7-8 Eylül 2018 tarihlerinde Karaburun’da düzenlenen “Kooperatifçilik: Sınırlar ve İmkânlar” başlıklı atölye çalışması birçok kooperatif ve diğer toplulukları bir araya getirdi. Sosyal Ekonomi olarak, bizim de katıldığımız etkinlikte atölyenin düzenleyicilerinden Kadıköy Tüketim Kooperatifi ile tanışma fırsatı bulduk. Yeni nesil kooperatifçilik ilkeleriyle yola çıkan kooperatifin üç gönüllüsüyle geçtiğimiz günlerde bir söyleşi gerçekleştirdik. Yeni nesil kooperatifçiliği bir de onlardan dinleyin istedik. Sosyal Ekonomi sordu Umut Kocagöz, Utku Yılmaz ve Hıdır Eligüzel tüm içtenlikleriyle yanıtladı.
“Bu yeni nesil kooperatifçilik bizi çok heyecanlandıran bir şey aslında. Ama bir taraftan zorluğunu da yaşıyoruz.”
Sizleri kısaca tanıyarak bir giriş yapalım. Hanginiz başlamak ister?
U.K: En gencimiz başlasın.
H.E: Tabii ki. Ben Hıdır Eligüzel. İstanbul’da yeniyim. 3-4 yıldır İstanbul’dayım. Kooperatifle de bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım. Daha önce de İzmir’de buna yakın şeyler yapıyorduk. Öğrenciler için yaptığımız okula yemek dağıtımları gibi çalışmalar yapan bir ekibin içindeydim. O daha bu kadar uzun zamanlı bir şey değildi. “Yapılır mı yapılır. Yapalım mı yapalım”. Böyle bir şeydi. Sonra birkaç sefer farklı anlamda kooperatif çalışmaları yaptık ama resmiyete ulaşmadı. Bir mekan açma fikri üzerinden hep hareket ettik. O süreçlerde öyle bir çalışmamız oldu. Kooperatif fikrine çok uzak değildim o yüzden belki de arkadaşım böyle bir şey önerdiğinde heves ettim. Burada hiç kimseyi tanımıyor olmama rağmen. Şimdi bile birbirimizi yeni görüyoruz aslında. Uzun zamandır iletişimde olmamıza rağmen yeni tanıyoruz mizaçlarımızı yeni biliyoruz. Ben aynı zamanda özel bir şirkette çalışıyorum.
Peki kendi çalışma hayatınızın yanında kooperatifle ilgilenmek zor olmuyor mu?
H.E: Zaman olarak çok zor. Mesela hafta sonu başka bir rutinim vardı ama bugün burada başka bir iş yapacağımız için onu bırakıp geldim. İstanbul’da çalışma rejimleri çok zor her sektör açısından bunu söyleyebiliriz. Benim evim karşıda değil de burada olsa yine zor. Üstüne bir de bunu yapıyor olmak yani tüm kooperatif üyeleri için zor. Ama şöyle bir şey var. Özellikle beyaz yaka denen bu işçiler o işe alıştıktan sonra iş-ev-sosyal hayat içinde zamanla yaşam kalitelerinin çok da iyi olmadığını farkediyor. Sonra insanlar bu girdaptan çıkmak için bir şey yapmam lazım diyor işte resim kursları heykel kursları falan bir anda… Farkederseniz 25-40 yaş aralığında çok üyeleri vardır bunların. Böyle bir yerde vakit geçirmektense burada bir şey yapıyor olmak sadece burada gelip nöbet tutmak bile o zorluğu telafi eden bir şey. Çünkü kendi hayatımda bir yere dokunduğumu düşünüyorum. O yüzden fiziken zor ama manevi açıdan çok da doyurucu bir durum.
“…üretici çok uzaktan bakıyor örgütlenmeye. Sadece üretici de değil. Memurlar da öğrenciler de aynı korkuya sahip.”
U.Y: Ben Utku Yılmaz. 10 yıl kadar kurumsal firmalarda çalıştım beyaz yakalı olarak. Aynı zamanda bu esnada ekolojik hayatıma devam ettim. Kooperatifçilikten önce de bir ekolojik hayatım vardı aslında. Kooperatife şöyle bir motivasyonla geldim. Ailem çiftçi benim, üzümcü. Üzümcülerin sorunlarını biliyorum. Yıllardır üzümcülükle uğraşırlar. Köylünün bir araya gelememesi, bireysel davranması üzerinden onlara sürekli kooperatifi öneriyordum. “Niye kooperatif kurmuyorsunuz neden birlikte hareket etmiyorsunuz? Niye bir traktör alıp birlikte kullanmıyorsunuz ya da neden bir kurutma makinesi alıp kullanmıyorsunuz?” diye. Ama eski kooperatif deneyimleri onlar için çok olumsuzdu. Sadece kooperatif de değil. Birlikler vs. olumsuzdu. Bu esnada aslında kooperatifçilikle ilgili ne yapabilirim gibi böyle ufak okumalarla başladım. Zaten 15 yıldır Kadıköy’de yaşıyorum.
“Aslında ben de bunların içinde büyümüş biri olarak uzak durdum hep. Bunlardan bir şey olmaz dedim.”
Ne gibi olumsuzluklar görüp “ne yapabilirim” dediniz peki?
