Ortodoks iktisadın bugünü değerlendirirken ve geleceği planlarken kullandığı başlıca ölçüt etkinliktir. Gelgelelim, etkinliğin önceliği krizler ve felaketler gibi öngörülemeyen olaylara hazırlıklı olmak değildir. Tedbirli olmak için yapılması gereken harcamalar fayda-maliyet analizi engelini aşamaz. Önceliğimiz dayanıklı toplumlar oluşturmak olacaksa ekonomiyi aşağıdan yukarıya doğru yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Covid-19’dan sonra önceliğimiz, en kötü senaryolara dayanacak şekilde açıkça tasarlanmış dirençli sistemler oluşturmak olmalıdır
Salgın ortaya çıkmadan önce bile, dünya ekonomisi bir dizi derinleşen krizle karşı karşıyaydı: İklim krizi, aşırı eşitsizlik ve iş dünyasında robotların ve yapay zekâ sistemlerinin insanların yerini almasıyla gelen büyük bir durgunluk.
Ortodoks iktisadın taleplerinden kaçmak
Geleneksel iktisat teorilerinin sunabileceği pek bir şey yok. Aksine, bu teoriler bir dizi ilerici politika fikrini maliyetli ve üretkenlik karşıtı olmak, serbest piyasalarla bağdaşmamak ve benzeri nedenlerle veto ederek düşüncelerimizi kafese kapattı. Daha da kötüsü, iktisat, algılanması güç ve sinsice yollardan, çeşitli radikal değişim biçimlerini hayal bile etmemizi engelleyen bir dizi değeri ve dünyayı görme biçimlerini içselleştirmemize yol açtı.
İktisat ortodoksisi düşüncelerimize tamamen yerleşik olduğundan, onun taleplerinden kaçmak, acil ekonomik çöküşü önlemek için kısa vadeli bir harcama savurganlığından daha fazlasını gerektirir. İçinde bulunduğumuz karışıklığın ekonomik kökenlerini ortaya çıkarmak için daha derinlere inmeliyiz. Daha olumlu bir ifadeyle, koronavirüs sonrası ekonomiden ne istiyoruz?
Ana akım iktisat, belirsiz bir gelecekle baş etmenin tek akılcı yolunun, her ihtimale bir olasılık atayarak ölçmek olduğunu öğretti. Ancak dünyadaki en iyi uzmanlıkla bile, bilgimiz genellikle çok yetersizdir. Çoğu kez hangi sonuçların daha olası olduğunu tahmin etmekte zorlanırız. Daha da kötüsü, pandeminin çok canlı bir şekilde gösterdiği gibi, hiç kimsenin hayal etmediği gelecekler, hiç düşünmediğimiz sonuçlar olanaklı olabilir.
Geleceği olasılıklar açısından çerçevelemek bize olağanüstü cazip olan bilgi ve kontrol yanılsamasını verir, ama bu kibirden ibarettir. 2007 finans krizine koşar adım giderken bankacılar modellerinden gurur duyuyorlardı. Daha sonra, Goldman Sachs finans direktörü, o Ağustos ayında, bankanın bazı finansal piyasalarda bir haftada birkaç kez büyük fiyat hareketleri tespit ettiğini itiraf etti. Gerçi modellerine göre, bu hareketlerin her birinin olma olasılığının İngiliz ulusal piyango ikramiyesini arka arkaya 21 kez kazanma olasılığından az olması gerekiyordu. Gerçek hayat bazen tevazu gerektirir.
Ana akım iktisadın etkinlik ilkesi
Burada iklim krizinin nasıl ele alınacağına dair belirgin dersler var: Son derece güvenilmez olasılık bilgisine dayanan matematiksel modeller tarafından tahmin edilen ortalama iklim etkilerine odaklanmak yerine, en kötü senaryoları ciddi biçimde düşünüp bu senaryolardan kaçınmak için adımlar atmalıyız. Fakat iktisat ortodoksisi bizi koruyucu tedbirden uzaklaştırıyor. Ana akım iktisadın tek bir kapsayıcı amacı veya ilkesi varsa, o da etkinliktir.
Etkinlik, “paranın karşılığını” almak, harcanan her pound için en fazla faydayı edinmek anlamına gelir. Kuşkusuz, başka bir hareket tarzı israftır, değil mi? Ancak israfı ortadan kaldırmak, ilave kapasiteyi ortadan kaldırmak anlamına gelir ve bunun sağlık sistemlerindeki sonuçlarını şu anda dünya çapında görüyoruz. Verimlilik saplantımız, bir pandemi veya iklim acil durumu için plan yapmamak anlamına gelirse, hayatlara mal olacaktır.
