Askeri darbelerden kurtulamayan Myanmar ’dan 35 yıl öncesinin kooperatif anıları
Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar ’da yeni bir askeri darbenin yaşandığını üzüntüyle öğrendiğimde, 35 yıl önce ILO Kooperatif Uzmanı olarak görev yaptığım günler aklıma geldi. Darbe ile yeniden tutuklanan ülkenin sivil lideri Nobel Barış Ödülü sahibi Aung San Suu Kyi ile tanışmam ve sohbet etmem, ülkeyi 20 yıl askeri diktatörlük altında yönetmiş General Ne Win’in golf arkadaşı ile konuşmalarım… Bu projede benimle birlikte görev yapmış olan ve pek çoğu artık emekli olmuş Myanmarlı kooperatifçi arkadaşlarımla ilişkilerim hâlâ devam ediyor ve bana bugünkü siyasi ortam konusunda güncel bilgi veriyorlar. Onlar için çok üzülüyorum ama moral desteği vermek dışında hiçbir şey yapamıyorum. Onlarla geçirdiğim günlerin anısını özetle sizlerle paylaşmak istedim.
Burma olarak da bilinen Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar, Tayland, Laos, Bangladeş Çin ve Hindistan ile sınır komşusu. 54 milyon nüfusu olan ülkenin büyük çoğunluğu Birmanca konuşuyor ama başka dilleri konuşanlar da var. En büyük kenti ve eski başkenti Yangon (Rangoon), yeni başkenti ise Nay Pyi Taw. Budizm en yaygın din. Farklı etnik gruplar var, bunlar arasında yerlerinden edilmiş ve mülteci durumuna düşürülmüş Rohingya müslümanları da mevcut. Ülke 1948’de İngiltere’den bağımsızlığını elde etti. 1962’de bir darbe ile yönetimi ele geçiren askerler 2011 yılına kadar ülkeyi yönettiler. 2011’den sonra da zaman zaman ordu yönetime el koydu. Askerler 1 Şubat’ta yönetime tekrar el koydu ve bir yıl sonra yeniden seçim yapılacağını duyurdu. Önceki iptal edilen seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de çoğunluğu elde ederek yönetime gelen Aung San Suu Kyi’nin Ulusal Birlik için Demokrasi (NLD) Partisinin kurduğu hükümet devrildi ve Suu Kyi başta olmak üzere hükümet üyeleri tutuklandı. |
ILO Başvurusu
Kuruluşunda görev aldığım ve dört yıl süre ile genel müdürlüğünü yaptığım tüketim kooperatifleri birliği Yol-Koop’daki görevim sona ermiş ve 1981 yılında Türk-İş Kooperatifler Bürosuna geri dönmüştüm. İşçilerin tüketim ve konut kooperatifi kurmalarına eğitim ve örgütlenme çalışmaları ile katkıda bulunmaya devam ediyordum. Bir yandan da uluslararası piyasada çalışmak istediğimi dış ülkelerle ilişkisi olan arkadaşlara duyuruyordum.
Yol-Koop’da iken tanıştığım Birleşmiş Milletler’in uzmanlık örgütlerinden Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Ankara Ofisi Direktörü John Murray, 1986 yılı başlarında bir gün elinde bir ILO başvuru formu ile çıkageldi ve bana çeşitli sorular sorarak formu doldurdu ve Cenevre’ye gönderdi. ILO’ya bu şekilde kooperatif uzmanı olarak çalışmak için başvurduktan birkaç ay sonra olumlu yanıt geldi. Gelen yanıtta o zaman Burma olarak bilinen Myanmar’da çalışmak isteyip istemediğim soruluyordu.
Önce haritada Burma’nın yerini arayıp bulmuş, sonra da ülke hakkında bilgi toplamaya başlamıştım. Burma, Güneydoğu Asya’nın azgelişmiş yoksul ülkelerinden biri idi ve Birleşmiş Milletler’in kalkınma yardımından öncelikle yararlanmaktaydı. Teklifi kabul etmeden önce konuyu daha önce Asya’da görev yapmış olan Murray ile tartıştım. Onun tavsiyesi beni etkilemişti.
Ülkede yabancı diplomatların çocukları için okul olmadığı için çocuklarımı okullarına devam etmeleri için Türkiye’de bırakmam gerekiyordu. Bu görev bir yıl süreli olduğundan, uluslararası deneyim kazanmak için “bu ayrılığa bir yıl katlanabilirim” diye düşünmüştüm.
Uluslararası Uzman olmak diplomasiyle karışık bir süreç
ILO’nun merkezi Cenevre’de ve ardından da Bölge Ofisi Bangkok’da birkaç günlük oryantasyon eğitiminden sonra Myanmar’ın o zamanki başkenti Yangon’a (Rangoon) geldim. Bu kısa brifinglerin amacı, beni kooperatifçiliği geliştirme konusunda diplomatik kurallara göre çalışacak uluslararası bir uzman olarak hazırlamaktı. Örneğin, hoş karşılanmayacak kötü bir durumla karşılaşıldığında, “iyi bir durum” da demeden nasıl cevap verilebileceğinin yollarını gösterdiler. Buna ilaveten, proje nasıl yönetilir, projenin iş programı nasıl hazırlanır ve uygulanır, diğer BM örgütleri ve yerel partnerler ile nasıl işbirliği yapılır, proje gelişme raporları nasıl hazırlanır ve ülkedeki kooperatif okulları ve öğretmenlerine nasıl yardımcı olunur gibi teknik konularda bilgi sahibi olmamı sağladılar.