U.Y: Aslında kooperatifçilikle ilgili hiyerarşinin olması. Kendi ceplerine bir şeyler indirmesi. Bu zamana kadar hep böyle şeyler görüldü. Tariş en başta çiftçinin yanında bir birlikken şimdi tam tersi her kararında çiftçiye dezavantaj olabilecek kararlar veriyor. Mesela üzüm fiyatlarını o kadar geç veriyor ki o zamana kadar tüccarlar satmak zorunda olan üreticinin elinden bütün ürünlerini çok çok ucuza alıyor. Bu Tariş’in her sene bilerek yaptığı bir politika. Bunun gibi örgütlenmelerden üretici artık korktu. Sadece anlık olarak kendi işine yarayan örgütlenmeler içerisinde olmaya başladı. En azından üzümcüler böyle… Türkiye’nin her yeri için böyle bir analizim olamaz. Kendi çevrem için bunu söyleyebilirim. O yüzden üretici çok uzaktan bakıyor örgütlenmeye. Sadece üretici de değil. Memurlar da öğrenciler de aynı korkuya sahip. Bir taraftan ailem aslında öğretmen. Sendikacılar. Aslında ben de bunların içinde büyümüş biri olarak uzak durdum hep. Bunlardan bir şey olmaz dedim. Ama zaten ekolojik bir hayatım vardı. Yine de örgütlenmenin doğru olduğunu düşünüyordum. Araştırdım baktım Kadıköy Kooperatifi var dedim ve gerçekten öyle tesadüfen geldim. Şu dükkândan içeriye girdim dedim ki “benlik bir şey var mı?”, “Aa tabi olmaz mı” dediler. Ve kaldım burada gerçekten.
“…forumlar, dayanışmalar vardı. Ama kalıcı bir örgütlenmeye dönüşmüyordu“
U.K: Ben Umut Kocagöz. Doktora öğrencisiyim. Hollanda’da bir üniversitede kır çalışmaları, politik ekoloji bölümündeyim. Türkiye’de tarımın dönüşümü ve çiftçinin örgütlenmesi sorunsalı üzerine çalışıyorum. Dolayısıyla bir yandan gıda ve tarım meselesini gıda gibi çok temel bir şeyin üzerine düşünme süreci üzerinden bu meselelerle bir tanışıklığım var. Ama bunun geçmişi aslında Boğaziçili (Boğaziçi Üniversitesi) olmama dayanıyor. Lisansımı orada yaptım. Boğaziçi Üniversitesi Mensupları Kooperatifi vardı: BÜKOOP. İlk defa tüketim ve gıda üzerine kooperatifleşme meselesini orada gördüm. Ondan sonra yüksek lisansa geçtiğimde Gezi olmuştu. Gezi sonrası forumlar, dayanışmalar vardı. Ama kalıcı bir örgütlenmeye dönüşmüyordu ve bir süre sonra bir sürü farklı sorundan kaynaklı bitecek gibi duruyordu. O noktada acaba burada bir tüketim kooperatifi fikri nasıl olur diye düşünmeye başladık. Sonra da şans eseri bunu başka düşünen arkadaşlar da olduğunu görünce beraber böyle bir çalışma içine girmek istedik. Bir yandan da Türkiye’deki çiftçi örgütlenmeleriyle bir temasım oldu. Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu var. Onların gönüllü tercüme çeviri ekibi içerisinde yer alıyorum ve örgütlenme süreçlerine katılmaya çalışıyorum. Gıda egemenliği kavramını kullanıyor bu hareket. Ben de kendimi gıda egemenliği aktivisti olarak tanımlıyorum.
“Pratik bir iş deneyimi üzerinden kooperatif kurma sürecini başlatma ihtiyacı hissettik.”
Kooperatif nasıl kuruldu? Kurucular nasıl bir araya geldi?
U.K: Gezi sırasında bahsettiğim dayanışmalar döneminde daha henüz aktifken bir grup burada kooperatif kursak nasıl olur diye bir tartışma yapıyor ve 2014 yılının Şubat ayında bir çalıştay düzenleniyor. Bu çalıştayda BÜKOOP, Anadolu’da Yaşam Tüketim Kooperatifi, Tohum İzi Derneği ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (Çiftçi-Sen) katılıyor. Orada da deneyim aktarımı yapılıyor aslında. Orada herkes kendi deneyimini anlatıyor. Fakat bahsettiğim forumlarda yaşanan sorunların bir noktada sönümlenmeye başlamasıyla bu çalışmalar bir yerde kesintiye uğruyor. Sonra tekrar bizim de yukarıda bahsettiğim o teması kurmamızla beraber yeniden başlıyor çalışma. Bu da 2015 başlarına tekabül ediyor. Pratik bir iş deneyimi üzerinden kooperatif kurma sürecini başlatma ihtiyacı hissettik. Onu da sipariş paketleri dediğimiz bir sistemle yapmaya başladık. En başta 50 tane paket hazırladık. Tek bir tane üreticiden ürün aldık. 50 kişiye dağıttık bunu. Kooperatif girişiminin hem duyurusunu yaptık hem de yeni insanların katılımını teşvik ettik. Süreç biraz böyle başladı.
“5 yıllık bir tecrübe vardı önümüzde.”
Bu sırada ne gibi zorluklarla karşılaştınız veya ne gibi destekler gördünüz?
U.K: Bu bahsettiğimiz kuruluşlar arasında özellikle BÜKOOP ve Çiftçi-Sen’le dayanışma üzerinden bir ilişki kurduk. BÜKOOP’un üreticilerini doğrudan referans aldık. Çünkü BÜKOOP’un çalışma prensipleri neredeyse bizimle aynı. Küçük üreticiyle çalışılması, doğal ekolojik ürün alımı, aracısız çalışmak… 5 yıllık bir tecrübe vardı önümüzde. Onların bildiği güvendiği ve sürekli çalıştığı üreticilerle çalışmaya başladık. Bu en temel destek olarak ifade edilebilir. Ama onların çalışmadığı ve bizim bir şekilde bulduğumuz üreticiler için de Çiftçi-Sen üzerinden destek talebinde bulunduk: “Böyle bir üretici var, çalışmayı düşünüyoruz ama bilmiyoruz nasıl üretim yaptığını. Dolayısıyla siz bir bakın. Hem siz tanışmış olursunuz hem de bize bir destekte bulunmuş olursunuz.”. Üreticilerin bazılarını Çiftçi-Sen ziyaret etti. Onun dışında forumlar ve dayanışmalardan gelen insanlar kooperatifin içinde birebir çalışmıyor olsalar da ürün paketlerinden alarak dükkan açıldıktan sonra gelerek, etkinliklere gelerek desteklediler. Böyle bir şey oldu.
H.E: Bir de çok uzun bir süre paket satışları yaptık ve bunlar için belli mekanlar kullandık. Haftalık toplantılar için kullandığımız mekanlar var. Aslında bunlar da bizim için birer destek. Gıda kooperatifinden bahsettiğinde sadece temasların gıda ve dükkân olduğu konuşuluyor ama çok daha fazla bileşenimiz var. Toplantı yapıyoruz. Eğitim toplantılarımız var. En son şeker atölyesi yaptık mesela. Belediyenin bir mekanını kullandık.
“Daha önce aramızda kooperatifçilik yapmış kimse yoktu. Bu işi öğrenme sürecimiz oldu.”
Belediye destek veriyor anladığım kadarıyla…
U.Y: Belediyenin desteği değil de bizim yurttaş olarak belediyeden talebimizi alma hakkımızı belediye reddetmiyor. Üreticilerin desteğini görmezden gelemeyiz. Zaman zaman ödeme konusunda bize yardımcı oluyorlar. Daha uygun fiyatlar ya da bize uygun kriterdeki üreticilerle temasa geçmemizi sağlıyorlar. Bir de tüketicinin desteğini de görmezden gelemeyiz. Dükkân açıldığından bu yana tüketici sürekli destekliyor.
H.E: Ama tabii şunu da söylemek lazım. Başka bir belediye olsa bunu yapar mıydı… Desteğin bir kısmı da böyle. Ürünün bize gelmesi, ürünü alan insanlarla tanışma ve sonrasında olan temaslar da bir destek. İşimizin birine dokunduğunu ancak öyle görebiliyoruz.
U.K: Zorluk kısmına da şöyle bir şey söyleyebiliriz. Daha önce aramızda kooperatifçilik yapmış kimse yoktu. Bu işi öğrenme sürecimiz oldu. Muhasebe işleri, işin hukuki boyutu vs. bir sürü başka boyutları var. Bunları öğrenmemiz zaman aldı.
Muhasebeyle ilgili çoğu kooperatifin sorunu olduğunu biz de duyuyoruz aslında.
U.K: Şöyle söyleyeyim. Türkiye’de üreticinin de tüketicinin de kooperatif kurmak isteyenin yanında olan bir yasa yok. Kooperatifçilik sistemi de yok. 2000’lerin ortası itibariyle kooperatifler, bir tür şirket olarak değerlendirilmesiyle beraber kâr amacı güden bir şirket olarak kategoriye alındı. Dolayısıyla benzer vergi ve yaptırımlara tabi tutulmaya başlandı. Mevcut kooperatifçilik yasası en büyük köstek aslında. Bunları öğrenmek bunları uygulayabilmek bir de bunu gönüllü olarak yapmak hakikaten bir mesai gerektiriyor. Daha kolay bir yasası olsaydı, daha kolay bir teşvik edici sistem olsaydı çok daha hızlı bu işleri yapardık.
U.Y: Bu yeni nesil kooperatifçilik bizi çok heyecanlandıran bir şey aslında. Ama bir taraftan zorluğunu da yaşıyoruz. Ama biz Kadıköy Kooperatifi olarak Kadıköy özelinde, herkese ulaşmak, tüketim alışkanlıklarını dönüştürmek için çabalıyoruz.
“Ne kadar yatay desek de yatay olmayan örgütlenmelerden geldik.”
Yeni nesil kooperatifçiliğin farkı bu mu? Zorluğuyla birlikte…
U.Y: Farkı şöyle mesela. Bir hiyerarşi yok. Bir hiyerarşinin olmaması belli bir sayının üstüne çıktığınızda ciddi bir sorun çıkartıyor. Bu bizim en önemli avantajımız ama bir taraftan da işleri zorlaştırıyor. Çünkü şu zamana kadar farklı bir örgütlenme vardı. Ne kadar yatay desek de yatay olmayan örgütlenmelerden geldik. Ya da iş hayatında böyleydi. Muhakkak bir patron vardı. Kişisel ilişkilerimizde bile böyleydik. Ama biz bunu tamamen dışarıda bırakıp başka bir şey kurgulamaya çalışıyoruz. Gerçekten kendimizi sürekli içeride yontmak zorunda kalıyoruz. Sadece birine anlatmak değil. Mesela yeni gelen kişi için de çok zor. Muhakkak kendi içinde bir çekincesi oluyordur onun da. Yeni nesil kooperatifçiliğin en önemli farkı da işlerde uzmanlaşma olmuyor. Bu eski nesil kooperatifçilere hiç anlatmadığımız bir şey oluyor aslında. Aslında bunların hepsi yataylığı anlatıyor. Hepimizin eşit olması.
