Gıda söz konusu olduğunda üretici ile tüketici arasındaki bağın koptuğu bir dönemi tecrübe ediyoruz. Dünyanın önemli bir kısmında bu kopuşun uç örnekleriyle karşılaşmak mümkün. Tüketiciler cephesinden bakarsak kentlerde yaşayanlar perakende zincirlerinin hakim oldukları piyasaya mahkum. Farklı gelir grubuna yönelen her perakende mağaza o gelir grubu için tekel olmuş durumda. Tüketiciler üzerinde yaratılan algı ise bu mağazaların tüketimde “tercih hakkı” sundukları.
Hem çeşitlilik sunuyorlar hem de hayatları kolaylaştırıyorlar. Bizler için daha ne yapsınlar! Hatta yumurtanın kabuğunu kırmanıza gerek yok, hazır kırılmış olanı raflarda. Kimin bir mandalina soymaya zamanı var ki? Biz, sizler için soyduk, yetmedi paketledik. Çünkü hijyen çok önemli. Ama bu ürünler hangi koşullarda çalışan işçiler tarafından üretildi ya da hangi tarım ilaçları ve tohumlar kullanıldı, bunu bilmeseniz de olur. Üretici-tüketici zinciri koptukça endüstriyel tarım bayrağı eline almış, dört nala koşuyor. İnsanlar topraktan uzaklaştıkça tek tipleşen ürünler tüketmeye ve vahşileşen endüstriyi güçlendirmeye devam ediyoruz. Ensemizde endüstriyel üretiminin bizim için yaptığı fedakârlık vurgusu: “biz olmazsak dünya nüfusu nasıl beslenir?”
Ölçek Ekonomisi Her Zaman Kazanır mı?
İktisadın temel öğretilerinden biri “ölçek ekonomileri”dir. Ölçek ekonomileri özetle üretim ölçeği büyüdükçe, maliyetlerin düşeceğini tembihliyor. Ne kadar büyük o kadar iyi. Tabii bir de “batmak için çok büyük” diye kurtarmaya çalıştığımız bir ölçek büyüklüğü de var. Neticede dışsallıkları ve sosyal maliyeti göz ardı eden politikaların tamamı önünde sonunda ayağımıza dolanıyor. Endüstriyel tarımda da olduğu gibi.
Küçük Üretici Ne Yapıyor?
Üretimden elini eteğini çekmek istemeyen küçük üreticinin imdadına kooperatiflerin yanı sıra gıda inisiyatifleri ve dayanışma ağı şeklindeki örgütlenmeler yetişiyor. Endüstriyel gıdanın karşısına gıda egemenliği ile durmaya çalışan bu inisiyatifler temiz ve zehirsiz gıda sundukları gibi adil bir üretim kavramını da öne çıkartıyorlar. Küçük üreticiler bir araya gelip, oluşturdukları ağ ile ayakta kalıyorlar.
Gıda egemenliği üzerine araştırma yaparken sosyal medyada Sakarya Küçük Üretici Dayanışma Ağı (SAKÜDA) karşımıza çıktı. Türkiye’den bir örnek olarak sizlerle paylaşmak istedik. SAKÜDA’nın kurulmasına öncülük eden üretici Berin Ertürk ile iletişime geçerek kendisine sorularımızı gönderdik. Yazının devamında bu soruları ve yanıtlarını okuyabilirsiniz. Ayrıca Berin hanım ile yapılmış çok daha detaylı bir söyleşinin bağlantısını da paylaşmak isteriz.
Sakarya Küçük Üretici Dayanışma Ağı
Sakarya Küçük Üretici Dayanışma ağı ne zaman ve nasıl bir ihtiyaç üzerine kuruldu?
