Uygarlığı tehdit eden iklim çöküşünü önlemek için düşük karbonlu yaşam tarzlarına geçmek zorunlu. Ancak yaşam tarzındaki değişimi, tek tek bireylerin eylemlerindeki değişimden çok kolektif eylem sorunu olarak ele almak daha doğru bir yaklaşım. Bu kültürel değişimin nasıl sağlanabileceğine ilişkin nitelikli bir tartışmayı aşağıdaki çevirimizden okuyabilirsiniz.
İklim çöküşünden kaçınmak istiyorsak yaşam tarzımız değişmek zorunda ama birey olarak ne kadar yapabiliriz? Önümüzdeki ICTA-UAB Düşük Karbonlu Yaşam Tarzı Değişiklikleri Konferansı öncesinde Joël Foramıttı, Lorraıne Whıtmarsh ve Angela Druckman bir yol haritasının ana hatlarını çiziyor.
Gezegenimizin durumu hakkında son haberler endişe verici. Bilim insanları, örneğin Batı Antarktika buz tabakasının ve Amazon yağmur ormanının geri dönüşü olmayan kaybına yol açabilecek bir dizi iklim devrilme noktasını aşıyor olabileceğimiz için “uygarlığa yönelik varoluşsal tehdit” konusunda uyarıyorlar. Toplumsal hareketler sayesinde bu sorunun farkındalığı önemli ölçüde arttı. Ancak şu anda gerekli önlemleri alamıyoruz ve sera gazı düzeyleri yükselmeye devam ediyor. Tüketimcilik yoluyla statü ve eğlence arayan bir kültürde, fosil yakıt endüstrisinin çıkar grupları tarafından manipüle edilen politik bir tartışmada ve ekonomik büyüme yoksa istikrarsız olacağı düşünülen bir ekonomik sistemde sıkışıp kaldık.
Düşük Karbonlu Yaşam Tarzına Giden Yollar
Bu yorumda, düşük karbonlu yaşam tarzlarına doğru ilerlemenin bazı umut verici yollarını tartışıyoruz – bu konu yaklaşmakta olan ICTA-UAB Düşük Karbon Yaşam Tarzı Değişiklikleri Konferansı’nın konusu. İlerlemeden önce, argümanlarımızın çoğunlukla Batı kültürleri için geçerli olduğunu açıkça belirtmeliyiz, çünkü bunlar emisyonların en büyük kısmına neden olan ve düşük karbonlu yaşam tarzlarına yönelik değişikliklerin en gerekli olduğu yerlerdir. Ayrıca, burada tartışılan seçimler, daha düşük karbon ayak izine ve seçim yapmak için daha az finansal özgürlüğüne sahip olma eğiliminde olan düşük gelirli insanlar için genellikle geçerli değildir.
Temel argümanımız ekonomimizin emisyonlarının yaşam biçimimizle derinden bağlantılı olduğudur: Gerçekleştirmeye çalıştığımız hedefler, paylaştığımız değerler ve uygulamalar, satın aldığımız şeyler ve çalıştığımız işler. Bütün bunlar sürdürülemez bir ekonomiyi destekleyen bir kültüre katkıda bulunur. Teknolojinin sorunları çözeceğini savunan ve “yeşil büyüme” olasılığını savunan birçok kişi var; ancak teknolojik yenilikler ve verimlilikteki gelişmeler emisyonları azaltabilmekle birlikte, potansiyelleri sınırlıdır. Diğer tek çözüm negatif emisyon teknolojileri geliştirmek olacaktır, ancak bunun “haksız ve yüksek bahisli bir kumar” olduğu öne sürülmüştür. Bu nedenle, iklim krizinin yaşam tarzlarında herhangi bir değişiklik olmadan çözülebilmesi pek olası görünmemektedir. Gerçekten de, en son IPCC raporu, azalan enerji talebinin ve daha sürdürülebilir tüketim modellerinin, küresel ısınmayı 1,5 °C ile sınırlamak için ana unsurlar olduğunu ileri sürüyor.
Daha Az ve Daha Farklı Üretmek ve Tüketmek
Dolayısıyla, emisyonları kesin ve hızlı bir şekilde azaltmak istiyorsak, farklı ve daha az üretmemiz ve tüketmemiz gerekir. Bazıları buna daha ziyade fosil yakıt endüstrisini düzenlemeyi ve doğrudan vergilendirmeyi tercih etmemiz gerektiğini söyleyerek itiraz edebilir. Kirliliğin kaynağında önlenmesinin, emisyonları azaltmak için en etkin yaklaşım olması muhtemeldir. Ancak, büyük sosyal karmaşalardan kaçınmak istiyorsak (yakıt fiyatlarındaki artışın ve bunun adaletsiz sonuçlarının tetiklediği Fransa, Şili, Meksika ve İran‘daki protestoları düşünün), hayatlarımızı fosil yakıt bağımlılığımızdan kurtarmak için adımlar atmalıyız.