Önceliğimiz verimlilik değil dayanıklılık olmalıdır. Doğrudan en kötü senaryolara dayanacak şekilde tasarlanmış dirençli sistemler ve ekonomiler inşa etmeliyiz. Böylece öngörülemeyen felaketlerle mücadele etme şansımız da olur.
Fayda-maliyet analizi
Nihayetinde ekonomik ortodoksi sorunun altında yatan neden, değerlerimizi ve önceliklerimizi nasıl biçimlendirdiğidir. Kararlar her zaman ödünleşmelerle ilgili olmak zorundadır – en iyisi, piyasalardaki fiyatlar aracılığıyla ölçülen faydalarla maliyetlerin karşılaştırılması. Gelecek hakkındaki cehaletimizi ciddiye alırsak, bu fayda-maliyet hesabı başlamamalı bile. Çünkü maliyetlerin faydayı aşması, önlem almamanın en eski bahanesidir – ve faydalara veya eylemsizliğin maliyetlerine alabildiğine az değer biçildiğinde bir felaket reçetesi olur.
Fayda-maliyet düşünüşü aynı zamanda tüm değerlerin parasal terimlerle ifade edilebileceğini varsaymamıza neden olur. Birçok politikacı ve şirket yöneticisi, “ortalama küresel sıcaklıkta 2 °C’lik bir artış GSYH’nin % 2’ye kadar düşmesine neden olacak” gibi ifadelere saplanıp kalıyor, sanki GSYH’deki bir düşüş iklim acil durumunun gerçek maliyetlerini ölçüyormuş gibi.
Uygulamada, bu düşünüş, her şeyin değerinin, insanların o şey için yaptıkları ödeme teklifi ile ölçülmesi anlamına gelir. Zenginler her zaman yoksullardan daha fazlasını ödeyebildikleri için, öncelikler yoksulların ihtiyaçlarından uzaklaşır, zenginlerin arzularına doğru eğilir. Bu nedenle, kırışıklık karşıtı kremler için Ar-Ge’ye sıtma tedavilerinden daha fazla para harcanır. Büyük ilaç şirketleri, aşı geliştirmeye ilgi duymazlar, çünkü bir aşılama programı sadece yoksullar da aşılanırsa işe yarar, bu da üreticilerin talep edebileceği fiyatı sınırlar.
Ortodoks iktisadın anlatısı kimin işine yarıyor?
Şimdi bunun ötesine geçmiş gibi görünebiliriz: Dünya uyandı ve zengin ülkeler salgını çözmek için “ne kadar gerekiyorsa” harcayacaklar. Ancak Covid 19 aşı araştırması – ve uzun vadede çok fazla hayat kurtarma potansiyeline sahip sayısız tıbbi araştırma alanı – yıllar boyunca sürekli ve güvenilir bir fonlamaya ihtiyaç duyuyor. Piyasa başka yerlerde daha iyi kâr gördüğünde, fonlar kesilecek ve araştırmacılar emekli olacak ya da yaşamlarına başka türlü devam edecek, deneyimleri kaybedilmiş olacak.
Ekonomik ortodoksi, bu salgının kimsenin hazırlıklı olamayacağı eşi görülmemiş bir felaket olduğu ve ekonomi ve siyaset için daha geniş dersleri olmadığı anlatısını desteklemektedir. Bu hikâye dünya milyarderlerinden bazılarının işine yarar, ancak doğru değildir. Bir alternatif var: Salgın iklim krizi, eşitsizlik ve ortaya çıkan krizlerle başa çıkabilmek için ekonomimizi aşağıdan yukarıya doğru yeniden düşünmemiz gerektiğine dair daha çok kanıt sunuyor.
◊ Jonathan Aldred, Cambridge Üniversitesi’nde iktisatçıdır ve Licence to be Bad: how economics corrupted us (Kötü Olma İzni: İktisat Bizi Nasıl Yozlaştırdı) kitabının yazarıdır.
Not: Jonathan Aldred’in Guardian’da 5 Temmuz 2020 tarihinde yayımlanan yazısından Aylin Çiğdem Köne tarafından çevrilmiştir. Erişim