Ekolojik üretim yapan üç küçük üretici olarak birlikte ne yapabiliriz tartışması içindeydik. En temel noktalardan biri lojistik sorunlarımız olduğu için öncelikle o konuda işbirliği yapmaya karar verdik. İstanbul ve Sakarya’da belli dağıtım noktaları oluşturmaya böylece kargo ile ürün yollamanın ve kapı kapı dağıtmanın yarattığı mali yükü, zaman kaybını ve ürünlerin kalitesinde yol açtığı olumsuzlukları gidermeye karar verdik. 2017 sonbaharında bir “dayanışma çağrısı” yayınlayarak gönüllü dağıtım noktaları oluşturmak istediğimizi duyurduk. Olumlu tepkiler geldi. İstanbul’da üç dağıtım noktası ile başladık.
Günümüz itibariyle kaç kişisiniz? Hangi kentleri kapsıyorsunuz?
Şu anda sekiz üreticimiz, dokuz dağıtım noktamız var. Birkaç aday küçük üretici ile temastayız. Haftalık yayınladığımız ortak ürün listemize üye olanlar 1500 kişi kadar. Bir üreticimiz (fırın) İstanbul’da. Aramıza son katılan üretici arkadaşımız da Bilecik’te. Diğerleri Sakarya’da. Sakarya dışına taşmayı düşünmüyorduk ama Bilecik sadece 1,5 saatlik mesafede ve sık sık gidip gelme, üretici arkadaşı tanıma şansımız oldu.
Faaliyetlerinizi neler oluşturuyor?
Tüketiciye ulaşma konusunda işbirliğimiz dışında aramızda ürün, hammadde ve daha önemlisi bilgi alışverişi var. Gıda topluluklarına, tüketici kooperatiflerine destek olmaya çalışıyoruz. Dağıtım noktalarında ya da başka mekânlarda sohbet toplantıları gibi faaliyetler oluyor. Dağıtım noktaları çevresinde yerel gıda toplulukları oluşması için çaba gösteriyoruz. Üreticilerle tanışma için çiftlik ziyaretleri düzenlemeye çalışıyoruz.
Endüstriyel Tarım Olmazsa?
Yerelleşme ve dayanışma ağları sizler için neden önemli?
Sistemin “endüstriyel tarım olmasa açlık olur” dayatması, gıdayı üreten ve dünya nüfusunu besleyenlerin küçük çiftçiler olduğu gerçeğini örtbas etmek için öne sürülen büyük bir yalan. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü dünya nüfusunu besleyenlerin %70 oranında küçük işletmeler olduğunu bildiriyor. Ancak market zincirlerinin hakim olduğu bir sistemde küçük üreticilerin şansı yok. Alternatif dağıtım modelleri geliştirmek gerekiyor. Giderek bilinçlenen tüketicinin sağlıklı gıda talebi küçük çiftçilerin ekolojik üretimi benimsemesi ile karşılanabilir. Bunun en akılcı yolu yerelde üretmek ve yerelde tüketmek ise dayanışma ağları en akılcı çözüm. Gıdanın kilometrelerce yol gitmesinin hem çok anlamsız hem de gezegenimiz için zararlı olduğu gerçeğini de unutmamak gerek.
Neden kooperatif değil de dayanışma ağı olmayı tercih ettiniz?
Pratikten kopuk, salt ilkelere dayanan örgütlenmelerin başarılı olacağına inanmıyorum. Daha önce başarısız bir üretici kooperatifi deneyimimiz oldu. Üyeler birbirinden uzak yerlerdeydi. Süreç içinde ihtiyaçların farklı, mali ve idari yükümlülüklerin ağır olduğu ortaya çıktı. Yapmak istediklerimizi gerçekleştirecek kaynak bulamazken daha fazlasını vergi, ceza vb. olarak ödedik! Şu anda “dayanışma ağı” bize yetiyor. İlerde gerekirse kooperatif ya da başka bir yapı düşünülebilir.
Sizce neden her kentin kendi dayanışma ağı olmalı?
Üretici ağları birbirini tanıyan, neyi nasıl ürettiğini bilen kişilerden oluşmalı. Şirketlerin denetlediği, kuralları endüstriyel tarım normlarına göre belirlenmiş sertifikalı tarım yerine öz denetim sağlanmalı. Bir başka deyişle, bu koşullara uyan alan kent de olabilir, köy de, daha geniş bölge de.
Türkiye’de başka dayanışma ağı kurmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?