Son kırk yıldır eğitimden sağlığa kamu hizmetleri piyasaya terk edildi. Covid-19 salgını gibi felaketler, nitelikli kamu hizmetlerinin ne kadar hayati olduğunu hatırlatsa da bugün hâlâ özelleştirme ve piyasalaştırma baskıları sürüyor. Üstelik daha çok piyasa, demokrasinin dayandığı tabanı aşındırıyor ve baskıcı yönetimlere yol açıyor.
Bu otoriter çağda, kamu hizmetlerini savunmak ve yeniden güçlendirmek, aynı zamanda demokrasiyi savunmaktır.
Kabul edelim: Salgının etkisi, nerede yaşadığınıza ve ne kadar paranız olduğuna bağlı olarak şimdi acımasızca farklı.
Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve bir avuç zengin ülkede, restoranlar ve barlar dolup taşıyor, spor salonları yeniden açılıyor ve insanlar korkusuzca sosyalleşmeye başlıyor. Covid-19 aşılarının çoğunu tekelleştiren ülkeler için, pandemi sayfasının kesin olarak kapanması umudu var. Başka yerlerde, örneğin Hindistan gibi ülkelerde ve Afrika ve Latin Amerika kıtalarının tamamında, virüs ve varyantları; ölüm, hastaneye yatışlar, işsizlik ve yoksullukla birlikte kırıp geçirmeye devam ediyor.
Birbirine büsbütün zıt bu iki gerçek, tek bir şeyde birleşiyor: Sürekli yankılanıp kendini dünya çapında duyuran kemer sıkma çağrıları. Argümanlar Londra, Mexico City veya Cape Town’da aynı: Kriz hafifledikten sonra, en çok etkilenenleri desteklemek için (bazen zoraki) alınan önlemlerin tersine çevrilmesi gerekecek.
Bu, hastanelere yapılan harcamalardaki, sosyal koruma yardımlarındaki vahim kesintilerin ve kamu sektörü çalışanları için maaş dondurmalarının bildik yolundan gitmek anlamına geliyor. Aynı zamanda, bakımın metalaştırılması ve kadın emeğinin sömürülmesi de dâhil olmak üzere su, sağlık ve eğitim hizmetlerinin piyasalaşmasına ve ticarileşmesine yol açıyor.
Lombardiya’dan Dersler
Görünüşe göre salgın bize hiçbir şey öğretmemiş. Lombardiya’dan gelen görüntüleri unuttuk mu? İtalyan finansının ve modasının kalbi, ülkedeki en etkin sağlık sistemine sahip olmakla böbürleniyordu çünkü en fazla özelleştirilmiş olanı oydu. Reklamlarda bile kullanıldı: “Sağlıklı olmak için Lombardiya’ya gelin” diyordu bir broşür. Bununla birlikte, dünyanın en zenginlerinden biri olan bölge, Mart 2020’de ulusal ortalamanın (yüzde 2,4) iki katından fazla olan yüzde 5,7’lik bir ölüm oranı altında ezilmişti. Kamusal bir sağlık sistemini sürdüren komşu Veneto çok daha başarılıydı.
ABD’de virüsün düşük gelirli, sağlık sigortasından yoksun, tedavi edilecekleri bir hastaneye zamanında gidemeyen insanları görece daha çok öldürdüğünü de unuttuk mu? Benzer şekilde, özelleştirmenin yüceltilmesine bir başka örnek; Şili’de Santiago’nun yoksul kenar mahallerinde hiçbir zaman doktora gitmeye güçleri yetmemiş olan pandemi kurbanlarının yüzde 90’ı evlerinde öldü. Ve topluluklarına hizmet ederken Covid-19’dan ölen 115.000 sağlık ve bakım çalışanını ve daha nicelerini de unuttuk mu?