Bazı yaşam tarzı değişiklikleri diğerlerinden kritik biçimde daha önemlidir. Özellikle, seyahatlerimizi, et ve süt ürünlerini azaltmak, kişilerin karbon ayak izlerini azaltmak için yapabileceği en etkili şeydir. Örneğin, İngiltere’de gıda ve seyahat seçimleri tüm emisyonların yarısından fazlasını oluşturmaktadır. Bu nedenle, bitkisel beslenme ağırlıklı bir diyetin yanı sıra uçak yolculuğundan ve araba sürmekten kaçınmak, iklim değişikliğinde büyük bir fark yaratacaktır. Karşılaştırma yapılırsa, ampulleri değiştirmek ve geri dönüşüm görece daha az faydalıdır – ancak bunlar, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerdeki çoğu insanın şu anda gerçekleştirdiği eylemlerdir.
Sorumluluklar Eşit Değil
Sadece bazı davranışlar diğerlerinden daha önemli değildir; bazı gruplar diğerlerinden daha fazla kirleticidir. Dünya nüfusunun yüzde onu, dünyadaki emisyonların yarısından sorumlu. Bu nedenle hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasındaki eşitsizlik, iklim değişikliğinin önemli bir yönüdür. En fazla kirleten gruplar ve uluslar, aynı zamanda iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine de en dirençli olanlardır; buna karşın en az kirleten en yoksullar, en savunmasız olanlardır. Dolayısıyla, “adil bir geçiş“, iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek için, sadece bu temel adaletsizliğe hitap ettiği için değil, halk tarafından büyük olasılıkla kabul edilebilir olması nedeniyle de hayati önem taşımaktadır. Yukarıda belirtilen protestolar iklim önlemlerine değil, toplumsal adaletsizliklere karşı yapılmıştır.
Bununla bağlantılı olarak, “bedavacılık sorunu” nedeniyle gönüllü yaşam tarzı değişikliklerinin savunulması pek olası değildir. Yani, kirlenmeye neden olan seçimler için ceza olmadığında, kişisel çıkar çoğu insanın kirletmeye devam etmesine yol açacaktır. Birçok kişi için, iklim değişikliğinin küresel ve kolektif bir sorun olduğu algısı – ve diğer grupların ve ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadeledeki açık eylemsizlikleri – onların kendi eylemlerinin fark yaratmayacağını ve “fedakârlık yapmalarını” istemenin adil olmadığını hissetmelerine yol açıyor.
Bu ikilemin üstesinden gelmek için kolektif olarak hareket etmeliyiz. Bu nedenle, yaşam tarzı değişiklikleri sadece bireysel tüketim seçenekleri değil, aynı zamanda siyasi eylem seçeneklerinden biridir. Sosyal hareketlere veya diğer siyasi katılım biçimlerine katılım, bireyler için en uygun eylem yolu olabilir. Bilgiye dayalı bir kamu söylemi ve şeffaf demokratik karar alma olmadan, iklim acil durumu için harekete geçmek zor olacaktır.
Sürdürülebilir Davranış
Ama değişmesi gereken tam olarak ne? Tim Jackson şu anda bütün yanlış sinyalleri gönderen, çevre yanlısı davranışları cezalandıran, motivasyonu yüksek insanların bile kişisel fedakârlık olmadan sürdürülebilir bir şekilde hareket etmesini neredeyse imkânsız hale getiren bir ‘tüketim altyapısı’ içinde yaşadığımızı savunuyor. Çevresel psikolojinin sağladığı anlayış, sürdürülebilir davranışın (1) olabildiğince kolay, (2) en hesaplı seçenek ve (3) yapılacak normal şey, yani yeni sosyal kabul (social default) ya da norm haline geldiği bir ortam yaratmamız gerektiğini düşündürmektedir.
Düşük Karbonlu Yaşam için Değişim Önerileri
Yaklaşan ICTA-UAB Konferansı’nın amaçlarından biri, bu tür psikolojik engelleri daha iyi anlamak ve hükümetlerin alması gereken somut politika önerileri için çalışmaktır. Bu aşamada net öneriler veremesek de tartışmayı, hepsi yaşamsal olan üç değişim alanı önerisi ile başlatıyoruz.
