hukuki statü bulunmamaktadır (Tarman vd., 2021). Dolayısıyla ülkemizde sosyal girişimler de facto olarak faaliyet göstermektedir. Sosyal girişimciler kendi faaliyet alanları ve olanakları çerçevesinde mevcut hukuki statüler arasından kendileri için uygun olan yapıyı seçerek örgütlenmektedirler. Sosyal girişimler, ticari faaliyetlerinde yaratıcı, cesur ve girişimci bir ruhla hareket etmektedir. Engellerin fırsata dönüştürüldüğü, çözüm odaklı ve deneysel faaliyetler ile sosyal girişimler geleneksel işletmelerden daha kârlı olabilmektedir.

Türkiye’de sosyal girişimciliğin uygulanmasına olumlu olarak nitelendirilebilecek örneklerden biri, STK’ların bağış ve hibelere bağımlılıklarını azaltmak ve mali sürdürülebilirliklerini arttırmak için sosyal girişimleri bir alternatif  olarak değerlendirmeleri ve iktisadi işletmeler kurmalarıdır. Bir başka örnek, sosyal hizmet faaliyetlerinin sosyal girişimcilik ile yürütülmesidir. Bu faaliyetler dezavantajlı gruplara (kadınlar, gençler, engeliler, azınlıklar, vb.) yönelik istihdam ve gelir getirici alanlar yaratarak birey ve toplulukların güçlendirilmesini ve kapasitelerinin geliştirilmesini sağlamaktadır. Kullanılan yöntem ile  ticari faaliyetin kendisi bizzat sosyal değişim için etkin bir araç olmaktadır (TÜSEV, 2010).

Son yıllarda sosyal girişimcilik gerek kamu gerekse özel sektör tarafından girişimcilere maddi ve manevi destek veren özel program ve araçlar oluşturulmuştur. Özel sektör yenilikçilik, sosyal ve çevresel fayda yaratma, sosyal satın alma üzerinden yürütülen farkındalık faaliyetleri odağında sosyal girişimciliğin yaygınlaşmasına önayak olmaktadır. Üniversitelerde kurulan girişimcilik merkezlerinde, sosyal girişimcilik konusu öğretim üyelerinin ve öğrencilerin ilgisi ile karşılanmıştır. Türkiye’deki mevcut 203 üniversitenin 18’i aktif ve düzenli olarak sosyal girişimcilik alanında faaliyet yürütmektedir. Bunların 13’ü doğrudan sosyal girişimcilik ve sosyal inovasyona ilişkin dersler sunmaktadır (British Council, 2019).

Türkiye’de sosyal girişimcilik kadınların ekonomik ve sosyal güçlendirilmesinde yeni bir alternatif olarak görülmekte, kadın istihdamı konusuna katkıda bulunmak isteyen girişimciler kooperatif modelinin tercih etmekte; bu kooperatiflere çeşitli destekler sunulmaktadır. 2016’dan beri yürütülen projelerde kimi zaman sosyal kooperatiflere, kimi zaman da geçim kaynaklarına yönelik planan faaliyetler ile sahada geniş tabanlı bir ihtiyaç tespiti yapılmaktadır. Bu ihtiyaç tespitleri ışığında mevzuat çalışmaları yürütülmeye başlanmıştır. Sosyal girişimciliğin mevzuatta yer almaması bir sorun olarak değerlendirilebilirse de sosyal girişimciler sosyal girişimciliğin gelişmesi bakımından en sorunlu alanı finansal kaynaklara erişim ve vergilendirme olarak görmektedirler (Tarman, 2021).

Sonuç olarak sosyal girişimcilik, kalkınma politikaları bağlamında yeni bir perspektif oluşturma potansiyeli olan aktif ve güncel bir kavramdır. Sosyal girişimcilik istihdam sağlama misyonu ile Türkiye’nin kalkınma planlarında yer bulan kadınların ve gençlerin ekonomik ve sosyal yönden güçlendirilmesine katkıda bulunabilir.


Not: Öne çıkan görsel, Freepik 

Kategori(ler): Akademik Konuk Yazarlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.