Kooperatifin kaç ortağı ve kaç gönüllüsü var?
U.K: Resmi olarak 23 ortak var. Ama bu sayıyı 40’a çıkarmayı istiyoruz.
U.Y: Şu an 43 tane mutfak gönüllümüz var aktif çalışan. Toplantılara katılan, birimlerde çalışan, nöbet tutan. Ama onun dışında da aktif olarak çalışan ama her toplantıya katılmayan 10 kişi var.
“Belediye bizi desteklemiyor. Biz zaman zaman belediyeden bir şeyler talep (toplantı yeri gibi) ediyoruz.”
Dükkân kira mı yoksa belediyenin bir yeri mi?
U.Y: Kira. Belediyeden böyle bir talebimiz olmadı. Biz sivil durmaya çalışıyoruz.
U.K: Kendi öz gücümüzle yapmaya çalışıyoruz. Belediye bizi desteklemiyor. Biz zaman zaman belediyeden bir şeyler talep (toplantı yeri gibi) ediyoruz. Zaman zaman belediyeyle ilişki kurabiliriz zaman zaman bakanlıkla kurabiliriz zaman zaman da hiç kurmayabiliriz.
Çalışma ilkeleriniz neler? Bu ilkelerin uygulanması için neler yapıyorsunuz?
U.Y: İlk olarak, küçük ve örgütlü üreticiyle çalışmak. Küçük örgütlü üretici bizim için kıymetli. Yasal bir kooperatif olduğumuzdan dolayı etiket gibi sorunlarla çok karşılaştık. Bir taraftan da aslında bizim yapmak istediğimiz şey hem üretimi hem de tüketimi dönüştürmek. Aslında temel bu. Zaman zaman adına gıda egemenliği dediğimiz üretim ve tüketim arasında karşılıklı inisiyatif sağlamaya çalışıyoruz. Üretici ürettiği ürünleri nerede, ne zaman, hangi koşullarda üretiyor bunu bilmek istiyoruz. Aynı zamanda üreticinin de bizi tanımasını, ürettiği ürünün nerede, nasıl, hangi şartlarda satın alındığını bilmesini istiyoruz. Üretici ve tüketici arasında birbirlerine müdahale istiyoruz bu da temel ilkelerimizden biri.
“…tüketim alışkanlığını dönüştürmekten kastımız da bu. Tüketicinin 12 ay rafta salçanın olmayacağını bilmesi gerekiyor.”
Kooperatifte işler nasıl yürüyor?
U.Y: Gönüllülük. Yani evet bizi politik zorunluluklar buraya getirmiş olabilir. Politik derken gıdanın da politikliği. Yemek yemek politik bir şeydir. Örgütlenme biçimi de Kadıköylü olmak da bizi buraya getirdi. Zorunluluklardan dolayı buraya gelmiş olabiliriz ama gönüllü çalışıyoruz. Buradaki temel motivasyon bu.
Tüketiciler sizde hangi ürünleri bulabiliyorlar?
U.Y: Temel gıda önceliğimiz. Bakliyat. Henüz yeni sezon gelmedi. Hasat yeni yeni oluyor ama birkaç hafta içerisinde nohut, fasulye, mercimek, bulgur, pirinç gibi ürünler gelecek.
Dönem dönem bir şeylerin eksikliğini yaşıyorsunuz o zaman?
U.Y: Muhakkak. Çünkü biz ekolojik gıdayı tanımlarken yerel, sağlıklı, nitelikli gıdayı aslında vurgulamaya çalışıyoruz. Domatesin bir sezonu olduğunu biliyoruz. Yerinde ve zamanında. Dolayısıyla ellerinde salça bittiyse üreticinin Temmuz ayında bize salça vermesini beklemiyoruz. Salçamız haftalardır aylardır yok. Ama tüketim alışkanlığını dönüştürmekten kastımız da bu. Tüketicinin 12 ay rafta salçanın olmayacağını bilmesi gerekiyor. Salçanın bir dönemi var. Birkaç hafta içerisinde gelecek. Ekmek mesela… Üreticimiz bize haftada iki gün getiriyor ama bitebiliyor.
Peki böyle dönemlerde tüketiciyi kaybetme gibi bir durumunuz söz konusu oluyor mu?
U.Y: Muhakkak oluyordur. Ama biz ekolojik market ya da organik market değiliz. Eğer pirinç yok diye tüketici gelmiyorsa tüketiciye “bizim için pirinç çalışması yapmak ister misin” diye öneriyoruz. Çünkü bunun zorluğunu kendisi de görsün istiyoruz. Çünkü zaten burası hepimize ait. Biz buna yetişebiliyoruz.
“Dışa bağımlılık başladı. Dışa derken yurtdışına değil sadece.”
Üretimde ve tüketimde toplumsal faydayı esas alan ekolojik ürünler tercih ettiğinizi ilkelerinizden biliyoruz. Peki bunları seçerken ölçüt nedir?
U.Y: Ölçüt şu. Tohum çok önemli bizim için. Çünkü bu politik durum. Kapitalist dünyayla mücadele tohumdan başlıyor aslında. GDO’ya karşı olduğumuz gibi hibrit tohuma da karşıyız. Biz yerel ve atalık tohum istiyoruz. Köylünün, üreticinin elinde tohum alındıktan sonra her şey değişti zaten. Dışa bağımlılık başladı. Dışa derken yurtdışına değil sadece. Kendisi dışındaki bir şeye bağımlılık başladı maalesef. Ayrıca ilaç veya fenni gübre de istemiyoruz. Börtü böceğin yabani otların hepsinin ekolojinin bir parçası olduğunun bilinmesini istiyoruz. Çocuk sömürüsü kabul etmiyoruz. Onun dışında kadın emeğinin görmezden gelinmesini kabul etmiyoruz.