Buna karşın çok sayıda yönetim, mesela Philadelphia’nın bir varoşunda, su hizmetlerini özelleştirmeyi düşünüyor. Sanki pandemi suya evrensel erişim ihtiyacını göstermemiş ve tüm topluluklar kendilerini virüsten korumak için ellerini yıkamaya layık olduklarını reddetmişler gibi. Bu arada, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun teşvikleri ile dünya çapında özel okullara artan bağımlılık, pandeminin başlangıcından bu yana neden yüz milyonlarca çocuğun okul dışı olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.
Adil Paylaşım
Kamu hizmeti bütçelerinin kesilmesi ve kontrolün özel sektöre teslim edilmesi şeklinde mali konsolidasyon kaçınılmaz değildir. Kriz sırasında ödenen devasa tutarları telafi etmek ve toparlanmayı finanse etmek için hükümetler paranın nerede olduğuna bakmalıdır: Çok uluslu şirketlerin ve en zengin insanların hesaplarında. Pandemi sırasında kârları hızla yükselen büyük teknoloji şirketleri kuşkusuz adil vergi paylarını ödemek zorunda. Bu radikal bir hareket değil: Joe Biden başkanlığındaki ABD yönetiminin yakın zamanda yapmayı planladığını açıkladığı şey, bu.
Washington tarafından yönlendirilen G7 ülkeleri, çok uluslu şirketlerin yabancı kârları üzerinde en az yüzde 15’lik bir küresel asgari vergiden yana oldukları açıklamasıyla, vergi kaçakçılığının boyutunu neredeyse itiraf ettiler. Bu doğru yönde atılmış bir adımdır ancak küresel kuzey ve güneydeki ülkelerin kayda değer gelir elde etmeleri için yeterli değildir. Hükümetler, yüzde 21’lik bir oranı tercih eden ABD örneğini takiben, kendi çok uluslu şirketlerini çok daha iddialı seviyelerde vergilendirmek için tek taraflı hareket etmelidirler.
Bu, kamuoyu baskısı olmadan gerçekleşmeyecek. Birleşmiş Milletler Kamu Hizmeti Günü’nü kutlarken, piyasanın tamamen sunamayacağı hizmetleri sağlamak için sürekli seferberlik şarttır: Kamu hizmeti çalışanlarını destekleyecek daha fazla kaynak ve onların toplumlarımızda ürettikleri değerin tanınması için seferberlik. Bunlar, kamu yararına dayanan ve kamu yararı tarafından yönlendirilen ve demokratik bir şekilde yönetilen, herkesin ödeme gücüne göre değil de onurlu yaşamasına izin veren hizmetlerdir. Dolayısıyla bu, onların hakkıdır.
Bu seferberliğin bir örneği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek için bakımın toplumsal örgütlenmesinin yeniden inşasını savunan Bakım Manifestosu’nu başlatan küresel harekettir. Bu tür dayanışma mekanizmaları sayesinde, yaşadığımıza benzer kriz çağlarında daha iyi mücadele edebilme gücüne sahip daha dayanıklı ve adil toplumlar inşa edebiliriz.
Popülist yükseliş
Bu aynı zamanda siyasi bir meseledir. En zenginler paralel bir sağlık ve eğitim sistemi örgütlerken, biz, mali olarak yeterince desteklenmeyen ve özelleştirilmiş temel hizmetlerimizin kontrolünü kaybettikçe, orta sınıflar ve çalışan sınıfları devlete olan güvenlerini kaybederler.
Toplumsal yapıdaki – ki kamu hizmetleri onun kalbidir – bu çöküş, popülist ve otoriter hareketlerin ve partilerin yükselişini açıklayan geniş bir alanı kapsıyor. Herkes için nitelikli kamu hizmetlerini güvence altına almak yerine özel okulları veya klinikleri birbirleriyle rekabete sokmayı seçmek, dünya genelinde tanık olduğumuz totaliter rejimlerin yeniden canlanışını körükleme riski taşıyor.
Kamu hizmetlerini savunmak demokrasiyi savunmak demektir.
Not: Rosa Pavanelli ve Magdalena Sepúlveda’nın Social Europe sitesinde 23 Haziran 2021 tarihinde yayımlanan yazılarından Aylin Çiğdem Köne tarafından çevrilmiştir. Erişim