Dar bir elit grubunun herkesten çok daha fazla güce ve servete sahip olduğu, son derece eşitsiz sosyal dünyalarda yaşıyoruz (Köne, 2018). Ancak eşitsizliğin tarihi sandığımız kadar eski değil. Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden Profesör Kim Sterelyn, insanlık tarihinin %97’sinde insanların sahip oldukları güç ve kaynakların aynı olduğu söylüyor. Peki, eşitlikçi toplumlardan eşitsizliğe nasıl vardık? Yanıt için on bin yıl öncesine bakmalıyız.
Alternative UK politikalarının bir kısmı güncel sorunları daha derin, daha geniş bağlamlardan ele almak hakkındadır. Şu ya da bu politikanın arkasında insan doğası, kültür ve toplum hakkında daha temel bir tartışma varsa? Yıllar veya yüzyıllar yerine binlerce yıldan konuştuğumuzu varsaysak?
Filozof Kim Sterelyn’in arkeolojiye dönen ve şöyle soran bir yazısını keşfettik: Arkeolojik var oluşumuzun çoğunda öz düzenlemeli, eşitlikçi avcı-toplayıcı göçebeler olmuşken neden 10.000 yıl önce sosyal eşitsizliğe yöneldik? Bu değişimin adımları nelerdi?
Uzun ve zengin bir makale ama Sterelyn yazısının sonunda dört birbirine bağlı açıklamayı tanımlayarak yardımcı oluyor:
“Eşitsizlik, biriktirme ekonomisinin ve sosyal ölçekteki genişlemenin önceden kurulu olmasına dayanır.”
Avcı-toplayıcılar ellerine geçirdiklerini paylaşmak zorundaydılar. Gıda kaynakları düzenli ve sürekli değildi ve ortaklaşmayı teşvik ediyordu, aksi takdirde toplu bir felaket yaşanabilirdi. Fakat ne zaman ki tarım başladı ve işe koşulan emek düzenli olarak ihtiyaç fazlası ürün üretmeye başladı; ardından tahıl ve çiftlik hayvanları biriktirilmeye başlandı. Biriken emek kaynaklı mülkiyet saklanmaya ve ardından takas edilmeye başlandı.
Bu fazla ürünün üretimi için gereken emek türlerindeki artış bir hiyerarşik örgütlenmeyi zorunlu kılar. Bu örgütlenme etrafında avcı-toplayıcı topluluklara göre daha az güven vardır.
Sterelyn’in dediği gibi: “Mülkiyet hakları gibi bir şey olmadan insanların bu çabalara kendilerini adamaları tamamen kötü bir fikir olurdu. Aynı şekilde, bu haklar bir aktarma hakkını içermediği sürece çocukların topraklarında çalışan ebeveynleriyle kalması sistemle uyumsuz olurdu. Bu yüzden biriktirme, özellikle mahsule dayalı biriktirme, birbirinden bağımsız aile ekonomilerinden oluşan bir topluluk üretmeye eğilimlidir.”
“Eşitlikçilik ötesi topluluklar, kabile temelli örgütlenmeye sahip avcı-toplayıcı topluluklardan çıkarlar.”
“Eşitlikçilik ötesi” ile Sterelyn’in kastettiği; avcı-toplayıcıların lidersiz toplulukları ile büyüyen kasabalar ile kentler ve girişimlerden tanıyabileceğimiz tamamlanmış kurumlar ve merkezileşmeler arasındaki geçiş alanıdır. Bu geçiş toplulukları, kimin kabileden olduğuna karar verme yetkisini üstlenen “Büyük Adam” figürleri tarafından yönetilir. Bir kabile, insanların kimliklerini oluşturmak için gelenekleri ve sembolizmi kullanır.
“Eşitlikçilik ötesi (transegalitarian) topluluklar, normatif ve gelenekçi hayatın küçük bir girişimci grubun elinde olduğu avcı-toplayıcı topluluklardan ortaya çıkar.”
Sterelyn: “[Avcı-toplayıcı toplumlarda] toplumsal bilgi akışı sadece ebeveynlerden çocuklara doğru olduğunda, uyumsuz talimatların kendiliğinden yok olup gitme eğilimleri vardır. Fakat bir topluluğun normlarının, geleneklerinin ve ideolojilerinin merkezileşmiş aktarımı rahatlıkla bir grubu diğerlerinin pahasına kayırabilir.” O yüzden din büyüklerinin, şamanların ve öğretmenlerin yükselişine dikkat edin. Onlar tutarlı çiftçilik ve üretimi sağlayan kural ve uygulamaları ellerinde tutanlardır.
Sterelyn şöyle tamamlıyor:
“Mülkiyet haklarının ve mirasın tanınması, varlık eşitsizliğinin ortaya çıkmasına ve hatta büyümesine izin verdi. Bunlar iç politikada kullanıldığında bir artık sağlayabilir ve hırslı, ikna edici bir birey borç toplama ve kendi kabilesinin desteğini seferber etme yoluyla kendi mal varlığını büyütebilir.”
“Bu biriken mal varlığı; ziyafetler veya diğer pahalı ayinler ve bazen dini yapıların inşasını parasal olarak desteklemek gibi saygınlık arttırıcı gösterilere harcanabilir.”
“Bu gösteriler kısmen kendi topluluklarını etkilemek içindir ama bunun yanında en önemlisi, diğer topluluklardaki rakiplerini yani zenginlik elde etmekle hırsı eşit şekilde birleştirenleri hedefler.”
Bunlar günümüzde de gayet yakından tanıdığımız şeyler (bu haftanın gönderisinde özetlediğimiz, bizim uzay patronlarının rekabetçi Ay yarışına bakın). On bin yıldan uzun bir süre boyunca, belirli değişim ve uyum sağlamaların tamamen eşitsiz yapılarla sonuçlandığını gösterdikten sonra, Sterelyn bir iyimserlik parlamasıyla yazısını bitiriyor:
“Uzun lafın kısası; eşitlikçi, işbirlikçi insan toplulukları mümkün. Paylaşmanın ve ortak karar almanın yaygın olması ‘insan doğasına’ (o her ne ise) aykırı değil. Gerçekten de insanlık tarihinin çoğunda bu tür topluluklarda yaşadık.”
“Fakat böyle topluluklar doğası gereği istikrarlı değildir. Bu sosyal uygulamalar aktif korumaya bağlıdır. Toplulukların ölçeği büyüdükçe ve ekonomik karmaşıklık arttıkça, mevcut sosyal teknolojiler veri iken, bu aktif koruma başarısız oldu.”
“Buzul Çağı eşitliğine geri dönmek söz konusu değil ve şahsen ben bu tarz hayatların getirdiği sosyal yakınlığı ve maddi basitliği benimsemezdim. Fakat artık yeni sosyal teknolojilerimiz var.”
“Çin (özellikle) bunların elitlerin denetimini arttırmak için nasıl kullanılabileceğini gösteriyor. Zenginlik ve güç dengesizliklerinin bazı etkilerini hafifletmek için aşağıdan yukarıya daha fazla sosyal eylemi destekleyecek şekilde yeniden yapılandırılabileceğini umalım.”
Devamı burada. Biz de “sosyal teknolojilerin aşağıdan yukarıya sosyal eylemi desteklemek” için nasıl kullanılabileceği ile eşit derecede ilgileniyoruz. Ama burada savunmadan çok hayal gücünün payı olabilir.
Not 1: Pat Kane’in The Alternative UK sitesinde 25 Temmuz 2021 tarihinde yayımlanan “For 97 per cent of human history, all people had about the same power and resources. How did we get to inequality?” başlıklı yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim
Not 2: Öne çıkan görsel, Meksiko City’deki Museo de Arte Popular’da Hidalgo eyaletine adanmış geçici bir sergide geleneksel danslar için kullanılan maskelerin sergisi. Thelmadatter — Wikimedia