Çoğu üretici İstanbul dışında. Peki bu ölçütleri nasıl denetleyebiliyorsunuz?
U.Y: Biz zaten BÜKOOP’un üreticileriyle çalışmaya başladık. Zaten elimizde referanslı üretici listesi vardı. Çiftçi-Sen sahada bizim için de çalışmalarına devam ediyor. Karadeniz’de geziyor Ege’de geziyor. Oraya gittiğinde uygun üretici bilgisi veriyor bize. Ya da tam tersi üretici bizi duyuyor ve iletişime geçmek istiyor. Bir de biz sürekli üretici ziyareti yapıyoruz. Böyle hemen hemen zaten biz de kentliler olarak ekolojik tarımın temellerini öğrendik. Hâlâ bizi kandırma ihtimali olanları görmezden gelmiyoruz. Burada daha ziyade beyan ve güven esaslı ilişki kuruyoruz. Ama böyle bir şey öğrendiğimizde ilişkimizi keseceğimizin de sinyalini veriyoruz. Ekolojik gıdanın daha pahalı olduğunun farkında olduğumuz için bir sürü ürünü piyasa fiyatının üstünde alıyoruz. Üretici eğer biz onu fark edersek ondan almayı bırakırsak gidecek tüccara üç kuruşa satacak. Böyle bir riske gireceğini sanmıyoruz.
“Bu da aslında yüz yüze iletişimin insanda yarattığı etkiler üzerine iyi bir yöntem olabilir…”
Her Perşembe mutfak toplantılarınız oluyor. Bu toplantılar nasıl geçiyor? Bir sorun varsa bunu aşma yöntemleriniz nasıl oluyor?
U.Y: Biz konsensüsle karar alıyoruz. Karar herkesin içine sinmeden ilerlemiyoruz. Perşembe günleri pratik işler konuşuyoruz. “Limon alacak mıyız, nereden alacağız, kaç tane alacağız? Bu röportajı yapacak mıyız?” gibi çok pratik işler konuşuyoruz.
Evet bizim söyleşimiz bu haftaki toplantınızın konusuydu.
(Gülüyoruz)
U.Y: Evet aynen öyle. Hatta gelemeyen arkadaşlar için gündem açık bırakılıyor. Mail yoluyla fikirlerini paylaşıyorlar. Herkese ulaşan ortak bir karar alıyoruz. Ama tabii ki sürekli olmasa bile zaman zaman anlaşamadığımız sorunlar çıkıyor. Bir gündemi o hafta kapatamıyorsak diğer haftaya bırakıyoruz. Bu böyle haftalar sürerse çalıştaylarımıza bırakıyoruz. Hemen hemen 2 ayda bir yapıyoruz bu çalıştayları. Orada karar veremeye çalışıyoruz.
U.K: Ya da… Yeni başladığımız bir şey: Çok kronikleşmiş zaman zaman artık yapısal bir sorunun ötesinde artık kişisel bir sorun haline gelmiş noktalarda da bütün bu çalıştay ve mutfak toplantısı dışında bir gün belirleyip orada bunları konuşuyoruz. Bu da aslında yüz yüze iletişimin insanda yarattığı etkiler üzerine iyi bir yöntem olabilir diye umuyoruz.
“…en önemlisi bir kişinin şu kapıdan girdiği andan itibaren ilk günden beri burada olan kişiden hiçbir farkı yok.”
Yatay örgütlenme deneyiminize ilişkin ne söylemek istersiniz? Olumlu ve olumsuz yönleri neler olabilir?
U.Y: Olumsuz olarak, süreci uzatıyor. Çünkü herkesin o konuyla ilgili fikrini alıyoruz. Ve herkes eşit. Bu, süreci uzatıyor. Ama tabii ki en önemlisi bir kişinin şu kapıdan girdiği andan itibaren ilk günden beri burada olan kişiden hiçbir farkı yok. Sözünün, kararının, çalışmasının bir farkı yok. Herkes eşit burada. Duygusal eşitsizlikler muhakkak oluyor. Ama biz bunu sırtımıza aldığımız için orada müdahale ediyoruz. Yataylık hakikaten zor bir şey. Bu bizim en zorlandığımız şeylerden birisi.
U.K: Yeni nesil kooperatifçilik olarak ifade edilen şeyin bence en önemli tarafı katılımcı bir mekanizma kuruyor olması. Eski tipte kooperatifler ki hâlâ varlar. Burayı bir dükkân olarak görür. Bir çalışan koyar, ürünler gelir, ortaklar olabilir. Kooperatiflerin zaten çok itildiği bir tür çok ortaklı şirkete dönüşür. Dolayısıyla bir tür bürokratik bir mekanizma oluşur. Bizde de bir yönetim kurulu var ama bu bizim esas modelimiz değil. Bizim bir çalışma hukukumuz var. Yataylık yeni bir insan ilişkisini üretiyor aslında. En önemli fark bizim bu üretmeye çalıştığımız modelde gizli. Bir dükkân değil yani burası sadece. İnsanlar karar almayı öğreniyorlar. Yiyeceği gıdayı nasıl nereden alacağına karar vermek. Yataylığın ciddi zamansal maliyeti olsa da bence bu çalışmanın en önemli niteliklerinden biri.
“Bu işin paydaşının artması güven ve motivasyon geliştiren bir şey.”
Resmi kuruluştan bu yana geçen iki yıllık sürede nasıl başarılar elde edildi ve nelerin eksiliğini fark ettiniz?
U.K: 7 ortakla kurduk. Amacımız 80-100 olmaktı. Sayımızı henüz o kadar arttıramadık. Kooperatifin ana sermayesi ortaklık sermayesi üzerine kurulu. Kooperatife her ortak giren kişi bir sermaye oluşturuyor. Bu işin paydaşının artması güven ve motivasyon geliştiren bir şey. Çeşitli modellemeler yapmıştık. İlk modellemede 1000 ortaktan bahsediliyordu. Dükkân iki senedir çalışıyor. Her gün açıyoruz dükkânı. Çok az fire vermişizdir. 730 günün atıyorum en fazla 70 günü açamamışızdır ki o kadar olmamıştır. Bu önemli bir başarı göstergesi bizim için. Bunu gönüllüler olarak yapıyoruz. Sayımızın artması bu mekanizmayı kolaylaştıran bir şey. Daha fazla üreticiyle temas ettik. Ürün çeşitliliğini arttırdık. Bu da önemli bir şey. Daha fazla insana duyurabildik. Etkinlikler yaptık bu süreçte. Tam sayısını şu an hatırlayamıyorum ama en azından 5-6 tane kamusal etkinlik yaptık. 4 senedir her hafta toplantı yapıyoruz. Buna devam ettik. Çeşitli kooperatiflerin en azından kooperatif girişimi olarak ortaya çıkmasını teşvik ettik. Kadıköy’de bir kooperatif kuruldu. BÜKOOP, Anadolu’da Yaşam Tüketim Kooperatifi vardı. Şimdi insanlar diyor ki bu insanlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz. Dolayısıyla Koşuyolu’nda, Göztepe’de, Şişli’de, Beşiktaş’ta bu oluşumlar ortaya çıkıyor. Bu çok önemli bir başarı bizim açımızdan.
“…kişisel olarak bir samimiyet meselesi var. Burası beni tatmin ediyor. ‘Evet başka bir dünya var’ın somut karşılığı burası.”
Bu kooperatife emek vermek size ne kattı?
U.Y: Benim zaten ekolojik bir hayatım vardı. Ben zaten tohuma, gübreye dikkat ediyordum. Ama burası sayesinde daha fazla üreticiye ulaştım. Bu üreticilerle doğrudan ilişki kurma fırsatı kurdum. Benim gibi düşünen bir sürü insanla tanıştım ve arkadaş oldum. Artık gerçekten hayatımın bir parçası buranın gönüllüleri. Bizden önceki çalışmalar ve bizden sonraki çalışmalarla yeni nesil kooperatifçilik üzerine baktığımda geleceğe yönelik daha büyük şeyler yapabileceğimizi görüyorum. “Gezi bitti herkes evine döndü”ye benim en büyük cevaplarımdan birisi kooperatifçilik. Burası Gezi kültürünün bir devamı. O nesilden gelen o kapsayıcılıkla her yurttaşın eşit olduğunu bilen ve her kesimle arkadaş olabileceğini bilen herkese ait burası. Üretici için de keza öyle. Temelde Türkiye’nin sorunlarını sıraladığımda kooperatif her ilçede kurulursa bu sorunların ciddi bir kısmını eriteceğimizi düşünüyorum. Çok iddialı olabilir ama trafiğe kadar eritebilir. Çünkü herkes burada yaşamak istemiyor. Belki çoğu kişi köyüne dönüp üretim yapabilecek bu sayede. Para kazandıracak çünkü bu sistem. Dolayısıyla kooperatif şu dükkândan ibaret değil. Arka planda geleceğe yönelik direnmenin izdüşümü.
“Kooperatif bana iş hayatından sonra olabildiğince heterojen insanlarla karşılaşma olanağı sundu.”
H.E: Utku’nun söylediği çoğu şeye kesinlikle katılıyorum. Trafiğe kadar çözecek konusu hariç (Gülüyoruz). Bu başkanların vaatleridir. Ben şunu söyleyebilirim. Daha mutlu olduğumu farkediyorum. Çünkü biz ne kadar alternatifte durduğumuzu kabul etsek de aslında çok homojen kitlelerden oluşuyoruz. Arkadaşlarımız da öyle. Kooperatif bana iş hayatından sonra olabildiğince heterojen insanlarla karşılaşma olanağı sundu. Bu doğrudan her gün kooperatifte iş yaptığım gönüllüler de dahil üreticiler de tüketiciler de. Hayata farklı bakan insanlarla tanışma fırsatı verdi. Bize, “şöyle yaparsak çok güzel olacak” dersek karşı tarafta bunun bir karşılığı var mı yok mu görme fırsatı verdi. Bazı şeyleri göz hizamıza aldığımızda daha rahat çözülebileceğini daha sıcak ilişkiler ortaya çıkabileceğini farkediyorum ben. Bir de kişisel olarak bir samimiyet meselesi var. Burası beni tatmin ediyor. “Evet başka bir dünya var”ın somut karşılığı burası.
U.K: Farklı türde farklı geçmişe sahip insanlarla çalışmayı öğrenmek çok önemli bir şey bence. Özellikle Türkiye’de son zamanda kamplaştıran bir siyaset ortamının olduğu bir yerde farklılıklarla beraber bir şey yapabilmek… Ortak bir sorun tespit edebilmek, bunun çözümünü aramak çok önemli bir şey geliştiriyor. Bir kere şunu öğrenmek zorunda kalıyor insan; mütevazi olmayı, her şeyi kendinin en iyi bildiğini değil, kolektif bir akılla farklı insanların katıldığı bir süreçte daha güzel bir şey yapılabileceğini. Bir diğeri de emek vermenin ve verilen emeğin belirli açılardan ne kadar kıymetli olduğunu görüyoruz. Şöyle bir dükkânın her gün olması çok somut bir şey. Dünyayı her gün değiştiriyor olmanın kıymetini anlıyorsunuz yani.
Kooperatifinizi 5 yıl sonra nerede görüyorsunuz?
H.E: 5 yıl sonrası için temel hedef şu olabilir. Gıdaya dair ihtiyaçların tamamının kooperatiften karşılanması. Şu an bir kısmını karşılayabiliyoruz.
U.Y: Her ilde bir kooperatif açılabilir. Daha fazla kişiye ulaşmak… Bütün Kadıköy’e, gönüllü olmasa bile, dost olarak ulaşmak. Daha büyük bir mekan ya da daha fazla mekan. Daha fazla üretici.
“…her mahallede kooperatifler olsun ama bu sorunları politik bir şekilde çözebileceğimiz bir sistem kuralım.”
Yani şube açma gibi hedefler var mı?
U.Y: Bu zaman zaman konuşuluyor ama şube gibi değil de belki her mahallede kendi mahallelinin açması gibi düşünüyoruz. Kadıköy Kooperatifi Kadıköy’e ait. Göztepe’de yapılıyor şu anda. Her mahallede olabilir.
U.K: Kooperatiflerin yan yana gelerek kooperatif birliği kurma düşüncesi var. Kooperatifler birliği kurulabilir ileride. Karaburun’da konuştuğumuz birkaç sorun vardı mesela lojistik sorunu, ortak depo vs. yaparak o birliği pratikte inşa etmek istiyoruz. Yani her mahallede kooperatifler olsun ama bu sorunları politik bir şekilde çözebileceğimiz bir sistem kuralım.
7-8 Eylül Karaburun’da yapılan Kooperatifçilik: Sınırlar ve İmkanlar başlıklı atölye çalışmasında amaçlar neydi? Sonuçlar bu amaçlarla paralellik gösterdi mi?
U.K: Birkaç amaç sayılabilir. Birincisi kongrenin bu seneki başlığı “ne yapmalı” sorusu oldu. Biz pratik bir iş yaptığımız için ve somut bir çıktısı olduğu için bunu kongreye katılan kamuoyuyla paylaşmak istedik. Deneyimleri paylaşmak ve sorunları paylaşmaktı amacımız. Kooperatifçilik meselesini yeni nesil kooperatifçiliğin nasıl yapılageldiğini de aktarabilmekti. Çünkü kooperatiflere dair kötü bir intiba da var Türkiye’de. İkincisi çalışma grubunu düzenleyen kooperatifler arası ilişkiyi güçlendirmek. İlk defa böyle bir yakınlaşma imkânımız oldu. İlgi de gördü. Hem Karaburun’da oturanların katılımıyla bir sinerjisi oldu. Duyduğumuz kadarıyla kongrenin en ilgi çeken oturumunu düzenledik. Kalabalıktı. Bu bizim için çok sevindiriciydi.
Atölye çalışmasına ilişkin bilgilere nereden ulaşılabilir?
U.K: Yakında bir rapor yayınlamayı planlıyoruz. Onu da kendi iletişim kanallarımızdan yayınlayacağız. Bir ihtimal kongre sitesine de koyulacak.
“Fedakarlıklar beklenir. Ama belki de en yapılmaması gereken, fedakarlık beklemek.”
Yeni kurulan veya kurulacak olan tüketim kooperatifleri için ne önerirsiniz?
H.E: Bol sabır. (Gülüyoruz) İşlerin büyük kısmı üretici bulma ve güvene dayalı ilişkiler kurma odaklı. Mevcut kooperatiflerle iletişime geçsinler uygun mu değil mi baksınlar. Sonrası gerçekten sabır. Çünkü ilk toplantılar çok hevesli çok büyük hedeflerle geçer. Fedakarlıklar beklenir. Ama belki de en yapılmaması gereken, fedakarlık beklemek. Herkesle azami bir şey beklemek. Bir kişiden en az emeği gelecek şekilde beklemek lazım.
U.Y: Bence global düşünüp yerel çalışmak önemli. Bütün bu yeni nesil kooperatifçiliğin yerel mantığının olduğunu görüyoruz. Bundan sonra kurulacak kooperatiflerin de yerelliği öne almaları gerektiğini düşünüyorum. “Kadıköy Kooperatifi bunu yaptı biz de bunu yapalım” değil de önüne bizim deneyimlerimizi alarak kendi yerellerinin dinamiklerini göz ardı etmeden hareket etmeleri onlar için daha kalıcı, sağlam olacaktır diye düşünüyorum.
U.K: Büyük lafların yanında pratik etmek çok önemli. Biz başlarken 6 ilkemiz vardı ama pratik bir şey olarak başladık. Paket işi yaparak başlamamızın sebebi buydu. Yaparak öğrendik. Bir sürü tartışma yapmak yerine somut ihtiyacı tespit edip ona yönelik doğrudan pratiğe başlamak. Kurulan temaslarla da teorik olarak yararlanmak. İnsanlar bize sorduklarında kendi somut deneyimimizi anlatıyoruz.
“Politik tavır sadece güncel siyasetle ilgili bir cümle kurmak değil.”