Yangon’a vardığımın ikinci günü beni Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Yerleşik Temsilcisi Japon diplomat K. Kitatani’ye götürdüler. Kitatani beni önemli konularda bilgilendirdi ve ülkenin askeri yönetim altında olduğuna dikkat çekerek, ülkede batıdaki ya da kendi ülkesi Japonya’daki gibi demokratik kooperatiflerin değil de devlet/parti güdümünde kooperatiflerin bulunduğunu işaret etti ve eğitimlerde ve toplantılarda bu hususa çok dikkat etmemi istedi. Uluslararası uzman olmanın özelliklerine de dikkat çeken Kitatani, bazı diplomatik ayrıcalıklara değinerek, bu ayrıcalıkları iyi kullanmamı ancak yerel halk ile temaslarımda bunları hissettirmemeye çalışmamı öğütledi.
Bu görüşmeden, askeri yönetim altındaki bir ülkede demokratik kooperatifçiliğin gelişmesine nasıl katkıda bulunabileceğimin “diplomatik” bir davranışı gerektireceğini öğrenmiş oldum. Zira, kalkınma çabalarında her şey yolunda gidiyor olsaydı benim gibi yabancı uzmanlara neden ihtiyaç duyacaklardı? Kooperatifler, diktatörlükle savaşımda da görev alabilirler miydi, ya da etkili olabilirler miydi? Bunu kooperatifleri ziyaret ettiğimde ve eğitim çalışmaları sırasında öğreneceğimi umuyordum. Kooperatif okullarında birlikte çalıştığım öğretim elemanları (resimde görülenler) zor koşullarda hayatta kalma ve kooperatifleri koruma konusunda bende olumlu bir intiba bırakmışlardı.
Daha sonraki günlerde Kooperatifler Bakanlığında Genel Müdür ve Eğitim Müdürü ile tanıştım ve kooperatiflerle ilgili bilgi aldım. Oldukça deneyimli ve çok koyu bir Budist olan Eğitim Müdürü U Chit Ko Ko ile ahbap olduk. (Ben ayrıldıktan sonra emekli oldu ve evinden ayrılarak manastıra kapandı ve Monk olarak yaşamını tamamladı.) Bana yardımcı olmak üzere görevlendirilen ve halen ilişkimiz devam eden U Nge Thein ile görevim boyunca birlikte çalıştım. Kendisinden ülke ekonomisi ve sosyal durumu hakkında doğru bilgiler edindim. Ders verdiğim her yerde uyarılarımı hiçe sayarak beni kooperatifçilik konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olarak tanıtmaya devam etti. Daha sonra niçin böyle söylemeye devam ettiğini sorduğumda ise, “kooperatifçilik konusunda kendi bildiklerine değil, senin söylediklerine inanmaları için” diye yanıt vermişti. U Ngwe Thein daha sonra benim proje müdürü olarak görev yaptığım Filipinler’de bir yıl süre ile Birleşmiş Milletler Gönüllüsü (UNV) olarak çalıştı.
Kooperatifçiler “kooperatif kültürü”nün farkında değiller
ILO Uzmanı olarak iş tanımıma göre benden hükümete ve kooperatiflere eğitim, örgütlenme ve yönetim becerilerinin geliştirilmesi konularında danışmanlık yapmam bekleniyordu. Bunlar arasında en zor olan konu, “yönetime katılma” konusuydu. Bu işi başkent Rangoon’da oturarak değil de sahada, yani tabanda kooperatiflerle birlikte ve kooperatif okullarında ders vererek yapmaya çalışacaktım.
İki hafta süreli kooperatif hareketi tanıma amaçlı tetkik gezisi ile ülkenin orta, kuzey ve güney bölgelerinde birim kooperatifleri ve bölgesel birlikleri ziyaret ettim. Ülkede 2,5 milyon kişinin ortak olduğu 25 bin civarında kooperatif bulunuyordu (bugün kooperatif sayısı 40 bine, ortak sayısı da 4 milyona ulaşmış durumda). Bu gezi sırasında tarımsal üretim kooperatifleri yanında, hayvancılık kooperatifleri, endüstriyel işçi kooperatifleri ve su ürünleri kooperatifleri ile kooperatif okullarını yakından tanıma olanağı elde ettim. Demokratik yönetim eksikliği ve ortaklar arasında kooperatif bilincinin bulunmaması, ya da “sahiplik” duygusunun gelişmemiş olması ilk bakışta dikkati çeken eksiklikler arasında görülüyordu.
İki haftalık tetkik gezisi çok yararlı olmuştu ve neler yapabileceğim konusunda bilgi sahibi olmamı sağlamıştı. Bu geziden sonra dikkatlice hazırladığım iş programı da bazı “düzeltmelerle” Bakanlık tarafından uygun bulunmuştu. Bu programda ortaklara kooperatif bilincini aşılamak, genel kurullara katılmalarını özendirmek ve yönetim kurulu toplantılarının nasıl daha yararlı düzenleneceğine ilişkin olarak yapılabilecek çalışmalara yer vermiştim.
Gezi sırasında ayrıca çoğunluğu koyu bir Budist olan Birman halkının kültürel yaşantısıyla da aşina olmak için çaba harcamıştım. Bu arada ülkenin kültürel, dini ve tarihi yerlerini de görme olanağı bulmuştum. Ülke için “Altın Topraklar” denmesinin nedeni, sayılamayacak kadar altın kaplama pagodanın bulunmasıydı. Gittiğim her yerde mutlaka en az bir budist tapınak “pagoda” bulunuyordu ve benimle birlikte gezide yer alan arkadaşlarla beraber ve ayakkabıları çıkararak bu dinsel mekânları ziyaret ediyordum. Bu geziden sonra, Rangoon’daki en büyük ve ihtişamlı, kubbesi tonlarca altınla kaplı tapınak Shwedagon Pagoda’yı defalarca ziyaret ettiğimi anımsıyorum. Çocuklar yaz tatilinde ziyaretime geldiklerinde gittiğimiz tarihi kent Pagan’da (Bagan) üç binden fazla tapınak UNESCO tarafından tarihi miras olarak korunmaya alınmıştı.
Kooperatif okullarının programları
Ülkede bulunan dört kooperatif okulundan üçünü ziyaret ederek yönetici ve öğretmenleri ile müfredat geliştirme konusunu görüştüm. Görüşmelerde taraflardan biri olan ve tüm kooperatiflerin üst örgütü olarak görev yapan ve CCS (Central Cooperative Society) olarak adlandırılan Merkez Kooperatif Örgütü’nün temsilcisi pek çok öneriye karşı çıkıyor ve bunların bir kısmının mevcut devlet politikasına aykırı olduğunu söylüyordu. CCS hem kooperatiflerin merkez örgütü hem de Kooperatifler Bakanlığının bir departmanı olarak çalışıyordu. Dolayısıyla toplantılarda aynı zamanda devleti de temsil ediyordu.
Toplantılar sonunda en azından önemli gördüğüm iki konuda, yani, kooperatif yönetimi ve eğiticilerin eğitimi konularında mutabakat sağlanmıştı. Bundan sonraki görüşmelerde ve eğitimlerde CCS ile, yani hükümet ile (Kooperatifler Bakanlığı) bu iki konuda mutabakat sağlanmasının yararlarını görmüştüm. ILO’nun kooperatif eğitimi konusunda hazırladığı ve Türkçe’ye de tercüme ettiğim için deneyim sahibi olduğum MATCOM (Materials and Techniques for Cooperative Management Training) kitapçıklarını kullanmaya başladım. Ayrıca FAO için Kanadalı Kooperatif Uzmanı Dr A. Laidlaw tarafından yazılmış Training and Extension in the Cooperative Movement kitabını da kullanıyordum. Bu yayınların tercümesi ve adaptasyonu hızla yapılarak eğitimler de bu iki konuda düzenlenmeye başlandı.
Askeri rejim altında kooperatifler nasıl geliştirilir?
Bu soruyu çok düşünmüşümdür. Demokratik yönetim ilkesini yok sayarsanız elbette sıradan bir işletme olarak geliştirmek kolay… Ama bir gün dikta rejiminin son bulacağı akılda tutularak, eğitimlerde kooperatiflerin kendi kendilerini yönetme becerisi kazanmalarına odaklanmak gerekir diye düşünmüştüm ve bu düşüncemi eğiticilerle paylaşmıştım. Onlarla “self-help” yani, “kendi kendine yardım” felsefesinin, ancak kendi kendini yönetmek ile anlam kazanacağı fikrini yaygınlaştırmıştık.
Yerelde birim kooperatif işletmeler nasıl geliştirilebilir? Ortakların ve kooperatif yöneticilerinin rolü ne olmalıdır? Ortakların katılımı nasıl artırılabilir? Bu ve benzeri soruları içeren bir anket düzenleyerek seçilmiş 50 kooperatife gönderdiğimizi anımsıyorum. Çok ilginç cevaplar gelmişti. Bu önerileri biz proje yöneticileri olarak eğitimlerde dikkate almıştık, ancak anket sonuçlarını yayınlamamıza izin verilmemişti.
Bu arada ILO’nun Gelişmekte Olan Ülkelerde Kooperatiflerin Geliştirilmesi konulu 127 Sayılı (1966) Tavsiye Kararına da sıklıkla atıfta bulunuyordum. Burada kooperatifçiliği geliştirmede hükümetlerin rolü konusuna özellikle dikkatlerini çekiyordum. ILO’nun bu Tavsiye Kararını yenileyen 193 Sayılı Tavsiye Kararı 15 yıl sonra, yani 2002 yılında kabul edildi.
“Small is Beautiful” – “Küçük Güzeldir”
Kooperatif eğiticilerini salt kooperatif kitapları ile sıkmamak için sıklıkla başka konulara ve kitaplara da atıfta bulunuyordum. Kendim George Orwell’in Burmese Days (Burma Günleri) romanını okurken, başkalarına, yani eğiticilere de 1970’li yıllarda kooperatifler ve küçük ölçekli işletmeleri geliştirmede oldukça yaygın biçimde örnek olarak gösterilen ve okutulan İngiliz ekonomisti E.F. Schumacher’in Small is Beautiful (Küçük Güzeldir) kitabını referans olarak gösteriyordum. Küçük Güzeldir 1995 yılında, The Times gazetesi tarafından İkinci Dünya Savaşından yayımlanmış en etkili 100 kitap arasında gösterildi.
Ülkemizde 1984 ve Hayvan Çiftliği adlı kitapları ile tanınan George Orwell, Myanmar İngiliz sömürgesi iken 1930’larda ülkede emperyal memur olarak görev yaparken yazdığı Burma Günleri kitabı ile adından söz ettirmişti. Burmese Days’e ek olarak bir diğer İngiliz yazar J.H. Williams’ın Myanmar ormanlarında geçen ve fillerle ilgili olarak yazılmış en iyi kitap olarak ünlenmiş Elephant Bill’i büyük bir beğeni ile okuduğumu anımsıyorum.
Eğittiğim genç öğretmenlerin elçiliklere gitmeleri yasaklandığından, ilginç bulduğum ve okumalarını istediğim kitapları İngiltere ve Avustralya elçiliklerinin kütüphanelerinden ödünç alarak kendilerine veriyordum. Bu yayınları okutmak, askeri rejim altında bunalan kooperatifçiler için de aydınlatıcı oluyordu. İlginç olan, resimli magazinleri gizli saklı okumaları idi.
Yangon dışındaki bölgesel kooperatif okullarında bir-iki hafta süren eğitimlerde eğitici kursiyerlerle akşam oturumları yapıyorduk ve bu oturumlar bir hayli ilgi çekiyordu. Eğiticilere istedikleri konuda sunum yapma, kendi öykülerini anlatma ve canlandırma (role play) gibi yetişkin eğitim teknikleri kullanarak kendi becerilerini geliştirme fırsatı veriliyor, bu arada yabancı yayınlardan kooperatif öyküleri okutuluyordu.
Eğitimlerde kooperatifçilerin mesleklerini sevmelerine katkıda bulunmak amacıyla demokratik ülkelerdeki başarılı kooperatiflerin yönetimleri ve çalışmalarını örnek gösteriyordum. O günlerde henüz internet olmadığından görsel ve yazılı kaynakları özellikle İngiliz, Avustralya ve Amerikan elçilikleri kütüphanelerinden ediniyordum. Amacım, ülkenin yönetimini eleştirmeden, başka demokratik ülkelerdeki kooperatiflerin ekonomide ve sosyal (hatta siyasi) hayattaki etkilerini göstermekti.
UNDP’den uyarı alıyorum
İngiliz Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi ile hafta sonları diplomatların buluştuğu Amerikan Kulüp’te tanışmış ve ahbap olmuştum. Kendisi İngiliz kooperatif hareketinde tanıdık yöneticiler olduğunu söyleyince kooperatif kolejinin kütüphanesi için ücretsiz kitap gönderip gönderemeyeceklerini sormasını istemiştim. Birkaç hafta sonra 50 kadar yönetim, pazarlama ve kooperatif sosyal sorumluluk kitapları geldiğini söyledi. Ben de kitapları kolejin kütüphanesine teslim ettim. Birkaç gün sonra kitaplardan bir kısmı “sakıncalı” bulunduğu için iade edildi. Ben de bu kitapları elçiliğe geri vermek yerine kolej dışında okunmak üzere kendi evimde tutarak isteyenlere ödünç vermeye başladım.
Bir gün proje sekreteri, UNDP Temsilcisinin beni görmek istediğini söyledi. Ara sıra UNDP ofisinde rast geldiğimizde Kitatani işlerin nasıl gittiğini sorardı, ben de kısa açıklamalarda bulunurdum. Ülkedeki UNDP’nin finanse ettiği tek kooperatif geliştirme projesi olduğu için proje çalışmalarına ilgi duyuyordu. Bu kez niçin çağırdığını merak etmiştim. Kitatani, Kooperatifler Bakanlığından benim hakkımda bir “şikâyet” geldiğini diplomatik bir dille anlatarak, yabancı yayınlar istemeden önce Bakanlığın iznini almam gerektiğini anımsattı. Bu kitapların tamamının teknik konularda olduğunu, siyasi içerik taşımadığını söyledim. Benim üzüldüğümü görünce de “takma kafanı, bu tür şikâyetlere ben alışığım ve nasıl baş edeceğimi biliyorum, sadece bana yardımcı olmak için biraz dikkat et” dedi. Çalışmalarımdan duyduğu memnuniyeti belirtmekten de geri durmadı.
Daha sonra bendeki kitapları karıştırırken, İngiliz Kooperatifler Birliği tarafından hazırlanan kitapların bazılarında Kooperatif Partisi’ne atıfta bulunulduğunu gördüm. Bundan rahatsız olduklarını anladım. O günlerde İngiltere’de muhalefetteki İşçi Partisi’nin kardeş bir ihtisas partisi (!) gibi çalışan Kooperatif Partisi tüm dünyada kooperatifçilerin ilgi odağı olmuştu.
Myanmar ’da Türk Şehitliği varmış…
Zengin bir kütüphanesi olduğundan sık sık ödünç kitap almak için uğradığım İngiliz Büyükelçiliği’nin emektar kütüphanecisi Türk olduğumu öğrenince bana Myanmar ’da bir Türk şehitliğinin bulunduğunu bilip bilmediğimi sordu. Türkiye’den 12 bin kilometre uzaktaki bir ülkede, üstelik hiç savaş yapmadığımız halde nasıl olur da burada bir şehitliğimiz olur diye düşünürken İngiliz kütüphanecisi kendisinin de bunu yıllar önce Myanmar ’a gelen Bangkok Büyükelçimizden (Necdet Muhtar) öğrendiğini söyledi.
İngilizler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Filistin, Arabistan ve Sina Yarımadasındaki savaşlarda esir düşen 12 bin civarındaki Osmanlı askerini, sömürgesi olan Hindistan ve Myanmar ’daki esir kamplarına getirmişler. Bu askerler karayolu ve demiryolu inşaatlarında çalıştırılmışlar ve pek çoğu da bu kamplarda yaşamlarını yitirmiş ve buralarda kazılan mezarlara konulmuşlar. Meyiktila ve Thayet Myo’daki kamplarda bulunan Türk mezarlarının yerleri tespit edilmiş ve 2015 yılında Thayet Myo’daki şehitlik TİKA tarafından onarılarak törenle açılmış. Meyiktila’da olduğu söylenilen şehitliği Mandalay dönüşü ziyaret etmek için aramış ancak bulamamıştım.
Nobel Ödüllü Aung San Suu Kuyi ile tanışmam
1987 yılında Daw (Bayan) Aung San Suu Kyi adlı bir kadın ile tanıştığımda, bu kişinin yıllar sonra Nobel Barış Ödülü alacağını ve ülkenin bir numaralı siyasi kişiliği olarak, başbakanlık yapacağını, birçok kez de askerler tarafından tutuklanarak on yıldan fazla bir süre ev hapsinde tutulacağını birileri söylese inanmazdım.
Ev sahibeme, kiraladığım binanın yakınındaki bir evin neden sürekli boş olduğunu sorduğumda, evin sahibinin İngiltere’de oturduğunu ve zaman zaman kısa süreliğine ülkeye geldiğini söylemişti. Bu kişi, bağımsızlık savaşından sonra öldürülen ulusal kahraman General Aung San’ın kızı Aung San Suu Kyi idi ve bir İngiliz ile evlenerek İngiltere’de yaşamaya başlamıştı. Ev sahibem bir gün beni ziyarete geldiğinde Aung San Suu Kyi’nin geldiğini, kendisine kiracısı olarak benden söz ettiğini ve BM’de çalıştığımı söyleyince de Bayan Suu Kyi’nin beni çay içmeye davet ettiğini söyledi.
Ertesi gün ev sahibemle birlikte Bayan Suu Kyi’yi ziyarete gittiğimizde, kendisinin de üç yıl süre ile New York’ta BM’de çalıştığını söylemişti. Kalkınma konularına büyük ilgi duyan ve çok bilgili olduğu kolayca anlaşılan Bayan Suu Kyi, ülkenin genel gidişatından çok rahatsız olduğunu ifade etmişti. Nitekim, hasta annesine bakmak için bir sonraki yıl ülkesine tekrar geldiğinde, öğrencilerin protesto hareketlerine katılmış, hatta demokrasi kampanyaları düzenlemiş ve sonradan da Ulusal Birlik için Demokrasi Partisi NLD’yi kurmuştu.
1990 seçimlerine katılan NLD, oyların %81’ini almış fakat askeri yönetim bu sonuçları tanımayarak Parti Başkanı Aung San ve seçilen partili milletvekillerini tutuklamıştı. Aung San Suu Kyi, 15 yıl süre ile ev hapsinde tutuldu. Hatta askerler yurt dışına çıkma izni vermelerine karşın dönüşünde ülkeye sokmayacaklarını bildiğinden bunu kabul etmedi. Parti 2010 seçimlerini boykot etti, 2015 seçimlerinde ise oyların yeniden büyük çoğunluğunu, %86’sını aldı.
1991 yılında Nobel Barış Ödülü almaya hak kazanan Suu Kyi, yabancı ile evli olduğu için (eşi sonra vefat etti) yasaya göre başbakan olamadı ancak başbakanlık görevini Devlet Konseyi Başkanı olarak yürütmeye başladı. 2019 Kasım seçimlerini de büyük bir çoğunlukla kazanması üzerine ordu seçimlere hile karıştırıldığını iddia ederek 1 Şubat 2021’de tekrar darbe yaptı ve Aung San Suu Kyi başta olmak üzere hükümet ve parti yetkililerini tutukladı ve seçimlerin bir yıl sonra tekrarlanacağını duyurdu.
1987 yılında tanıdığım ve kısaca sohbet ettiğim Aung San Suu Kyi’nin, 1989’dan başlayarak defalarca ev hapsinde tutulacağını, askerlerin uzlaşma isteklerine her defasında olumsuz yanıt vereceğini, bu nedenle de hükümetteki görevinden alınarak, tekrar tekrar tutsak edileceğini düşünemezdim… Bu satırları okuduğunuz Nisan 2021’de Aung San hâlâ içeride tutuluyordu. Türkiye’nin de dâhil olduğu pek çok ülke ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin askeri cuntayı kınamasına karşın durumda herhangi bir değişiklik yok.
39 yıllık Diktatör General Ne Win’in golf arkadaşı ne söyledi?
Kiraladığım evin sahibesinin kocası emekli diş doktoru idi. Evi bana kiraya verdikten sonra kendisi aynı bahçede bulunan ablasının evine geçmişti. Kocası ise akrabalarının kent dışındaki evine taşınmıştı ve hafta sonları eşini ziyarete geliyor, benimle de ayaküstü konuşuyordu. Kendisine emeklilikte ne yaptığını sorduğumda golf oynadığını ve iyi bir oyuncu olduğunu söylemişti. Söz arasında, iyi bir oyuncu olduğuna göre ülkede yenmediği oyuncu kalmamış olduğunu, hemen herkesi mutlaka yenilgiye uğratmış olduğunu söyledim. “Hayır” diye yanıtladı. “Kiminle oynadığımı söylersem bazen yenilmek zorunda kaldığımı anlarsın” dedi. “Kimmiş bu usta oyuncu?” diye sorduğumda, “usta oyuncu değil, ama ülkenin tek hâkimi” dedi ve ekledi: General Ne Win…
Bunu duyunca doldum kaldım. Zira Ne Win ülkeyi 1962’den beri askeri diktatörlük altında yönetmiş biri idi ve 1981 yılında emekli olup Başkanlığı bırakmış olmasına karşın parti başkanlığını muhafaza ediyor ve hâlâ iktidarda bulunan adamları ile ülkeyi kontrol altında tutuyordu. “Golf oynarken benimle hükümet ve parti işlerini konuşmaz ama ben pek çok konuda ne düşündüğünü anlarım” demişti bir keresinde. “Örneğin, hiç sevmediği iki şey, üniversite ve öğrenciler” idi. “Bir de yabancıları pek sevmez” diye eklemişti…
General Ne Win’in öğrencileri ve üniversiteleri sevmemesinin nedenleri vardı. Zira üniversite öğrencileri 1965’den itibaren hükümetin antidemokratik kararlarını protesto etmek için hemen her yıl boykot ve gösteri yürüyüşleri düzenliyorlardı. Her boykot ve yürüyüş sonrasında da üniversiteler bir süre kapalı tutuluyordu. Nitekim benim görev yaptığım 1986-87 yıllarında Myanmar ’ın MIT’si olarak bilinen RIT (Rangoon Institute of Technology) kapalı tutuluyordu, zira 1985 yılında çok geniş kapsamlı bir protesto eylemini örgütlemiş, protesto sırasında yüzlerce öğrenci ölmüş, okul da süresiz kapatılmıştı.
U Thant’ı anımsar mısınız?
Myanmar ’a gitmeden önce U Thant’ın sadece adını duymuştum ve bir zamanlar BM Genel Sekreteri olarak görev yaptığını biliyordum.
Adının tek harf (U), soyadının da Thant olduğunu sanıyordum. Myanmar ’a geldiğimde yalnız U Thant’ın Myanmarlı olduğunu değil, U’nun anlamının “Bay” olduğunu ve kendisinin de “Bay Thant”, yani U Thant olarak ünlendiğini öğrenmiştim.
İki dönem BM Genel Sekreterliği yapmış (1961-1971) ünlü Myanmarlı diplomat U Thant, 1974’te New York’da kanserden öldüğünde vasiyeti gereği cenazesi Myanmar ’a getirilmiş, ancak hükümet resmi cenaze töreni yapılmasını kabul etmemişti. Bunun nedeni, resmi cenaze töreni düzenlenirse, tanınmış bir diplomat olduğu için yurt dışından pek çok politikacı ve devlet adamının törene katılacak ve bu olayın askeri hükümetin eleştirilmesine zemin hazırlayacak olmasıydı. Bunun üzerine öğrenciler U Thant’ın cenazesine sahip çıkmış ve cenazeyi büyük bir törenle üniversitedeki öğrenci derneği yerleşkesine defnetmişler ve mezarı başında günlerce nöbet tutmuşlardı. U Thant’ın tabutu New York’tan ayrıldığından beri mavi renkli BM bayrağı ile örtülü tutulduğundan öğrenciler, hükümetin buna saygı göstererek müdahale etmeyeceğini düşünüyorlardı. Hükümet ise bir gece aniden öğrencileri dağıtmak için öğrenci derneğini bombalamış, yüzlerce öğrenci öldürülmüş, binlercesi tutuklanmıştı. Daha sonra U Thant’ın mezarı halk arasındaki kızgınlığı gidermek için kutsal bir yer kabul edilen Shwedagon Pagoda’nın eteklerinde bir yere taşınmıştı.
General Ne Win’in bir diğer eylemi de halkın gelir düzeyinin artmasını engellemek için ikide bir ülkenin parası Kyat’ı (çat okunur) demonetize etmekti. Yani, madeni para dışındaki tüm banknotları bir gece aldığı kararla geçersiz kılmaktı. Ertesi sabah eğer halk otobüs ve dolmuşlarla değil de yürüyerek işe gidiyorlarsa, bu, bir gece önce paranın geçersiz sayıldığını gösteriyordu. Nitekim, 1987 yılı Eylül ayında, görevimin bitmesine bir ay kala, bir gün sabah ev sahibem gelerek radyodan paranın demonetize edildiğini duyurmuştu. Geçersiz sayılan paraların yenileri ile değiştirilmesi kabul edilmiyordu. Ertesi gün emektar Eğitim Müdürü U Chit Ko Ko ev almak için tasarruf edip 50-60 bin Kyat (o günlerin dövüz kuru ile 10 bin dolardan fazla) biriktirdiğini, bankalara güvenmediği için bu parayı evde tuttuğunu, ancak paranın bir gecede geçersiz hale geldiğini söylemişti.
Halkın sokağa dökülmesi (zaten herkes sokaktaydı) askeri yönetimi korkuttuğu için köşebaşları askerler tarafından tutulmuştu. Bunları gördükçe daha önce okuduğum Güney Afrika’da Mandela öncesi ırk ayrımını anlatan Alan Paton’un ünlü yapıtı “Ağla, Sevgili Memleketim” (Cry, the Beloved Country) kitabını anımsamıştım. Bir BM görevlisi olarak benim ağlamak dışında yapacak pek bir şeyim yoktu.
Kooperatifçiler askeri cunta için ne diyorlar?
ILO’daki bu ilk görevimden sonra görev yaptığım başka ülkelerde de yoksulluk vardı ancak böylesi acımasız bir dikta rejimi yoktu. O nedenle, bu ilk görevden bugüne 35 yıl geçmiş olmasına karşın burada anlattıklarım aklıma geldikçe beni hâlâ rahatsız ediyor ve “acaba daha başka şeyler deneyip daha yararlı olamaz mıydım” diye düşünmeden edemiyorum.
1 Şubat 2021 tarihinde Myanmar ordusunun yönetime el koyduğunu ve 1 yıl boyunca ülkeyi yöneteceğini açıkladığını duyduğumda “yazık bu ülkeye ve halkına” demiştim. Haberlerde Myanmar lideri Aung San Suu Kyi ve Devlet Başkanı Win Myint’in gözaltına alındığı bildiriliyordu. Bu son askeri müdahaleden hemen sonra Myanmarlı tüm arkadaşlarım Facebook, Instagram, WhatsApp ve Twitter kullanarak sadece bana değil, başka ülkelerdeki tüm tanıdıklarına da askeri darbe olduğunu duyurdular. Hepsi de protesto gösterilerine katılmak için sokaklara dökülmüştü. Hemen tamamı emekli olan bu arkadaşlarımın büyük çoğunluğu sivil toplum kuruluşlarında aktif görev yapıyorlardı.
2010-2016 yıllarında ICA Asya-Pasifik örgütü ile Çin Tedarik ve Pazarlama Kooperatifleri Birliği’nin ortaklaşa düzenledikleri kooperatif yönetimi seminerlerine katılan Myanmarlı tüm kursiyerler, daha önce Myanmar ’da çalıştığımı öğrenince beni kendilerine yakın hissederek yalnız kooperatifler konusunda değil, ülkenin genel durumu hakkındaki görüşlerini de benimle paylaşmışlardı. İlk mesajlarını alıp üzüntülerimi bildirdiğim ve “direnin, yanınızdayım!” diye gönderdiğim yanıtlardan sonra internet bağlantısı kesildiği için bana dönememişler ve dış dünya ile de bağlantıları kopmuştu.
İşler yolunda gitseydi ve Covid-19 pandemisi baş göstermeseydi 2020 yılında Myanmar ’ı 35 yıl sonra yeniden ziyaret etmem mümkün olacaktı. Zira, ICA Asya-Pasifik örgütü ile ACFSMC Myanmar ’da bir hafta süreli kooperatif politikası ve mevzuatı konulu bilimsel bir toplantı düzenleyecekti. Bu toplantıda konuşmacılar arasında olacaktım. Davet edilen konuşmacılar arasında deneyim ve yaş açısından değerlendirilerek, ayrıca Myanmar’da daha önce çalışmış olmam nedeni ile oturumları yönetmem de planlanmıştı. Ancak, toplantı önce pandemi nedeni ile ertelendi, sonra da askeri müdahale nedeni ile iptal edildi.
Darbe sonrası Myanmarlı bir kooperatif görevlisinin ilkokul öğrencisi çocuğunun çizdiği ve bana gönderdiği aşağıdaki resim beni çok duygulandırdı: Başka Ülkede başlıklı birinci resimde polis çocukları korumak için kötü insana ateş ederken, Bizim Ülkemiz başlıklı resimde ise polis onlara ateş açıyor ve kaçışıyorlar.
Elektronik yollarla durumu dış dünyaya duyuran ve yardım isteyen kooperatifçi arkadaşlarımın bu yollar da kapanınca artık sesleri sadece Myanmar’da duyuluyor… Bugüne kadar 600’den fazla insan öldürüldüğü halde dış dünya kınama ve yardımı kesme yaptırımı dışında bir şey yapamıyor. Benim de onların yanında olduğumu belirtmem pratikte bir şey ifade etmiyor. Ama onlarla bir dönem beraber çalışmış olmaktan ve kooperatiflerinin bugünlere kadar ayakta kalmasına, belki de kendilerinin direnmekten geri durmamalarına birazcık olsun katkıda bulunmaktan mutluluk duyuyorum. Bu vesileyle kooperatifçi arkadaşlarıma ve Myanmar halkına demokrasiyi geri getirme savaşımında başarılar diliyorum.
Not: Öne çıkan görsel, Myo Min Kyaw —Pixabay
Ne kadar zor durumda olursa olsun, bir toplumun ekonomik ve sosyal olarak ayağa kalkabilmesinde en etkin araç olan “demokratik kooperatifçilik hareketinin” yaygınlaşabilmesi için mücadele eden ve bu konuya ilgi duyan gençlere hep destek olan kıymetli büyüğüm Hüseyin Polat hocama saygı ve sevgilerimi iletiyorum.
Merhaba hocam
Ecza koop.lar hakkında bilginiz vardır, çalışmalarını beğeniyor musunuz? Kongrelere katılım yeterli değil, eczacı ortakların yoğun bir katılımı yoktur. Heyecanlı oturumlar yapılmıyor.
Sayın Keskiner,
Myanmar anıları ile ilgili yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Ben şu anda sahada değilim, zira emekliyim. O nedenle de başta Sosyal Ekonomi Blogu olmak üzere başka kaynaklara da yazı yazma olanağı buluyorum. Ama daha önce 15 yıl Türkiye’de, 25 yıl da Birleşmiş Milletler’in bünyesinde kooperatif bölümü olan tek örgütü ILO’da kooperatif uzmanı olarak görev yaptım. ILO’daki 25 yılın sadece son 10 yılı Cenevre’de, yani masa başında geçti. Pek çok ülkede görev yaptım ama sahada çalıştım. Kooperatif okullarında, kooperatif birlikleri ve merkez birliklerinde çalıştım. Açıkça söylemek gerekirse, bildiklerimin çoğunluğunu azgelişmiş ülkelerin kooperatiflerinde çalışmakta olan insanlardan, sahada görev yaptığım yıllarda öğrendim. Buna karşın, kooperatifçilik uygulaması konularında halen kooperatiflerde görev yapan çalışanlar ve yöneticilerden daha öğrenecek çok şeyler olduğuna inanıyorum.
Eczacı kooperatiflerinin durumuna gelince… Ben üç kooperatifi yakından tanıma olanağı bulduğun için kendimi şanslı hissediyorum. Bunlar, İstanbul Ecza Koop, Bursa Ecza Koop ve EDAK. İzmir’deki EDAK (daha sonra tasfiye edilerek yeniden örgütlendi) beni Kuşadası’ndaki birkaç günlük bir etkinliğine davet etmişti. Etkinlik hem kültürel hem de kooperatif konularını içeriyordu, zira benden başka Ege ve 9 Eylül Üniversitelerinden davet ettikleri hocalar da vardı. Hatta benden o sırada ICA Genel Müdürü olan Bruce’un katılması konusunda yardım talep etmişlerdi. Çok sayıda eczacı ortakları katılmış hem eğlenmişler hem de bir şeyler öğrenmişlerdi. Genel Kurullara katılım ilgisizlik nedeni ile az olabilir, ama yöneticilerin, ortakları cezbedecek değişik yöntemler bulmaları lazım. EDAK toplantısı buna çok güzel bir örnekti. EDAK gazetesi benimle Yarının İşletmesi Kooperatifi kitabı konusunda da mülakat yapmıştı (Sayı 83, 2017/2).
Demem o ki, ecza kooperatifleri ve üst örgütleri hem ecza kooperatiflerini Türkiye ölçeğinde yaygınlaştırmalı, hem de çalışma konularını çeşitlendirmelidirler. Yani, Avrupa ecza kooperatifleri örneğinden de yararlanarak, üretime yönelme konusunu programlarına almalıdırlar.
Umarım bu yazdıklarım ilginizi çekmiştir.
Saygı ve sevgilerimle,
Hüseyin Polat
Sayın hocam
Türkiye’de Atatürk ruhu ile kooperatifçilik yapılması gerekir. Sahada kooperatifçilik yapılır. Oturduğun yerde yapılmaz. ECZA KOOP.LARDA heyecan ve içi dolu bilinçli kooperatifçilik yapılır.