İçerisinde bulunduğumuz pandemi döneminde okulların uzaktan eğitime geçmesi ile önemli bir sorun gün yüzüne çıktı: Hâlâ pek çok öğrencinin evinde internet, tablet, bilgisayar gibi araçların bulunmaması. Peki, çoğu evde, hangi cihaz dünya ile olan bilgi akışımızı sağlıyor? Televizyonun imkân ya da tercih meselesi ile her evde olmadığını kabul etmekle birlikte çoğu evde başköşeye oturduğunu göz ardı edemeyiz.
Pek çok insan için bilgiye erişim ve eğlence hizmeti sunan televizyonun bu denli erişilebilir olması, onun neden kitle iletişim aracı olarak tanımlandığını gösterir. Ancak yayıncılıkta, Fiske’nin (1987, s. 13) dikkat çektiği sorun önemlidir: İzleyicinin günlük rutininin bir parçası iken televizyonun kültürel boyutu önemsiz görülmemelidir; hele ki kitle iletişim aracı kitleleri yansıtmıyorsa.
TV İçin Kültür
Bourdieu’ya göre (1997), televizyon en azından 1950’li yıllarda kültürel iddia taşıyan ürünler dayatmaya çalışmış, geniş halk kitlesinin beğenilerini oluşturmak üzere kendi tekelinden yararlansa da kültürel ürünler ortaya koyma amacı ile çalışmıştır. Ancak bu amaç daha sonra rekabetçi piyasa düzeni içerisinde kaybolarak, 1990’lı yıllarda “reality” programları, ağırlıklı olarak teşhirci “show”lar sunarak izleyicilerin beğenilerini sömürmeye çabalamıştır (s. 62).
Bugün nasıl ki eşitsiz gelir dağılımından söz ediyorsak, aynı tartışmayı kültür için de yapabiliriz. Fiske (1987)’in, Bourdieu’nün kültürel sermaye metaforuna atıf yaparak ileri sürdüğü bu fikre göre; eşitsiz dağılan kültür, sınıf çıkarlarını belirlemeye ve sınıf farklılıklarını tespit ederek doğallaştırmaya yarar. Bu bağlamda klasik müzik, güzel sanatlar, edebiyat ve bale gibi toplumun yüksek olarak gördüğü kültürel formlar, sosyal güce sahip olanların zevklerine tahsis edilirken, mütevazı ve televizyon gibi kitlesel kültür formları sosyal yapıda alt sıralarda yer alanlara bırakılmıştır. Dolayısıyla yüksek zümre, parayı kontrol ettiği kadar kültürü de kendi çıkarlarına göre kontrol etmektedir. Özetle, kapitalizmde aksi iddia edilse de ne servet ne de kültür, herkes için erişilebilir değildir (s. 18).
Medya patronlarının kâr elde edebilmesi için kıyasıya rekabet etmeleri ve izlenme oranlarını üst sıralara çıkarmaları gerekmektedir. Elbette bunun sansürü kabul etmek gibi bir maliyeti vardır. Öne geçmek ve yapılanı kopyalamak amacıyla ürünler ortaya koymak, yapımları farklılaştırmak yerine Bourdieu’nün tabiriyle türdeşleşmiştir. Öyle ki televizyonda, ekonomik ve toplumsal koşullar ile kültürü üretmek ve aktarmak için gerekli koşullar çatışmakta; reyting kaygısı ise bu çatışmayı en üst noktaya taşımaktadır.
Peki, ana akım medya böyle bir kısır döngüye girdiyse bizim “izle ya da kapat” dışında bir alternatifimiz yok mu? Alternatiflerin var olduğunu sırasıyla CORSI ve Means TV’yi tanıtarak göstermek isterim. Ama önce bir hatırlatmam olacak izninizle. Bu iki yabancı örneğin yanı sıra Türkiye’de gerçek sorunları ele alırken çözüm olarak kooperatifleri öne çıkaran Kolektif Girişimler programına ev sahipliği yapan İz Televizyonu, bir kooperatif olmasa da önemli bir girişim olarak akılda tutulmalı.
CORSI
CORSI, İtalyanca konuşan İsviçreli azınlığa yönelik yayın yapan bir İsviçre radyo ve televizyon kooperatifidir. 3.000 ortaklı kooperatif, Ticino Kantonu nüfusu için (yaklaşık 320.000 kişi) ana bilgi kaynağı olan üç radyo ve iki televizyon istasyonuna sahiptir.
İsviçre’de İtalyanca radyo programlarının yayını, 1924’te, aynı zamanda Alpler’in güneyinde İtalyanca konuşan topluluğun çıkarlarını geliştirme görevi de verilen Zürih stüdyosunun faaliyete geçmesiyle başlamıştır. CORSI 1938 yılında, şeffaflığı ve yerel halkın kamusal bilgi sunumuna katılımını artırmak amacıyla kurulmuştur.
Kooperatif, “radyo ve televizyon programlarının üretimi ve yaygınlaştırılması yoluyla, bilgiye, kültürel gelişime, özgür fikir oluşumuna, bireysel eğitime ve halkın eğlencesine katkıda bulunur; ülkenin kimliğini yorumlar ve ulusal bağlamda İtalyan İsviçre’sinin özgünlüğünü teşvik eder ve İtalyan İsviçre’sinin dilsel ve kültürel özelliklerini ve İsviçre’deki İtalyanlığın değerlerini korur ve onaylar.”
CORSI, kamuoyu tarafından demokratik olmadıkları gerekçesi ile eleştirilen bir kamu şirketini devralarak kooperatife dönüştürmüştür (Paini, n.d.). İsviçre’nin İtalyanca konuşan azınlığının sesi olan kooperatif, özel yayınları ve konuk ettiği İtalyanlar ile göçmenlerin kendilerini evlerine yakın hissetmelerine ve aynı zamanda onların ülkesini İsviçrelilere tanıtmaya yardımcı olmuştur.
İsviçre’de radyo ve TV programları üzerinde yetkililer tarafından herhangi bir kontrol yoktur. Öte yandan CORSI, Ticino Kantonu’nda kamu radyo ve televizyon programlarını denetleme görevini üstlenmiştir. Kamuya karşı sorumlu davranmayı ilke edinen bu kooperatif, yayınların içeriğinin ve kalitesinin garantörü olarak çalışmaktadır. Arabulucuları aracılığıyla halkın şikâyetlerinin demokratik bir şekilde federal mahkemeye götürülmesine hizmet etmektedir.
CORSI, tüm dinleyici/izleyicileri ile etkileşim kurmaya çalışarak, bu kitlenin görüş ve beklentilerini yayın yöneticilerine ve çeşitli departmanlara açıkça iletebilmelerine imkân sağlayarak yayın yaptığı kitleyi dikkate alır. İtalya kökenli halka işbirlikçi diyalog ve toplantılar için fırsatlar ve teşvikler sunmasının yanı sıra kamusal radyo ve televizyon hizmetinin rolünü canlı tutmak için uğraşır.
CORSI, kültür-sanat alanında iki projeyi desteklemektedir. Müzik ile ilgili olarak OSI Orkestrası ve gastronomi konusunda Menu for Orchestra, İsviçre’deki İtalyan kimliğine sahip çıkarken aynı zamanda uluslararası bir ün de sağlamışlardır.
CORSI kendisini kültürü önemseyen ve yayıncılığı toplumun denetimi üzerine inşa eden bir kooperatif olarak tanımlıyor. Kooperatifin hikâyesini aktaran Francesca Paini’nin ifade ettiği gibi “televizyonun demokrasi üzerinde büyük etkisi olduğu bir çağda, kooperatiflerin deneyimi büyüleyici bir hikâye sunuyor”.
Means TV
Means TV, post-kapitalist yayın hizmeti sunan bir işçi kooperatifidir. Mülkiyeti işçilere ait olan medya altyapısı ile piyasadaki şirketlerle rekabet edebilecek güce sahip olmayı amaçlamaktadır. İzleyicilere anti-kapitalist eğlence tarzını sunarken aynı zamanda işçi sınıfını yansıtma ve güçlendirme misyonunu üstlenmiştir. Kooperatifin faaliyetleri ortakların karşılıklı yararı gözetilerek yürütülmektedir. Means TV, ICA’nın yedi kooperatifçilik ilkesini benimsemiştir.
Bu işçi kooperatifine ortak kabulünde ekonomik, kültürel, din, cinsiyet ya da ırk gibi ayrıştırıcı unsurlar etkili değildir. Means TV kooperatifinde üç ortaklık kademesi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, tam zamanlı çalışanlardan oluşan işçi ortaklar kademesidir. İşçi ortaklar yönetim kurulunda görev alabilirler ve tüm haklara (oy hakkı ve ekonomik haklar) sahiptirler. Kooperatifin yıl sonu gelir fazlasının %70’i bu ortaklara aittir. İkincisi, yüklenici ortaklardır. Bu kademe, kooperatifin sık sık birlikte çalıştığı ancak başka şirketler için de çalışan kişileri kapsamaktadır. Bu grubun da kooperatifte ekonomik hakları vardır; kooperatifin yıl sonu gelir fazlasının %20’sini bu gruptaki ortaklar alır. Üçüncü ve son ortaklık kademesi ise telif ortaklarıdır. Bu kategoride film yapımcıları, dağıtımcılar ve orijinal prodüksiyonlardaki belirli ekipler yer almaktadır. Yaratıcı çalışmalara önemli katkılarına karşılık olarak bu ortaklara ödenen telif ücreti onların da kooperatifte ekonomik hak sahibi olduğunu gösterir.
Reklam verenler, hükümet ve rekabet gibi pek çok etken yayınları sınırlar. Bu bağımlılık ilişkisinden sıyrılmak ise Means TV’nin yaptığı üzere mümkün: Yayınlarında reklam veya ürün yerleşimi ya da herhangi bir kurumsal ya da nakdi destek yok. Hatta dedikleri tam olarak şu: “Tamamen sizin gibi insanlar tarafından finanse edilmekteyiz.”
Kanala masaüstü, mobil ve Roku, Fire ve Apple TV gibi akıllı cihazlardan erişebilmekte. Abonelere aylık 10$ karşılığında film, belgesel, işçi sınıfını kapsayan programlar sunuluyor. Ayrıca Means Medya’nın bir de oyun bölümü olan Means Interactive var ki onlar da post-kapitalist, solcu oyunlar üreten bir video oyunu yayınlama ve geliştirme kooperatifi olarak faaliyet gösteriyorlar. Tonight We Riot isimli oyunda işçiler, kapitalizme karşı mücadele ediyorlar. GOG ve Nintendo Switch’te oynanan oyun, ilgililerine duyurulur.
Sonuç Olarak
“Sihirli kutu” olarak adlandırılan televizyonun sihri, sansürlediklerini çok iyi gizlemesinden ileri gelir aslında. Kapitalizmin rekabetçi doğasının, piyasa birimlerini farklılıkları ile ayrıştırmaya teşvik edeceğini düşünmek hakkınızdır. Öte yandan televizyon dünyasının gerçeği bundan biraz farklıdır. Reyting kaygısı ile birbirini takip ve taklit eden yayınlar türdeş birimler haline gelmişlerdir; seyirciye çoğunlukla ya kendilerinin ya da seyircinin anlamadığı şeyler sunmaktadırlar (Bourdieu, 1997, s. 25-30). Ama bu esasen önemsenmez çünkü televizyonun size verdiği haberlerin sizi düşünme mesaisinden kurtarması beklenir. Biraz olsun düşüneceğiniz ya da eleştireceğiniz yayınlar ise sizi zorlamasa da medya tekeline takılacağından bir daha mesaiye kalmayacağınız garantidir.
Peki, bu sorunlar sadece televizyona özgü müdür? Hayır; rekabetçi piyasa rejiminin geçerli olduğu her iş kolu benzer dertlerden mustariptir. Televizyonun önemi ise kitlesel ve kültürel bir boyutu olan haber ve eğlence dünyasını bir kutuya sığdırmasından kaynaklanmaktadır.
“Alternatifi yok mu” sorusuna her koşulda kooperatiflerle cevap veriyor oluşumuz, kooperatiflerin ne denli kıymetli olduklarını bir kez daha gösteriyor. Başka bir televizyon, başka bir yayıncılık mümkün: CORSI gibi kültüre ve şeffaflığa önem veren bir kooperatif ve Means TV gibi kapitalizmin televizyonunu reddeden, alternatif bir yayıncılık anlayışını benimsemiş bir işçi kooperatifi ile bu fikrimizi desteklemiş olmalıyız.
Bu yazının sizden istediği şu: Sorun kendinize; “izlediğim şey, istediğim şey mi?” İyi seyirler…
Kaynakça
Bourdieu, P. (1997). Televizyon Üzerine. (T. Ilgaz, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
CORSI. https://www.corsi-rsi.ch/
Fiske, J. (1987). Television Culture. Routledge.
Means TV. https://means.tv/
Paini, F. (n.d.). The Cooperative Watching Over Swiss-Italian TV. Erişim
Not: Öne çıkan görsel, 동철 이 – Pixabay