“Böl ve Yönet” hiç beğenmesek de tanımına tam uygun bir strateji örneğidir. Özlüdür, pek çok adımı özetler, kısacıktır, ana hatlarıyla eylemi belirler, uzun erimi kapsar ve amaca götüren net bir yol tercihidir. “Ne yap et, egemenliği eline geçir.” dememektedir. Oysa, “Bekle gör”, “Oyunu rakibin sahasına yık”, “Önce hacimce büyük ama zihni az yoracak işten başla” örnekleri strateji tanımlar, çünkü her biri kendine uymayanı kabul etmeyen birer tercihi gösterir.
Kısacası strateji, amaç, hedef ve plandan farklıdır. Ne amaç gibi arzulanan bir sonucu, ne hedef gibi varıldığında amacın gerçekleştiğinin bir göstergesini, ne de plan gibi zamanı gelince atılacak adımı yeterli ayrıntıda tarif etmeyi dert edinmiştir.
Engebeli bir coğrafyada varış noktasına gidişte izleyeceğiniz güzergâhın karakteri ne olsun? İşte stratejiden benim anladığım. Alttaki çizimde bir organizasyonda kurum kültürü alan coğrafyası, aşılacak yol tercihi de strateji diye gösterilmiş. Çizimde bence tek eksik, farklı karakterde başka gidiş yollarının çizilmemiş olmasıdır.
İşletme alanının tanınmış isimlerinden Michael Porter’ın dediği gibi, strateji, “neyi yapmamayı tercih etmek”tir. Tıpkı Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’nda tanıttığı o mükemmel askeri stratejideki gibi: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır.”(*)
Duyduğum günden beri beğendiğim “Bir gün herkes komşu olacak.” arzusu herkesin komşuluğunun temel yol seçimini göstermediğinden bir strateji sayılmaz, öyle değil mi? Haydi, siz de “Mahallenin sakini değil, sahibi olmak.” fikrini strateji olma yönünden sınayın.
Stratejiyi çizmek kolay iş değildir. Çünkü Pascal’ın dediği gibi “Her seçim bir kaybediştir.” Stratejin, neleri göze aldığının habercisidir. Fakat bir strateji benimsenmesiyle, çabaların odaklanması, işbirliğinin düzene kavuşması ve yön gösterici bir iklim, bir heves doğması beklenir.
Madem öyle, örgütler, yönetimler stratejilerini tanımlamaktan neden kaçınır ki? Strateji olmaz ise, denetimden kaçınılır, laf aramızda denetlenmeyi pek sevmez yöneticiler. Ayrıca stratejinin hareket alanını daralttığına inanılır. Bir de stratejiyi kabul ettirmek güç iştir, net bir temel gidiş yolu herkesi mutlu etmez. Üstelik şu da var: Ünlü Çinli harp sanatı uzmanı Sun Tzu’nun sözüymüş: “Savaşta düşmanın stratejisine saldırmak en büyük öneme sahiptir.” Stratejin anlaşıldığında rakibinin işi biraz daha kolaylaşır diye korkulur.
Kişisel bilgisayarların ilk çıktığı 80’li yılların başıydı. Ancak yurtdışında ve iki üç marka arasından seçerek satın alınabiliyordu. Küçük bir kasaba üniversitesinde lisansüstü çalışmalara devam ederken, İstanbul’un varlıklı bir ailesinden gelen bir arkadaş aramıza katılmıştı. Geldiğinin haftasına bir kişisel bilgisayar satın almayı kafasına koydu. Bunun için henüz pek bilmediği yakınımızdaki büyük kente birlikte gitmemizi istedi. Büyük bir elektronik cihaz mağazasını bulduk. Yüzünde gülücükle yaklaşan satıcı, nasıl bir kişisel bilgisayar istediğini sorduğunda arkadaşım “En iyisinden.” dedi. Satıcı bozuntuya vermedi. Yabancı olduğumuzu çoktan anlamıştı. “Yani ne gibi özellikleri olsun?” diye yeniden sordu. Bizimki, pek bir şey bilmememizin utancını gizlemeye kalkışmadan kızgınlıkla “En iyisinden dedim ya.” diye çıkıştı. Satıcı da gözümüzün yaşına bakmadan mağazadaki en pahalı bilgisayarı kasaya dayayıp bize tek söz etmeden başka bir müşteriye yöneldi. Arkadaşımın bir ev bilgisayarı edinip kullanma stratejisi olmadığını hemen anlamıştı. “En iyisini yapmak” bir strateji olamazdı ki.
(*) 2019 yılında 97 yaşında yitirdiğimiz değerli hocam Prof. Halim Doğrusöz’ün strateji konulu her dersinde, söyleşisinde uzun uzun Mustafa Kemal’in büyüklüğünü vurgulayarak anlattığı örnekti.
Not 1: Bu yazı ilk kez 3 Nisan 2019 tarihinde Sinan Kayalıgil’in kişisel blogunda yayımlanmıştır.
Not 2: Öne çıkan görsel, Caleb Jones — Unsplash