Hepimizin hızla değişen gündemi hızla takip edip hızla tüketip hızla bir kenara bıraktığı bu günlerde, çevre krizi gibi yaşamsal sorunları arka plana atmak çok kolay olabiliyor. Ana akım medyayı elinde tutan siyasi ve ekonomik güçler için bu, hiç de tesadüfi değil. Bu yazıda Peter Doran, “dikkat ekonomisi” aracılığıyla dünyamızın geleceğini belirleyecek kararlarımızın ve tepkilerimizin nasıl yönetildiğini ve nasıl buna karşı durabileceğimizi anlatıyor.
İklim değişikliği krizine tepkimizin bir bölümü de yaşamlarımızı ve tepkilerimizi yavaşlatmak olmalıdır.
Ekolojik krizlerin (özellikle iklim krizinin) yarattığı sorular bir dizi kışkırtmadır. Bu sorular bizi sadece eylemlerimiz ile dünyamız ve atmosferimizin kaderi arasındaki derin ilişkilere değil, aynı zamanda dikkat ve şahsi ve kolektif önemseme kapasitemizin kişisel alanına götürür.
İklim ve ekoloji krizleri çevre politikasının geleneksel alanının çok uzağında politik sorular doğuran ‘zamane işleridir’. Bireysel ve toplu tepkilerimiz ‘dikkat ekonomisi’nin bu yeni sınırında karşılıklı mücadelelerin ortasında kalıyor. Başka bir dünyanın mümkün olduğu inancını benimseme özgürlüğümüze her zaman daha gelişmiş kapasiteleri olan politik ve kurumsal sponsorlu medya blokları tarafından gölge düşürülüyor. Sebebi, umursama ve bilgece hareket etme kabiliyetimizi ve dikkatimizi hedeflemek, paraya çevirmek ve sömürgeleştirmek.
İklim aciliyeti ve daha geniş çaplı ekolojik krizler insan gayesinin ve anlam yaratmanın temellerine dokunmaya başlıyor. Bu, küresel ‘yüzde birin’ medya ve bilişim teknolojileri üzerindeki sahiplik ve kontrolleriyle ortak imgelerimiz üzerindeki nüfuzunu görülmemiş bir düzeyde kullandığı bir zamanda oluyor. Geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde küresel zenginlikteki yoğunlaşma, çokuluslu medya şirketlerinin mülkiyeti ve hâkimiyetinde artan bir yoğunlaşmayla beraber geldi.
Dikkat ekonomisi: zamanımızı tanımlayan sorun
Sonuç olarak, Perspectiva ağının dikkat çektiği üzere, dikkatimiz için verilen savaş, zamanımızı tanımlayan sorun olmaktan farksız. Seçim sonuçlarını belirlemeye başladı. Dijital ekonomiyi destekliyor. Ve belki de, en tartışma yaratanı, dikkat ekonomisinin, Perspectiva’nın ‘sosyal yeterlilik’ olarak tanımladığı yönümüzü aşındırılabilmesi ve insan olarak kim olduğumuzu şekillendirebilmesi:
“Erişebildiğimiz çok büyük miktarda bilgi nedeniyle dikkatimizin gittikçe eksildiğine tanık olduk. ‘Dikkat ekonomisi’ içinde rakip güçler olan çeşitli haber akışlarımız, mesajlarımız ve sosyal medya bildirimlerimiz sürekli olarak dikkatimiz için bir savaş halindeler.”
Dikkat, ‘ilgilendiğimiz şeydir’. William James’in Psikolojinin İlkeleri kitabında gözlemlediği gibi ilgilendiğimiz şey gerçekliktir ve gerçeklik algımız, dikkatimizi nereye verdiğimizle yakından ilişkilidir. Sadece dikkat ettiklerimiz bize gerçek gibi görünür. Görmezden geldiklerimizse bizi gafil avlayıncaya ve iklim değişikliği gibi olaylar birden dikkatimizi çekene kadar önemsiz görünür. James’in eklediği gibi:
“Her birimiz, olaylarla ilgilenme biçimlerimizle, yaşadığımız evreni ve karşılaştığımız insanları seçiyoruz. Ama çoğumuz için, bu ‘seçim’ bilinçsizdir yani aslında bir seçim bile değildir.”
… gittikçe toplumsallaşan bir sorun
Bu, özgürlük hakkında önemli bir konuyu gündeme getiriyor. Dikkat ve umursama kapasitemizin işlenmesi sadece bireysel bir endişe değil ama gittikçe toplumsallaşan bir sorun. Bu durum, eninde sonunda, refah, medya okuryazarlığı ve kamusal alanda ticari müdahaleyi de kapsayan alanlarda bir dizi kamu politikası müdahalesini gerektirecek.
Tamsin Shaw, Michael Lewis’in kitabı The Undoing Project’in eleştirisinde; okuduğumuz haberleri, satın aldığımız ürünleri, içinde yer aldığımız kültürel ve entelektüel (veya sanal balonlar) alanları ve parçası olduğumuz çevrimiçi ve gerçek dünya insan ağlarını belirlemek için sosyal psikoloji ve davranışsal ekonomi bulgularının nasıl kullanıldığını tarif ediyor. Brexit referandumunda ve en son Birleşik Krallık Genel Seçimlerinde görüldüğü gibi, siyasi partiler çoktan bu gücü kullanmaya başladılar.
Bu süreci destekleyen, psikolojik karakterlerin ‘karanlık üçlüsü’ (ç.n. psikolojide üç tane kötücül kişilik özelliğini kapsayan grup) ve bu üçlünün refah durumları ile ilişkisidir. Bu, Cambridge Üniversitesinden Aleksandr Kogan tarafından 2014’te Facebook kullanıcılarından bilgi toplamak için tasarlanmış bir kişilik testinde kullanıldı. The Guardian gazetesinden Carole Cadwalladr, bu üçlüyü, siyasi dayanışma şirketi Cambridge Analytica hikâyesinin içeriğine arka plan oluşturması için attığı tweet ile paylaştı:
- Psikopati: cüretkâr ve saldırgan davranış tarzı, normları ihlal etmeye yatkınlık ve düşüncesizlik ile nitelenen bir iletişim modeli
- Narsisizm: kendine güven ve aşırı kendini beğenmişlik ile nitelenen bir iletişim modeli
- Makyavelcilik: kendi çıkarları için başkalarına dalkavukluk etmeye veya gerçekleri çarpıtmaya eğilimli olma; hesapçı ve kinik olma ve uzun süreli planlar yapma alışkanlığı ile nitelenir.
Başka bir dünyayı hayal etmek
Shaw, eleştirisinde hükümetler, siyasi partiler ve özel şirketler tarafından kullanılan davranış tekniklerinin mantığımıza hitap etmediğine dikkat çekti. Bizi bilinçli şekilde bilgi ve savlarla ikna etmeye çalışmıyorlar. “Onun yerine, bu teknikler akılcı olmayan motivasyonlara, duygusal tetiklerimize ve bilinçaltı önyargılarımıza hitap ederek davranışlarımızı değiştiriyor.”
Evet, başka bir dünya mümkün ama bırakın onu yaratmayı, hayalini kurmaya nasıl başlayabiliriz ki? Küresel medya blokları bizi dünyanın sonunu hayal etmenin baskın ekonomik sistemimizin sonunu hayal etmekten daha kolay ve eğlenceli olduğuna inandırmışken? Gelişmiş sosyal ve diğer medya hedeflemeleri, mantığı ve kolektif çıkarı geçersiz kılmak üzere tasarlanmış duyguları tetikleyecek kadar rafine hale gelmişken?
Bu sorulara yanıt vermenin zemini olarak, filozof Timothy Morton, ‘Antroposen’in (ç.n. İnsan Çağı; insanoğlunun dünyaya olan etkisinin en üst düzeye çıktığı Sanayi Devrimi’nden bugüne olan süreç) sadece insan eliyle gerçekleşen bir bozulma olmadığına dikkat çekiyor. Ayrıca insanın kendi gezegensel gücünün farkına varmaya başladığı bir özfarkındalık anı. Sadece küresel ısınmaya ve ekolojik yıkıma sebep olmuyoruz. Feci olan, öyle yaptığımızı çok iyi biliyoruz.
Genellikle, bu bilgi, bilgimiz ve eylem kapasitemiz arasındaki fark yüzünden bir uyumsuzluk ve ret şeklini alır. Kapitalist ve tüketici sistemlerde seçeneklerin yokluğu ve mevcut duruma alternatifler hayal etme kapasitemizi topluca körelten ve imgelemimizi dolduran medya sistemleri yüzünden eylem kapasitemiz sürekli olarak taviz vermek zorunda kalır.
