Geçtiğimiz haftalarda İzmir Kızıldağlar’da kurulu Gödence Köyü’ne, Gödence Tarımsal Kalkınma Kooperatifini (GTKK) tanımak üzere gittik. Köyün serin gölgeli meydanına vardığımızda, bizi, her ikisi de GTTK işletmesi olan Kooperatif Bakkalı ve Kooperatif Kahvesi karşıladı. Daha güzel bir sürpriz düşünemezdik derken erken davrandığımızı, Kooperatif başkanı Çağatay Özcan Kokulu rehberliğinde kooperatifin üretim tesislerini gezerken anladık. 50 yılı aşkın bir süredir kooperatifçilik yapan Özcan Bey aynı zamanda gazeteci ve “Mayıs’ın Gözyaşları” ve “İkisi Sanayide Çırak, Biri Kayıp” isimli kitapların yazarı.
Dayanışma kültürüyle değer yaratmanın, küçük bir köyden tüm ülkeye ve hatta dünyaya ulaşmanın ve örnek olmanın nasıl mümkün olabileceğini Gödence’de gördük, sizinle de paylaşmak istedik.
Bu röportajı okuduktan sonra GTKK kooperatifi hakkında daha fazla bilgi almak, ürünlerinden sipariş etmek ya da Özcan Bey’in kitaplarını edinmek isterseniz https://godence.org.tr/ adresinden kooperatifin internet sayfasına ulaşabilirsiniz.
“Burada öyle bir sistem kuruldu ki artık biz yıkılmayız.”
1972‘den bugüne varlığını hep büyüyerek sürdürmüş olan Gödence Tarımsal Kalkınma Kooperatifinin (GTKK) başarısını nasıl açıklarsınız?
Eski ortaklarımızdan bir arkadaşımız konuşurken şöyle demişti; “biz Kırlıyız.” dedi. Kırlı, genellikle Hadim (Konya) ve Ermenek’te (Karaman) yaşayan insanlara denir. Kır, Selçuklu Türkmenlerindendir. İşte 1800’lerin başlarında, Konya’dan bir grup Selçuklu Türkmeni, Gödence’ye gelip yerleşiyor. Gödence’ye gelindiğinde burada yaşayan başka insanlar da varmış. İyon uygarlığından bu yana insanlar burada yaşıyorlar. Konya’dan gelen insanların hepsinin dokusunda birlikte hareket etme var. Yabancı olduklarından dolayı daha da çok birlikte hareket etme noktasına da gelmişler.
Bizim hayatımızda dayanışma ve birlikte hareket etme gibi bir özellik vardır. İmece kültürü vardır, zorda yardım etme vardır. Bu, genlerimize işlenmiş. Aslında bu durum dini kurallarla da uyumlu: Komşun açken sen nasıl uyursun? Bu dayanışma ruhu, GTKK’nin sosyolojik yapısına egemen durumda.
“Bademli’den Gödence’ye kadar olan yoldaki elektrik direkleri imeceyle dikilmiştir.”
GTKK’de “aklıma bu esti, yarın bunu yapayım” mantığı yoktur. 1992’de Yönetim Kurulu Başkanı olarak seçildikten sonra 5 yıllık bir plan yaptık. Kooperatifi beş yıllık çalışma planlarımıza göre yönettik. Zaman zaman planlarımızda değişiklik yaptığımız da oldu. Yaptığımız en önemli değişiklik ihracattan vazgeçmekti. İhracat yapmak yerine Anadolu’ya zeytinyağı tükettirmeyi ana hedeflerin arasına aldık. Zeytinyağı tüketmek insan sağlığı açısından çok önemli ve bu nedenle Anadolu zeytinyağı tüketmeli. Bu amaçla, bu bölgeye indirimli zeytinyağı satışları yapmayı hedefledik.
GTTK başkanlığından önce köyüm beni daha çok İzmir kooperatif hareketinde görevlendirmişti. Buradaki görevlerimden Gödence’nin şöyle bir kazanımı oldu: Çevremiz geniş olduğundan kooperatifimizi tanıtabiliyorduk.
Ayrıca bir de ekip ruhu var. Ben ekip adamıyım. Her şeyi ben bilmem. Sokakta hiç dikkate almayacağınız bir insanın bile size öğretebileceği çok şey var. Gödence köyünden, ikisi rahmetli olan, dört tane danışmanım oldu. Danışmanlarımdan bir tanesi şu anda 18 yaşında; danışman olduğunda 16 yaşındaydı. 16 yaşında çocuktan öğreneceğiz bir şey var mı? Var tabii ki. O sizinle kendi yaş grubu arasında bir köprü. Bu köprüleri kurmanız gerekli. Kadınlar ile bir köprü kurmanız gerekli. Bu köyde beni en çok kadınlar ile çocuklar sever.
Bu topluma katkı yapmış insanlara, bilim insanlarına, sanatçılara, çiftçilere vefa borcumuzu ödedik. Gödence Tarım Ödülleri bu alanda saygınlık kazandı. Bu toplantılara belediye başkanları, meclis yetkilileri katılıyor. Bunlar kooperatifin tanınırlığını arttırıyor.
“Yaptığınız işin güzelliği, doğruluğu size geri dönüyor.”
Kooperatifin tanınırlığı arttıkça, zeytin konusunda fikirlerimizi almak isteyenler bize ulaşmaya başladı. Örneğin Türkiye’nin en önemli zeytin bölgelerinden Salihli ve Turgutlu, ne yaptığımızı merak edip bizimle iletişime geçti. Gaziantep Ticaret Odası, Sanayi Odası “gidip Gödence ile konuşalım, nasıl bu noktaya gelmişler”, dedi. Bir İspanyol şirketi bizimle ticari ilişki kurmak istedi. Fas Hükümeti badem konusunda 15 kişilik bir ekibi görüşmek için bize gönderdi. Onlara burada iki gün eğitim verdik. Para almayı düşünmediğimiz için Kooperatifimize duyulan sempati artıyor. Üç beş kuruş verselerdi iyi olurdu tabii! (Gülüyoruz). Ama bu katkıların, yaptığınız işin güzelliği, doğruluğu size geri dönüyor.
Ben her sene ortalarımızla yönetimde kalma sözleşmesi yapıyorum. Herkes bana güveniyor. Bunlar güzel şeyler. Ne gibi sıkıntılarınız var diye sorarsanız…
Soralım o halde, ne gibi sıkıntılarınız var?
En ciddi sıkıntımız yetersiz sermaye. Bu bütün kooperatifler için geçerlidir.
İkinci olarak insan unsurundaki deformasyon. 1970’lerin o güzel insanları Yaşar Kemal’in dediği gibi “atlarına binip gittiler”. Hepsini üzdük, ceza verdik, hapishanelere tıktık.
1980, Türkiye’de her bağlamda, çok ciddi bir kırılma noktası yarattı. İnsan deformasyonu olsun, tarımda ithalata yöneliş olsun: “Dışarıda daha ucuz, dışarıdan alırız.” Bu mantık, tarımın bugünkü çöküşünde etkili oldu. 1970’lerde de sorunlar vardı. Ancak ülke tarımda kendine yeterli idi.
Kaç ortağınız var ve ortaklarınızla nasıl çalışıyorsunuz?
140 ortağımız var. Biz ortağımız ile peşin çalışıyoruz. Ortağımız malını getirdiğinde bir hafta içerisinde parasını alıyor.
“Kapitalist sistem toplumsal değerlerimizin hepsini kemiriyor.”
Kooperatif nasıl yönetiliyor? Kadınların ve gençlerin kooperatife katılımı nasıl?
Ben KÖY-KOOP İzmir Birliği başkanıyken bir müdürler kurulu oluşturmuştuk. Öz yönetim diye bir kitaptan aldığım fikirdi bu: Karar mekanizmasına çalışanı katmak. Böyle olunca kararlar tartışılarak alınıyordu. Bu durumda ben oldukça rahat etmiştim. Bu uygulamayı buraya da getirdim; bizde işyeri komitesi var. Ben emekte kadın ve erkek diye ayırım yapmam. İşyeri komitesinde çalışan bir bayan var. Danışmanlarımdan biri bayan. Denetleme Kurulu Başkanı bayan. Bu işte kadınlar daha etkili. Daha rahat çalışıyoruz onlarla. Yönetim kuruluna gelince, yönetim kurulu ekibimden memnunum; kurulda kadın üyeye ihtiyaç olmadı.
Gençlere gelince, bunlar farklı bir kuşak, bunu görüyorsun. Ona bakarsanız binlerce yıl önce de yaşlılar, gençlerden şikâyet ediyormuş. Ancak endişem şu; mevcut düzen, kapitalist sistem toplumsal değerlerimizin hepsini kemiriyor, hatta yok ediyor. Kolay kazanmayı, terlemeden kazanmayı teşvik ediyor. Değerlerimizi yeniden nasıl kazanabiliriz? Bu da bizi aşan bir problem. Ben ne yapıyorum, bizi aşıyor diye vaz mı geçiyorum? Hayır. Gençlerle oturup konuşuyorum. Örneğin önümüzdeki günlerde çevre temizleme programı var. Genç danışmanımdan gençlerden bir ekip kurmasını istedim. Gençlerle bir araya gelmeyi daha da hızlandıracağım. Daha fazla konuşacağız. Hatta birlikte geziler yapacağız. O genç danışmanımı önümüzdeki dönem belki yönetim kuruluna alacağım.
“Coğrafyanın sağladığı avantajı doğru üretim teknikleri ve markalaşmayla ileri taşımak gerekiyor.”
GTKK markalaşma konusunda hangi noktada?
Gödence’de zeytinyağı üretiminin çok uzun bir geçmişi var. Geçmişten bugüne her zaman önemli bir üretim bölgelerinden birisi olmuş. Bunu coğrafi yapısına borçlu. Coğrafyanın getirdiği çok özel bir mikro klima sayesinde burada zeytin zararlıları üreyemiyor. Dolayısıyla bir zirai mücadele gerekmiyor. Aynı zamanda yağ verimimiz de diğer bölgelere göre daha fazla. Bunlar maliyet ve ürün kalitesi olarak yarışa önde başlamamızı sağlıyor.
Ancak bu avantajı doğru üretim teknikleri ve markalaşmayla ileri taşımak gerekiyor. Tesislerimizi gezdik, siz de gördünüz. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin %50 hibe desteği ile yenilediğimiz makine ve ekipmanımızla, kullandığımız son teknolojiyle yüksek bir üretim kalitesine ulaştık. Zeytinyağının faydalarını elde edebilmek için zeytinin sıkım koşulları kadar saklama koşulları da önemli. 100 tonluk depolama ünitemizde zeytinyağını uygun koşullarda saklayabiliyoruz.
Bugün Gödence bilinen bir marka olmayı başardı. Şu anda 11-12 tane Gödence markalı ürünümüz var. Zeytinyağında; Gödence Efsane Organik, Gödence Yarımada Güzeli, Gödence Organik ve Gödence 1974 Naturel Birinci markalarımız tüketiciden ilgi görüyor.
Mevcut ürünlerimize yenilerini eklemeye devam ediyoruz. Örneğin, uzun süredir zeytinyağlı sabun üretiyoruz. Başlangıçta sadece zeytinyağlı sabun yapıyor idik. Sonra, sabunlarımıza defneyi, kekiği karıştırdık. Arkasından lavantalı ve keçi sütlü sabun geldi. Keçi sütlü sabun kullandığınızda saçınızda, cildinizde yumuşaklığı hissediyorsunuz. Keçi inanılmaz bir hayvandır. Kirli su içmez, üstüne basılmış otu yemez, zeytin yaprağına bayılır. Sütü de çok özeldir.
Bu bölgede damla sakızında markası olan tek yer burasıdır. Gödence damla sakızı olarak geçiyor. Damla sakızının taze filizlerinden şu anda sakız sağımı başladı. Önümüzdeki dönemde damla sakızlı sabun çıkacak.
Tüm bunları, banka kredisi veya devlet desteği olmadığı için kendi gücümüzle, borçlanmadan yapıyoruz.
“Biz bir tüketici organizasyonuyuz.”
Tüketicinin sağlıklı ve besleyici gıdaya erişimi ve üretim kooperatiflerinin bundaki rolü hakkında ne söylemek istersiniz?
Biz bir tüketici organizasyonuyuz. Esas yaptığımız iş tüketiciye yönelik; onu, gıda güvenliği açısından, fiyat açısından korumak. Bunu yaptığınızda bir şekilde işleriniz yürüyor. Eski dostum Mahmut Eskiyörük “süt olmadan peynir nasıl üreteceğiz” der. Kaşar peynirinin içinde patates düşünebilir misiniz? Sucuğun içinde tavuk kemiğini düşünebilir misiniz? Zeytinyağının için %45 oranında bitkisel kötü yağı düşünebilir misiniz?
Büyük kentlerdeki tüketim kooperatiflerine ürün veriyoruz. Bu güzel bir model. Onun dışında Türkiye’nin her yerine kargo ile ürün gönderiyoruz. Ancak kargoda zaman zaman sorunlar yaşayabiliyoruz. Taşıma sırasında deforme olan tenekelerle ilgili şikâyetlerinde tüketicilerim haklı. Bu sorunu ortadan kaldırmak için oldukça maliyetli yatırımlar yapıyoruz.
“Tüketicilerimizin bizlerle ilişkiye geçmesi, bizim can suyumuz gibi bir şeydir.”
Peki, kırsaldaki üretici olarak sizin tüketiciden beklentiniz nedir?
Üretici olarak biz ne isteyebiliriz? Tüketicimizin bizimle ürün bağlamında ilişki kurması bizim yolumuzu açacaktır. Tüketicinin market yerine bizimle çalışması, bizden alışveriş yapması, buradaki çalışma hevesini mali açıdan kuvvetlendirecektir. Mali açıdan kuvvetlendiğimizde daha fazla üretim yaparak maliyeti daha aşağıya çekme şansımız olacaktır.
Tüketicilerimizin bizlerle ilişkiye geçmesi, bizim can suyumuz gibi bir şeydir. Tüketiciler de tüketim kooperatifleri ölçeğinde organize olabilirlerse bu iş çok daha kolay olacaktır. Şu sıralar Türkiye’de çok hızlı bir tüketim kooperatif kurma çabaları var. Bu memnuniyet verici. Üretici ve tüketici arasında doğrudan ilişkilerin kurulması kalıcılık ve sürdürebilirliği teşvik edecektir.
Meseleye daha geniş bir ölçekten, gıda sorunu üzerinden bakarsak…
Gıda yeni yüzyılın en stratejik silahı. Bunu elinde tutanlar savaşsız, kavgasız gürültüsüz her şeye hâkim olabilirler. Düşünün bu sene Konya ovasındaki sıkıntıyı. Nereden ithal edeceksiniz buğdayı. Biz daha çok ekmek ağırlıklı beslenen bir toplumuz. Kıtlık durumunda buğday ithal etmeye kalktığınızda, karşılaşacağımız sorun, ithalat yapacağınız ülkenin “ben öncelikle kendimi düşünüyorum” demesi olacaktır. Su ile ilgili çok ciddi sıkıntılar var. 2000 yılında İzmir Kooperatifler Birliğinin başkanıyken o tarihlerde su sıkıntısına dikkat çekmiştim.
“50. yıl için büyük bir kutlama yapacağız.”
Gelecek yıl GTKK’nin 50. yılı. Kutlama yapmayı düşünüyor musunuz?
50. yıl için büyük bir kutlama yapacağız. Gödence belgeseli hazırlanıyor. 2022’deki kutlamalara yetişecek. Belgesel için çok iddialıyız. 1970’li yıllardan bu yana kadar bir dönemi anlatacak. Açıkçası ben de merak ediyorum. Benim de artık bırakma zamanım yaklaşıyor, belki benim için final olacak.
“Kaybettiklerimizi çabuk fark edelim.”
Türkiye olağanüstü bir ülke, her şey var. Biz şu anda dünyanın en şanslı insanlarıyız. Ama kaybettiklerimizin henüz farkında değiliz. Kaybettiklerimizi çabuk fark edelim. Rahmetli babaannem genellikle akşam namazında, duanın arkasından sanki biz duyalım diye yüksek sesle “güzel Allah’ım denizdeki, karadaki askerlerimiz koru, bizi açlıkla terbiye etme” derdi. Maalesef bu terbiyeye doğru gidiyoruz.
“Topraktan kazanılmaz söylemi çok bilinçli olarak endüstriyel tarımı teşvik etmek için işleniyor.”
Toprakta eşimden gizli iş yapıyorum. Neden gizli iş yapıyorum? Eşim; “Özcan Efendi, paralar boşa gidiyor” diyor. Topraktan kazanılmaz söylemi çok bilinçli olarak endüstriyel tarımı teşvik etmek için işleniyor. Topraktan çok hızlı bir kopuş var. Pandemi tarımın önemini bize gösterdi. Fiyat artışını ithalatla kırmak yerine, ithalat kesilmeli. İthalat durduğunda, Türkiye belki iki sene sıkıntı yaşayacak. Aman ondan sonra düze çıkacak. Böyle düşünüyorum. İthalat bu memleketin en ciddi belalarından bir tanesidir. Yurt dışında kiralanan, satın alınan tarlalarda üretim yapmak yerine içeridekilerin üretim yapmasına fırsat tanınmalı.
Su konusunun önümüzdeki yıllarda çok ciddi problem olacağını hep savundum. Ben iki tane çiftlik göleti denemesi yapmış bir çiftçiyim. Bunun yaygınlaştırılması, desteklenmesi, Devlet Su İşlerinin bu çiftlik göletlerine önem vermesi gerekiyor.
Hızla kooperatifleşme öneriliyor. Öyle ki cılkı çıktı. O destekleme değil. Bu yozlaştırmadan vazgeçilmeli. Bir köyde üç tane kooperatif olmaz. Bizim köyümüzde yok ama Seferihisar’da aynı amaçla çalışan beş tane kooperatif var. Bunları bir düzene soksak. Ülkenin ve çiftçinin yararına işler yapmaya çalışsak. Çiftçiyi tekrardan toprağına döndürsek…
“Doğanın korunduğu, toprağı seven, kuşu seven, tilkiyi seven, her şeyi seven insanların yaşadığı bir dünya hayal ediyorum.”
Çiftçi parlamentoya girmeli. 1970’teki strateji çok daha doğru idi. Türkiye’deki parti önderleri bizlerle gelip görüşsünler diye düşünüyorum. Ama böyle bir şey olur mu? Onu da bilemiyorum.
Gelecekle ilgili iyi bir şey söyleyelim dedik ama geldik yine kötüye. Ne yapalım bir taraftan da gerçekler var. Kulakları çınlasın, Prof. Dr. Tayfun Özkaya’yı ben hiçbir zaman morali bozuk görmedim. Benim büyük ustam Mahmut Türkmenoğlu da öyle bir kişiydi. Negatif şeylerden pozitif sonuçlar çıkarırdı.
Gelecekte nasıl bir dünya hayal ettiğimi söyleyerek bitireyim. Doğanın korunduğu, toprağı seven, kuşu seven, tilkiyi seven, her şeyi seven insanların yaşadığı bir dünya hayal ediyorum.