Naomi Klein’ın “Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi” isimli kitabı, yazılmasının üzerinden on beş yıl geçmiş olsa da hâlâ okumaya değer.
Bu çığır açıcı kitap, neoliberal serbest piyasa politikalarının kasıtlı bir “şok terapisi” stratejisi olarak ortaya çıktığını savunuyor. Şok terapisi, ulusal krizlerden faydalanıp vatandaşlar etkin şekilde direnemeyecek kadar sıkıntılı durumdayken şüpheli politikaları uygulamaya sokmak anlamına geliyor.
15 yıl önce yazılmış olmasına rağmen Şok Doktrini, bize günümüzde yaşananlar hakkında çok şey söyleyebilir. Kitap, radikal bir lobinin nasıl dünyaya hâkim olan neoliberal ekonomik modeli yarattığını; bu modelin nasıl 1970’lerde uygulamaya konulduğunu ve nasıl yeni bin yılın başlangıcından sonra doğal ve kasıtlı olarak üretilmiş insan yapımı “afetlerle” güçlendirildiğini anlatıyor.
Bu süreci anlamanın yolu “felaket kapitalizminin” yükselişinden geçiyor. Klein’ın belirttiği üzere:
“1982’de Milton Friedman şok doktrinini en iyi şekilde özetleyen, o etkili pasajı yazdı: ‘Sadece bir kriz – gerçek ya da öyleymiş gibi algılanan – gerçek değişime yol açar. Bu krizler gerçekleştiğinde, alınan önlemler, ortalıkta dolaşan fikirlere göre değişir. Temel işlevimizin bu olduğuna inanıyorum: Var olan politikalara alternatifler geliştirip siyasi olarak imkânsız olan şeyler kaçınılmaz olana kadar onları canlı ve erişilebilir tutmak’… Friedman’ın etkileme modeli, fikirleri meşrulaştırmak, onları tahammül edilebilir ve fırsat geldiğinde denemeye değer kılmak üzerine kuruluydu.”
Bu sürecin önderleri “düşünce kuruluşları” idi. Soğuk Savaş çılgınlığından güç alan ilk düşünce kuruluşları, Batılı devletlerin jeopolitik tehditlere teknik çözümler bulma arzusunu beslemişti; fakat zaman içinde bu, ekonomik ve sosyal meselelerin siyasi çerçevelemesini desteklemeye dönüştü. Neoliberal düşünce kuruluşları siyasiler için sözde akademik destek sağlarken Friedman’ın ana hatlarını çizdiği temel siyasi ideolojiyi korumayı görev edindiler. Bunu süper zenginlerin ve şirket lobicilerinin finansmanı ve desteklemek istedikleri fikirler ile etkilemek istedikleri siyasetçiler ve ana akım medya arasında büyük ölçüde anonim bir yol açarak yaptılar.
Klein’ın belirttiği üzere:
“Marksizmi gerçek düşmanları olarak görmediler. Sorunun asıl kaynağı Birleşik Devletler’deki Keynesgil fikirlerde ve Avrupa’daki sosyal demokratlarda bulundu… Bu pürizmin çoğu devletin ekonomiye herhangi bir şekilde dahil olmasının toplumu ‘kölelik yolu’na sokacağına dair uyaran Friedrich Hayek’ten çıkmıştır… Bu klik içindeki bir klik olarak adlandırılan ‘Avusturyalılar’ o denli hırslıydılar ki devletin ekonomiye karışması onlara göre sadece yanlış değil, fakat ‘şeytaniydi’…”
Odakları ‘komünist’ Doğu kadar liberal Batı toplumu karşıtıydı; sadece sol karşıtı olmakla kalmayıp, genel olarak merkezci değerlere ve liberal toplumsal hareketlere bile karşıydılar. Günümüzde toplum genelindeki ırkçı önyargılara ve ataerkil değerlere yönelik eleştiriler, “Kültür Savaşı”nı körükleyen bu gruplardan benzer bir tepkiyi çekiyor.
Klein ayrıca askeri-endüstriyel kompleksin yabancı ülkelerdeki savaşlarını “evdeki” insan hakları ihlallerine bağlıyor. Bu örnekler arasında psikolog Ewan Cameron’ın çalışmaları ve Kanada’da CIA destekli “psikolojik savaş” programlarının yürüttüğü radikal deneyler başı çekiyor. Klein, Friedman’ın yükselişi ve onun neoliberal ekonomiyi desteklemesi ile Cameron’ın CIA’de işkenceyi sistemleştirmesi arasındaki bağlantılara dikkat çekiyor:
“Cameron’ın hayali insan zihnini o el değmemiş haline döndürmek iken Friedman toplumsal örüntülerin olmadığı toplumları düşlüyordu; toplumları tüm engellerden arındırılmış saf bir kapitalizme döndürmeyi… Cameron gibi Friedman da… sadece ‘acı reçetelerin’ bu dağınıklıkları ve şer örüntülerini devre dışı bırakabileceğine inanıyordu. Cameron şok vermek için elektrik kullanıyordu; Friedman’ın tercih ettiği araç ise siyasetti: Zor durumdaki ülkelerin cesur politikacılarını teşvik ettiği şok tedavisi yaklaşımı.”
Klein’ın kitabı bu ekonomik ideolojinin yükselişini Şili’de ve diğer ülkelerde Batılı güçler tarafından tasarlanan darbelerle ilişkilendiriyor ve bu ideolojinin uluslararası kurumlar aracılığıyla nasıl yeni bir “neosömürgeci” kontrol biçimi haline geldiğini açıklıyor. Özellikle, Klein’ın yazım stratejisi açısından, bu ideolojinin “Teröre Karşı Savaş” sırasında nasıl zirveye ulaştığını:
“Şili darbesi… üç farklı şok biçimini içerecek, bu reçete sonradan komşu ülkelerde tekrarlanacak ve otuz yıl sonra Irak’ta yeniden ortaya çıkacaktı. Darbenin kendisinin yol açtığı şok… Friedman’ın kapitalist ‘şok tedavisi’… Diğeri Ewan Cameron’ın şoku… şimdi Kubark rehberinde işkence teknikleri olarak sınıflandırılıyor.”
“Şili’den Çin’e, Çin’den Irak’a; işkence küresel serbest piyasa seferlerinin sessiz bir ortağı olmuştur. Ama işkence sadece istenmeyen politikaları isyankâr uluslara dayatmak için bir yöntem olmaktan öte, şok doktrininin altında yatan zihniyetin bir metaforudur.”
Evrensel insan hakları ve demokratik değerler, ‘Şok Doktrininde’ yüceltilen liberteryen ekonomik değerlere karşıttır. Milyarderler siyaset üzerinde güç sahibi oldukça demokratik yönetimin hasara uğraması ve bu politikalar eşitsizliği körükledikçe kötüleşen yaşam koşulları, CIA’nın 1970’lerdeki darbeleriyle önayak olduğu – o denli aşırı olmasalar da – aynı değerleri temsil eder. Bu bakımdan Batı devletlerinde “yoksullara” yapılan zulüm sadece baskıcı ekonomik “işkencenin” başka bir biçimini temsil ediyor.
Klein bu bağlantıyı kitabının son bölümlerinde daha da açıyor:
“Aralık 2006’da, Friedman’ın ölümünden bir ay sonra, bir BM araştırması ‘dünyadaki yetişkin bireylerin en zengin yüzde ikisinin, küresel hanehalkı servetinin yarısından çoğuna sahip olduğunu’ ortaya çıkardı. 1950’lerde Sosyal Bilimler binasının bodrumunda başlayan karşı devrim gerçekten başarılı olmuştu ama bu zaferin bedeli serbest piyasanın temelinde yatan büyüyen zenginliğin paylaşılacağı vaadine olan inancın büyük ölçüde kaybedilmesi oldu … ‘Damlama ekonomisi gerçekleşmemişti’.”
Kırk yıl önce düşünce kuruluşlarının ve lobicilerin üstlendiği rol bugünün siyasetinde normal görülüyor. Bunun örnekleri Liz Truss’un saçma şekilde yükselişinde ve “damlama ekonomisi” başbakanlığında görülebilir. Ve bugünün “Şok Doktrini” Batı’nın geleneksel dış politikasının çıkarları kadar dijital platformların ve geçici işler ekonomisinin reklamını yapan Silikon Vadisi milyarderleri tarafından da sürdürülüyor.
Kitap bugün okunduğunda anlatılan süreci her yerde işlerken görmek mümkün. Tabii ki sorunun farkında varmak sadece ilk adım; herkesin bu süreci anlamasını sağlamak özgürlüklerimize ve ekonomik refahımıza yapılan saldırıyı durdurmak için elzem. Bu yüzden yazılmasının üzerinden on beş yıl geçmiş olsa da bu kitap hâlâ okumaya değer.
Not: Paul Mobbs’un ilk kez Free Range Activism Website’ta daha sonra 26 Ekim 2022 tarihinde Resilience internet sitesinde yayımlanan yazısından Barış Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim