Lübnan, Irak, Hong Kong, İspanya-Katalonya, Şili, Fransa, Ekvator, Porto Riko, Haiti, Sudan, Bolivya… Dünyanın farklı coğrafyalarından yükselen protestolar dönemindeyiz. 21. yüzyıl kendi dilini ve kendi üslubunu hızla oluşturmaya devam ediyor. Tam da böyle bir dönemde Sosyal Ekonomi blogu olarak Portekiz’in Lizbon kentinde ISCTE-IUL enstitüsü tarafından düzenlenen “Sosyal Dayanışma Ekonomisi ve Müşterekler (Ortaklaşım)” konferansına bir sözlü bildiri (Kara & Kurtuluş, 2019) ile katıldık. 6-8 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilen konferans akademisyenler, aktivistler ve uygulamacıların da katılımıyla tamamlandı.
Konferansın amacı; dünyanın her yerinden dayanışma, işbirliği ve müşterekler temelinde, disiplinler arası ve disiplinler ötesi bir alanda, bilgi ve sosyo-politik deneyimlerin paylaşımını sağlamak olarak belirlenmiş. Konferans planlamasında oturumlar ikiye ayrılmıştı. Sabah başlayıp öğlene kadar devam eden özel oturumlarda çağrılı konuşmacıların sunumlarından sonra karşılıklı tartışma ve değerlendirmeler yapıldı. Öğleden sonra ise dayanışma ekonomisi alanında katılımcıların çalışmalarını sunmak üzere organize edilmiş oturumlar yer aldı. Bu oturumlarda kooperatiflerden müştereklere, alternatif finans yöntemlerinden sosyal girişimlere kadar geniş bir yelpazede gerçekleştirilen eş zamanlı sunumlar arasında tercih yapmak oldukça zordu. Konferans kapsamında bir de kitap tanıtım oturumu gerçekleştirildi. Oturum sosyal dayanışma ekonomisi yazınındaki yeni kitapları takip edebilmek adına oldukça verimli oldu. Bu oturumda tanıtılan kitapların editörleri ve yazarları bir araya gelerek ve kitaplarını tanıttılar. Onları bu kitapları yazmaya yönlendiren dürtüleri ve süreçleri bizzat kendilerinden dinlemek keyifliydi.
21. Yüzyıl’ın Protesto Dili
Yazının girişinde de bahsettiğim gibi, konferans açılışının yapıldığı özel oturumda elbette dünyayı saran protestolar geniş yer buldu kendisine. Nasıl oluyor da birbirinden bu kadar farklı görünen protestolar aynı anda yükselişe geçti? Buna toplumsal hareketler alanında çalışmalarıyla öne çıkan Donatella Della Porta şöyle bir yanıt verdi; “farklı coğrafyalarda ve farklı nedenlerle çıkmış gibi görünseler hemen hepsi neoliberal politikaların sıkıştırdığı toplulukların yükselen itirazını yansıtıyor”. Kamu hizmetlerinin eksikliğine itiraz, demokrasi ya da bağımsızlık arayışı için başlamış olsun, protestocular bu sorunların kaynağında sürdürülemez ve dayatmacı neoliberal politikaların olduğunu gayet iyi biliyorlar diyor Della Porta.
Oturumda bu protestoların ortak özellikleri de tartışıldı. Kısaca özetlemeye çalışacağım. Öncelikte bütün bu protestolar geniş bir katılımcı kitlesine sahipler. Katılımcıların büyük kısmını gençler oluşturuyor. Dolayısıyla protestoları bir genç hareketi olarak tarihe geçirmek mümkün. Diğer bir ortak yapı organizasyon şeklinden kaynaklanıyor. Protestolar farklı ülkelerden belki ama birbirlerinden de etkileniyorlar. Organizasyonu sosyal medya aracılığı ile sağlıyorlar. Böylece yatay akışkan bir organizasyon modeli ortaya çıkıyor. Ve elbette protestolarda katılımcılar sosyal adalet için kurumsal değişimi istiyorlar. Her bir protesto hiç beklenmeyen, öngörülmeyen bir kıvılcım ile başlarken ülke içinde oldukça hızlı yayılıyor. Bu yayılım, ulus aşırı dayanışma ile de küresel çapta devam ediyor. Sivil itaatsizlik de ortak noktalardan biri ancak yükselen seslerin çağrıları, demokrasi ve müştereklerin sosyal adaletinin sağlanmasında birleşiyor.
Büyüme, Ekolojik Kriz ve Eşitsizlik
Yanı sıra özel oturumlarda özellikle altı çizilen ve tartışmaya açılan bazı kavramları da aktarmak gerekli. Ekonomik büyüme odaklı politikaların sürdürülemez olması, bu büyüme isteğinin ekolojik krizi derinleştirmekle kalmadığı, aynı zamanda eşitsizliği de büyüttüğü vurgusu kendisine çok yer buldu. Eşitsizlik söz konusu olduğunda geleneksel kuzey güney farkı tartışmalarının artık değiştiğini de söylemek mümkün. Dünyanın dört bir yanından ve farklı gelişmişlik seviyelerine sahip ülkelerinden gelen katılımcılar, söz eşitsizliğe geldiğinde artık meselenin aynı kentlerde yaşayan ve hatta aynı mahalleleri paylaşanlar arasındaki kuzey güney farkına dönüştüğü konusunda hem fikirler.
Peki, çözüm ne olacak?
Boris Maranon, söz konusu eşitsizlik krizinin aşılabilmesinde dayanışmanın toplumlar için yeni bir proje olması gerektiğini, Philipe Eynaud dönüşümü sağlamanın kolay olmadığını, ancak dayanışma ve işbirliği temelli, daha dayanıklı topluluklar ile başlamak gerektiğini vurguladılar. Bu noktada kooperatifler, topluluk destekli girişimler, dayanışma ve üretici ağları v.b. örgütlenmeler öne çıkıyor. Robert Hall ise değişimin yüz yüze iletişimle başlayacağını, birbirimizden aldığımız ilhamı arttırmanın ve değişimi gerçekten başlatmanın yolunun ise topluluk tabanlı inisiyatiflerden geçtiğini ifade etti.
Topluluk Kooperatifleri
Yeri gelmişken İtalya’dan haberlerimiz var. Kooperatifler ve özellikle de sosyal kooperatifler söz konusu olduğunda bilindiği üzere ilk akla gelen ülkelerden biri de İtalya. İtalyan katılımcıların sunumları ve sonrasında yaptığımız karşılıklı değerlendirmelerden çıkan sonuçları kısaca açıklamaya çalışacağım. İtalya’da sosyal kooperatiflerle ilgili yasal tanımlar çok net ve düzenlemeler çok katı. Ancak İtalya’da sosyal kooperatiflerle ilgili bu sınırlayıcı kurallar özellikle küçük kentlerde ve kırsalda yaşayanları, yeni bir tabandan yükselen kooperatif hareketi oluşturmaya itmiş. Bunun sonucunda son yıllarda kendilerini “Topluluk Kooperatifleri” olarak tanımlayanların başlattığı yeni bir kooperatif modeli çıkmış. Söz konusu topluluk kooperatifleri yereldeki müşterekleri kullanıyor. Böylelikle müştereklerin korunmasına ön ayak olurken ekosistemi de gözetiyorlar. Yanı sıra, topluluğun ihtiyaçlarını yine bu müşterekler sayesinde karşılıyorlar. Topluluk kooperatiflerinin üç temel prensibini şu şekilde aktarmak mümkün; topluluk bilincini arttırmak, topluluğu güçlendirici faaliyetler geliştirmek ve topluluğu destekleyici yapı oluşturmak. İtalya’daki akademisyenler ve uygulamacılar bir arada çalışarak kanuni çerçeveyi yeniden şekillendirmek istiyorlar. Bu konuda daha kapsamlı bir yazının hazırlık aşamasında olduğunu söyleyerek bitirelim.
Not: Öne çıkan görselde yer alan eser Bordalo II‘ye aittir.