Teşvik Edici Altyapılar
İlki, bireysel davranış değişikliğini kolaylaştırmak için içinde yaşadığımız yapıları ele almamız gerektiğidir. Farklı yaşam tarzlarını mümkün kılmak ve teşvik etmek için altyapılar yaratmamız gerekiyor – somut bir örnek, Avrupa’nın her yanında gece trenlerini yeniden başlatmak olabilir. Gereksiz savurgan davranışları (kullan at ürünler gibi) ve kirletici lüks malların (özel jetler gibi) kullanımını kabul edilemez hale getirmeliyiz veya yasaklamalıyız. Ve doğru fiyat sinyallerini göndermeliyiz: Örneğin, tren seyahati, şu anda aşırı derecede sübvanse edilen havacılıktan daha hesaplı olmalıdır.
Ekonomide Reform
Bir diğer zorunluluk ise ekonomik sistemde reform yapılmasıdır: GSYH’yi ekonominin varsayılan ölçütü olmaktan çıkarmalı ve her yerde karşımıza çıkan ekonomik büyüme hedefini, şimdi ve gelecekte herkes için sürdürülebilir refaha ulaşma yolunda ilerlemeyi temsil eden bir hedefle değiştirmeliyiz.
Uluslararası İttifak
Son olarak, iklim eylemi konusunda uluslararası bir anlaşmaya götürecek bir yol bulmamız gerekiyor. Böyle bir yol, istekli ulusların aralarında bir iklim kulübü oluşturmaları olabilir. Ki böyle bir kulübün kurulması, dünyanın geri kalanının katılması için teşvikler yaratacaktır. Böyle bir ittifak daha sonra küresel olarak kararlaştırılmış bir karbon fiyatı veya daha fazla fosil yakıt istihracının yasaklamasını uygulayabilir.
Tüm söylenenler, bireysel ve yerel eylemler yine de uygulanabilir. Yeni normlara işaret edebilir, kamusal söylemi etkileyebilir ve alternatiflerle deney yapabilirler. Farklı bir yaşam tarzı ancak bunun mümkün olduğunu gösteren örnekler varsa düşünülebilir hale gelir. Ayrıca, araştırmalar çevre iletişimcilerinin vaaz verdiklerini yaşadıkları takdirde daha fazla güvenilirliğe ve etkiye sahip olduklarını göstermiştir.
Davranış, iyi yaşamanın ne anlama geldiğine dair paylaşılan tasavvurlarımız tarafından da güçlü bir şekilde biçimlendirilir. Neyse ki, iyi bir hayatın hiçbir şekilde yüksek karbonlu olması gerekmez. Hayattaki tatmin; anlamlı bir iş yapma hissi, bir topluluğa ait olma duygusu, kişinin değerlerine uygun olarak yaşaması ve sağlıklı bir doğal çevre gibi birçok maddi olmayan faktörden kaynaklanabilir. Daha az şey satın almak artan iyi oluş ile ilişkilendirilmiştir. Kırmızı et tüketimini azaltmanın ve aktif hareketi (yürüyüş ve bisiklete binme) artırmanın sağlık için yararları vardır. Daha az çalışmak, insanlara hem sosyal etkileşim ve sosyal bakım hem de tüketim yerine tamirat ve bakım için daha fazla zamanı armağan edebilir.
Kültürel Değişim
Sonuç olarak, iklim çöküşünden kaçınmak kültürel değişimlerle el ele gitmelidir. Kirletici davranışı kolektif olarak durdurmaya, iyi bir yaşamın yeni tasavvurlarını, bunu destekleyebilecek ekonomik bir sistemi ve böyle yeni bir kültürün ortaya çıkması için gerekli altyapıyı yaratabilecek ve işletebilecek gerçek bir demokrasiyi geliştirmeye ihtiyacımız var.
Bunu hayal etmek zor görünebilir, ancak geçmişte olmuş her önemli toplumsal dönüşüm de gerçekleşene kadar öyleydi. Tek yapabileceğimiz elimizden gelenin en iyisini yapmak.
Not 1: Joël Foramitti, Lorraine Whitmarsh ve Angela Druckman’ın CUSP blogunda 10 Aralık 2019 tarihinde yayımlanan yazısından Aylin Çiğdem Köne tarafından çevrilmiştir. Erişim
Not 2: Öne çıkan görseldeki eser Manuela Granziol’e aittir.