Peki sizce politika alanında ne yapılabilir?
H.E: Biz zaten politika yapıyoruz. Şu an buğdayın dışarıdan getirilmesine karşı yerel çiftçiden buğday almamız bir politika. Ya da benim buraya gelip 6 saat nöbet tutmam politik bir tavır. Politik tavır sadece güncel siyasetle ilgili bir cümle kurmak değil. Hiçbir siyasi kavram kullanmadan yaptığımız şeyler politik olabilir bunun farkında olmak lazım.
U.K: Şöyle bir ekleme yapayım. Böyle yan yana gelen yurttaşların daha çok kamuoyunu etkilemesiyle beraber siyaset talebi oluşturabilirler yerel yönetimlere veya parlamentoya. Kooperatifçilik yasası değiştirilmesi mesela bizim için çok önemli bir şey bir yandan. Kadıköy’ün nasıl yönetileceği konusunda belirli bir politika üretebiliriz. Ama bu, buranın yaptığı şeyin politika olmadığı anlamına gelmiyor. Buranın kâr amacı gütmeyen bir yapısı olması politika sayılabilir. Diğer kooperatiflerle, gıda topluluklarıyla, inisiyatiflerle, çiftçi sendikalarıyla vs. görüşmelerimizde gıda konularına ilişkin bir şey üretebiliriz ve yapıyoruz da zaman zaman. Mesela şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ilgili bir atölye yaptık.
U.Y: Üreticilerle olan ilişkilerimiz de gayet politik bence. Çünkü üretici şu an bunu istediği koşullarda satamazsa bir tüccara satmak zorunda kalacak. Ama biz ön ödeme yapacağımızı ve alım garantisi vereceğimizi söylüyoruz. Dolayısıyla onun tüccara daha az zorunlu olmasını ya da hiç zorunlu olmamasını sağlıyoruz gücümüz yettiğince. Daha çok kooperatif olduğunda belki de bir bölgeyi tamamen istediği refahta tutmaya çalışacağız.
“…daha fazla insana daha fazla kooperatife ihtiyaç var. Mahkum değiliz. Bunu bilmek çok önemli bir şey.”
Son olarak iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
U.Y: Kooperatifin buradaki 43 kişiye ait olmadığını, Kadıköy Kooperatifi’nin bütün Kadıköy’e ait olduğunu, Beşiktaş Kooperatif Girişimi’nin bütün Beşiktaş’a ait olduğunu, henüz kurulmayan ama kurulmasını beklediğimiz Ataşehir Kooperatif Girişimi’nin bütün Ataşehir’e ait olduğunu yurttaşların bilmesi gerekiyor. Herkesin taşın altına elini sokması gerekiyor. Belki gönüllü olarak belki dost olarak belki tüketici olarak. Artık gıdamıza sahip çıkmamız gerekiyor. Bu sadece dost meclislerinde “Kanada’dan mercimek geldi” diyerek olabilecek bir şey değil artık. O mercimeğin üretilmesini sağlamak, almak, yemek gerekiyor. Daha fazla insan olursa kişi başına düşen iş gücü azalacak. Dolayısıyla daha fazla gönüllüye ihtiyacımız var. Daha fazla bizim istediğimiz şekilde örgütlü üreticiye ihtiyacımız var. Şu anda bizim yurttaşlar olarak yapabileceğimiz bu.
“Bunun için daha fazla insana daha fazla kooperatife ihtiyaç var. Mahkum değiliz.”
U.K: Bazen kullandığımız bir metafor vardır. Kadıköy 500.000 nüfuslu bir yer yaklaşık olarak. Kadıköy’de bu kadar kişi “biz ekolojik tarım yapılmasını istiyoruz” dediğinde Türkiye’de hakikaten bir şeyler değişebilir. Politikalar tabii ki aşağıdan yukarıya doğru belirlenmiyor. Belirli çıkar odaklarının isteklerini yansıtıyor. Mercimek örneğinden devam edersek, Kanadalı şirketlerin egemenliğinde bir mercimek üretimi var ki Türkiye’de yerli tohumdan üretilen mercimek bulmak imkansız gibi bir şey. Ama bu 500.000 kişi ülkedeki çiftçiyi desteklerse, “aşağıdan aşağı” eşit bir düzlemde yeni bir politika üretmenin en temel aracı olacaktır. Bunun için daha fazla insana daha fazla kooperatife ihtiyaç var. Mahkum değiliz. Bunu bilmek çok önemli bir şey. Bunu beraber yapabiliriz.
H.E: Hayata ve insanlara dair çok idealist bir taraftan bakmamak lazım. İdealistlikten kastettiğim beklentileri çok yüksek tutmamak lazım. Bu tür yeni bir hayat tarzı istiyorsak önce kendi davranışlarımıza yansıtmamız gerekir diye düşünüyorum. Kooperatiflerin yeni şeyler denemekten korkmamaları gerek. Daha da önemlisi yeni şeyi bırakabilme cesaretlerinin de olmasını tavsiye ederim. Buralar bizim mülkiyetimiz olan yerler değil. Kooperatif bensiz de devam edebilir. Aradaki bu ilişkinin hastalıklı bir şeye dönüşmeden bırakıp yeniden başlanabileceğini aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. Bu bütün kooperatifler için geçerli. Bu bir başarı meselesi değil. Bu bir tabu bir hedef değil bizim için. Kooperatifçilik, yaşam içinde bir tarz.
Not: Söyleşi sorularına verdiği katkılardan dolayı Prof. Dr. Aylin Çiğdem Köne’ye teşekkür ederim.