Zaman algımızdaki değişim
‘Antroposene’ karşılık vermenin en büyük zorluklarından biri insan faaliyeti ve zaman arasındaki ilişkideki önemli değişim. ‘Dikkat ekonomisi’ hâkimiyetinde, teknolojik platformlara ve sanal ortamlı gerçekliklere o kadar yoğunlaşıyoruz ki zamanın hızlandığı hissini yaşıyoruz. Etki ve tepki arasındaki boşluk kapanıyor gibi görünüyor. Büyüleyici görüntü turları ile çevrelenmek, hikâyeleri ve bizim hikâyeleri anlama yetimizi istikrarsızlaştırır ve mahvederken; haber döngüleri tarihi birikimleri reddediyor.
Bir diğer uç noktaysa dünyanın jeolojik ritimlerinin ve atmosferik sistemlerin, onları onaran ve hayatı sürdüren örüntülerle beraber saldırı altında olması. İklim değişikliği, bir tür ‘yavaş şiddet’ olarak tanımlanmaktadır. Kendimizi, bedenlerimizi ve varlığımızın ağını şekillendiren ve doğal sistemleri tanımlayan ritim, karmaşıklık ve karşılıklı bağımlılıklara ilişkin kavrayışımızın zayıflamasıyla bu şiddet gözden kaçmaktadır.
Azalan dikkat süresi çağında, ekolojik bozulmanın yavaş şiddeti yoluyla zaman içinde çevreye ödettiğimiz bedele odaklanmak iki misli zor oldu ama ayrıca gittikçe önem kazandı. Rob Nixon, ‘yavaş şiddet’ ve yoksul kesimin çevreciliği konusundaki ilk tezinde, yıkıma yol açması vakit alan tehditlerin – tek bir şiddetli, dikkat çekici film karesi gibi kendini belli etmeyen tehditlerin – anlaşılmasını ve duygusal olarak hayata geçirilmesini nasıl sağlayacağımız sorusunu gündeme getirdi. Dolayısıyla, iklim krizine yanıtımızın bir kısmı da hayatlarımızı ve tepkilerimizi yavaşlatma zorunluluğudur.
Derin düşünme ve odaklanma
Boş zaman ve çalışmama, herhangi bir baskının olmadığı bir durumdur ve modern insanın her şeyi kontrol etme dürtüsünün gevşediği yerdir. Tatil mevsiminin ticarileştirilmesiyle ilgili sıkıntılarımızın bir kısmı da yılın her günü içinde yaşadığımız aşırı yönetilmiş dünyayla ilgili sezgilerimizi belirginleştiren derin bir çelişki hissinden geliyor.
Tüketicilik ve nesnelere aceleyle ve dikkatsizce sahip olma konusundaki ticari tahakkümlere zoraki tutkumuz (özellikle günümüzde), sözde dinleneceğimiz ve sevdiklerimize ilgi göstereceğimiz düşünceli bir mola olması gereken bu zamanda, yaklaşan yeni yıla yenilenmiş bir farkındalık kalitesi ile yaklaşma isteğimizle dikkate değer bir çelişki teşkil ediyor.
Modern hayatın çılgınlığı ve huzursuzluğunun, derin düşünme yeteneğimizin kaybıyla yakından ilgisi var. İş dünyasının günlük hayatı içine alacak biçimde bütünleşmesi insan deneyiminin bu hayati parçasının kaybına katkıda bulunuyor. Eğer tüm derin düşünme anları kaybolursa hayat fakirleşir ve basit bir meşguliyet haline gelir.
Teknoloji, tüketicilik ve aşırı bencillik kültürlerinin parmaklıkları arkasında yalnız kalışımızı takip eden bir inanç yitimi ve ekolojik yıkım çağında yaşıyoruz. Bir yandan da karşı koyma amaçlı bazı kavrayışlar ve araçlar ortaya çıkıyor. Özellikle ‘müşterekler’in bir fikir olarak canlanmasıyla ve ‘dikkat ekonomisi’ tarafından esir alınışımıza direnmenin vücut bulmuş hali olan düşünceli araçlar yükseliyor.
Atmosferik ve ekolojik müştereklerimizin kurtuluşu, tepkilerimizi müştereklerimizin en mahremi olan ‘müşterekler farkındalığı’na yöneltmemize ve durmak, zamanımızı geri almak ve birbirimizi ve dünyayı gözetmek için bizi insan yapan unsurları özgür bırakmamıza bağlı.
Not: Peter Doran’ın open Democracy’de 30 Aralık 2019’da yayımlanan yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim