Büyük şirketlerin her biri, her fırsatta sürdürülebilirlik çalışmalarından bahsederken ve toplum, doğa ve çalışanlarının da başını çektiği tüm paydaşlarına hizmet ettiğini tekrar tekrar ifade ederken, onların sözlerine bakarak oyunun kuralları değişti diye düşünebilir miyiz?
Şirketlerin varlık nedeni sosyal değer yaratmak değil, kârlarını en çoklaştırmaktır.
Walmart, Apple ve Shell; Rusya, Belçika ve İsveç gibi ülkelerden daha zengin. Üstelik dünyadaki en büyük 200 kuruluşun 158’i kurumsal şirket. Birçok şirket zenginlikte ülkeler ile yarışsa da ülkeler ile benzerlikleri burada sona erer çünkü şirketler, devletlerin aksine, korkunç toplumsal ve çevresel sonuçlara yol açan bir dizi kuralı izler.
Bir devletin görevini düşünürseniz, gelişen bir toplumu desteklemek için gereken hizmetleri ve altyapıyı sağlayarak vatandaşlarına hizmet etmek için var olduğunu (olması gerektiğini) görürsünüz. Her bir kişi (ve şirket) vergi katkıları yoluyla faal bir topluma katkıda bulunur.
Şirketlerin varlık nedeni hissedarları için kârı en çoklaştırmaktır. Aslında bunu yapmak onlar için yasal bir zorunluluktur. Çoğu ülkeden daha fazla zenginliğe sahip olsa bile bir şirketin işlevi, hissedarları olarak ona yatırım yapmış olan toplumun küçük bir kısmına hizmet etmektir. Herhangi bir sosyal değer katmak umurlarında değildir; sadece en önemli şeyi, yani kârı en çoklaştırmayı önemserler. Bu zorunluluk, şirketlerin yıkıcı sosyal ve çevresel etkiler yaratacak şekilde davranmalarına yol açar.
Nijerya, Afrika’daki en büyük petrol ihracatçısıdır. Petrol ve doğal gaz sektörü 2021 yılında gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 10’unu ve ülkenin ihracat gelirlerinin yüzde 86’sını oluşturmuştur. Bu kadar zenginliğin beraberinde düşük yoksulluk seviyelerini getireceğini düşünebilirsiniz. İşin aslı öyle değil. Nüfusun yarısı günde 1,90 dolardan daha az bir gelirle yaşıyor. Bunun da ötesinde petrol endüstrisi, faaliyetlerinin çevresel etkilerini azaltmaya, sınırlamaya ya da temizlemeye gerek görmediği için Nijer Deltası feci çevresel zararlara maruz kalmakta.
Sektöre uluslararası petrol şirketleri hâkim. Ülke petrolünün yüzde 39’unu çıkaran Shell, bu durumdan en çok yararlananların başında geliyor. Toplumun faydalanması gereken kaynağı çıkararak kendileri ve bu yolla zengin olan bir avuç Nijeryalı için milyarlarca dolarlık kâr elde ediyorlar.
Sonuç olarak petrol şirketleri, ekonomiyi canlandırmak ve milyonlarca Nijeryalıyı yoksulluktan kurtarmak için kullanılabilecek bu kaynağı sömürmekte. Bu süreçte çevre tahribatı ile yaraya tuz basıp Nijerya’nın yoksulluğunu daha da arttırıyorlar.
Bu, bir ülkenin zenginliğinin, her istediğini alıp olumsuz etkileri insanlara yükleyen güçlü şirketler tarafından çalınmasının sadece bir örneği.
Elbette ekonominin asıl amacı her bir bireyin gelişmesi için gereken mal ve hizmetleri sağlamaktır. Ekonominin var olma nedeni budur; ekonomi mal ve hizmetlerin üretilmesi ve ardından dağıtılması için kullanılan bir mekanizmadır.
Bununla birlikte modern toplumla ilgili en tuhaf şeylerden biri, serbest piyasanın her şeyi kapsayan bir etki alanı haline gelmiş olmasıdır. Toplum ve doğa sadece serbest piyasaya hizmet etmek için var. Bu nedenle şirketler, herkes için refah yaratması gereken zenginliği gasp etmekte bir sorun görmüyor. Toplum, onlara ve hissedarlarına fayda sağlamak için var.
Toplumu oluşturan insanlar, hissedarlarına sağladıkları değeri arttırmak isteyen şirketlerin daha fazla zenginliği ele geçirmesine aracı olmak görevini görüyorlar. Elbette hissedarlar da insan, ancak kurumsal istismarın mağdurları nadiren bu şirketlere yatırım yapabilecek kadar sermayeye sahip olabilir.
Neden sadece kendi çıkarları için çalışan bir kurum tasarladık? Çünkü şirketler yaptıkları işte oldukça başarılı; yatırımcıları ve bu işletmeler için çalışan insanları muazzam derecede zenginleştiriyorlar. Şirketlerin açgözlülüğü yüksek kârlara ve yöneticilerin büyük ikramiyelerine dönüşüyor; hissedarlar hatırı sayılır temettüler alırken veya hisselerinin değeri artarken, herkes kazanıyor. Toplum ve doğa dışında tabii.
Kurumsal suiistimallerin geride kaldığını, şirketlerin sürdürülebilirliği benimsediğini düşünüyor olabilirsiniz. Tabii, elbette öyle. Ancak sürdürülebilir iş modelleri yaratma arzusuyla değil. Bunu yapmamanın yaratacağı itibar riskini bildikleri için yapıyorlar. Sürdürülebilirliği benimsemek, sürdürülebilir bir topluma doğru bir dönüşüme öncülük ettikleri yanılsamasını yaratmaya yardımcı olan halkla ilişkilerin bir parçası. Bu arada, her zamanki gibi iş yapmaya tam gaz devam ediyorlar.
Petrol endüstrisini ele alalım. Shell ve diğer petrol şirketleri, 2050 yılına kadar net sıfıra [ç.n.] ulaşma hedeflerini içeren parlak sürdürülebilirlik raporları hazırlıyor. İklim krizinin yaratılmasında en çok paya sahip ürünleri üreten petrol şirketleri nasıl oluyor da iklim krizinin çözümü için çalıştıklarını iddia edebiliyorlar?
Bu bir kendini koruma eylemidir. Sürdürülebilir hale geldikleri fikrine inanırmış gibi yapıyorlar ama bir petrol şirketi ancak petrol satmayı bırakırsa sürdürülebilir hale gelebilir; bu da artık bir petrol şirketi olmayacağı anlamına gelir. Açıkçası, petrolden kurtulmak gibi bir niyetleri yok, ancak petrolün gelecekteki enerji ihtiyacını karşılamada önemli bir rol oynayacağı yanılsamasını yaratmakta kesinlikle çıkarları var.
Sonuç olarak oyunun kuralları değişmemiştir. Ve eğer oyunun kurallarını değiştirmezseniz, bu şirketlerin aynı şekilde davranmaya devam etmesini bekleyebilirsiniz.
Aynı şey onlar için çalışan insanlar için de geçerlidir. Nihayetinde şirketlerde karar alma mekanizması insanlar tarafından oluşturulur, ancak acımasız bir piyasada, herkes şirketin çıkarlarını ön planda tutmadığı takdirde işinden olacağını ve kısa süre içinde yerine başka birinin geleceğini çok iyi bilir.
Bu nedenle şirketler en düşük ücretleri ödemeye, çalışanların haklarını kısmaya, düşük (ya da sıfır) kurumlar vergisi ödemeye ve çalışanlarının sendikalaşmasına engel olmaya devam ediyor çünkü sadece kendilerine ve onlar için çalışan insanlara (yöneticilere) hizmet etmek için varlar.
Oyunun kuralları değişene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Ve birçoğu ülkelerden çok daha zengin olduğuna göre şirketler oyunun kuralları üzerinde muazzam bir etkiye sahip. Herhangi bir kural değişikliğini kabul etmeleri pek olası görünmüyor çünkü bunu yapmaları nüfuzlarını ve güçlerini etkiler.
Şirketin hizmet etmesi gereken şey toplum iken toplumdan ve çevreden zenginlik elde etmeye çalışan bir iş modeli yaratmış olmamızı anlamak zor. Canavarlar yarattık ve şirketler kârlarını en çoklaştırmakla yükümlü oldukları sürece bunun korkunç sonuçlarını yaşamaya devam edeceğiz. Canavarları değiştirmek için oyunun kurallarını değiştirmeniz gerekir. Ancak o zaman maruz kaldığımız korkunç sonuçları ortadan kaldırabilirsiniz.
[ç.n.] Net sıfır; insan kaynaklı faaliyetler nedeniyle atmosfere salınan ve sera etkisine neden olan karbondioksit, metan, azot oksit gibi gazların miktarını yeryüzü tarafından doğal olarak emilen sera gazı miktarıyla eşitlemek anlamına geliyor. Bir başka ifadeyle net sıfır, atmosfere yeni emisyonlar eklememek demek.
Not 1: Bu yazının çevirisini yaptığımız günlerde Financial Times’ta, oyunun kuralları ile ilgili bir haber yayımlandı. Haber, büyük petrol ve gaz şirketlerinin reklamlarının yanıltıcı oldukları gerekçesiyle İngiltere Reklam Standartları Kurumu (ASA) tarafından yasaklanması hakkındaydı. “Reklam Standartları Kurumu Çarşamba günü yaptığı açıklamada; Shell, Repsol ve Petronas’ın son reklamlarının, grupların ürettiği ürünlerin iklim ve çevre faydaları konusunda kamuoyunu yanılttığını söyledi… Dönüm noktası niteliğindeki kararların enerji şirketlerinin işlerini nasıl tanıtacakları konusunda emsal teşkil etmesi bekleniyor. ASA, bu reklamların daha büyük kirletici faaliyetlerinden hiç bahsetmeden, yenilenebilir enerji ve net sıfır hedefleri gibi ‘yeşil’ tekliflerini ve planlarını tanıtarak ‘önemli bilgileri atladığını’ ve bu nedenle ‘yanıltıcı’ olduğunu söyledi.” Bu çok küçük ancak olumlu haberin tamamını okumak için: UK watchdog bans Shell, Repsol and Petronas greenwashing ads
Not 2: Paul Abela’nın 17 Temmuz 2022 tarihinde Transformatise internet sitesinde yayımlanan “Why Do Corporations Play By Rules That Leave Society Worse Off?” başlıklı yazısından Yasemen Köne tarafından çevrilmiştir. Erişim
Şirketlerin buna karşı yanıtı hep aynıdır: “Biz olmazsak, siz hiç olamazdınız.” Çoğu insan da bunu kabullenir. Böylece “oyun”da kalacağını, değilse “oyun”dan dışarı itileceğine inanmışlardır.
Acaba ne kadar gerçek bu iddiaları? Şirketler, kurucularının “ilk fikri”nden harekete geçip “pazar”da paylarını koruma hatta artırma becerilerini kullanarak, milyonlarca ürünü, hizmeti ve milyarların karnını doyuracak iş sahasını (dolayısıyla istihdamı) var eder… diye biliriz. Bunu biraz deşmek gerek. Facebook’u, Microsoft’u, Shell, Walmart, Samsung hatta Amazon’u, Bitcoin’i doğduklarındaki “fikir sahipleri”nden, sermaye vererek finanse eden ortaklarından, yöneten CEO’lardan başka aktörler yok mu? Ürünlerine can veren emekçiler, mekanlarına hizmet sunanlar, araştırmayla kök bilgiyi yaratan ve bedava yayan temel bilimciler, ürün geliştirmelerine katkı yapan “hata yakalayıcılar”, “kalite takipçisi” tüketici örgütlenmeleri, güvenli ortamlarda yaşatan çarkların bedellerini vergileriyle besleyenler, kulaktan kulağa tanıtanlar, tüketiciler krediyle alabilsinler diye birikimi düşünüp refahtan feda edenler…
Ekonomi çok ve farklı rollerde oynayan aktörlü bir oyunsa eğer, her aktörün bu oyunun devamındaki, gelişmesindeki payını -pazarlıkla değil-, sağlam, açık, bilimsel yönteme dayalı bir ekonomik demokrasi ile kararlaştırmak/güncellemek, bu haksız oyunun gerektirdiği en büyük değişikliktir.