Alp Pir ve Yaşamı Besle ile tanıştığımızda, ekibin ve gerçekleştirilenlerin bir bölümünü yerinde gördüğümüzde çok etkilenmiş ve İşlevsel Ormanlar’ı mutlaka Sosyal Ekonomi sayfalarına taşımamız gerektiğini düşünmüştük. Bu sırada Yaşamı Besle üzerine yazılmış bir blog yazısı ile karşılaşınca önceliği o yazıya vermek istedik. Reyyan Korkmaz internet günlüğünde Yaşamı Besle üretim alanlarında geçirdiği 3 günü anlatırken hepimizi daha iyi bir dünya için adım atmaya çağırıyor.
Ocak ayının son günlerinde Zeytinalanı’ndaydım.
Sebebi; ortak motivasyonları, yaşamdan beslenirken aynı zamanda sürdürülebilir yöntemlerle yaşamı beslemek ve yaşamı beslemenin yollarını araştırmak olan güzel oluşuma elimden geldiğince yardım etmekti. Yaşamı Besle, Alp Pir tarafından kurulan üretim alanlarının ismi. İsmin güzelliğine, altında yatan felsefeye ve amacın güzelliğine bakıldığında bu isim buraya ne de güzel uyuyor.
Yaşamı Besle, hayata ve doğaya iyi gelirken; hayatın, doğanın kendisine nasıl iyi geleceğinin izini sürenlerin benimsediği üretim felsefesini eklemeden olmaz.
Toprağı alınıp satılan bir şey olarak görmüyorum. Sadece ona ne kadar iyi bakabileceğimiz ile ilgili bir yaşam felsefem var. – Alp Pir
Alp ile tanışıklığımız sanıyorum 10 yılı aşıyor. Alp; Yaşamı Besle’yi ilk kez Köyceğiz’de faaliyete geçirdiğinde, tohum toplama ve ekme sürecini başlattığında; dedemden kuşkonmaz tohumları almaya gelirdi. İlkokul zamanlarımdan kalma bir anı ile Alp abinin oğlu Aydın’ı şu davranışından dolayı aklımdan hiç çıkaramam: Bir gün çiftliğe ziyarete gittiğimizde henüz sanırım 5 yaşlarında olan Aydın, yerde bir örümcek bulmuş ve eline alıp bana “Baksana çimlerin orada buldum, çok güzel!” diye göstermeye gelmişti. O yaşta, doğadaki canlılara karşı korkusuz sevgisi o kadar hoşuma gitmişti ki onun bu davranışı böceklere karşı yaklaşımımı bile değiştirdi diyebilirim. Alp ve ailesiyle, ilerleyen zamanlarda köy seyahatleri ile birlikte tanışıklığımız pekişti. Sonra araya yollar, yıllar girse de yaşamsal döngüleri öğrenme çabası bizi bir araya getirdi.
Zeytinalanı’ndaki arazide ilk gün bizim için erken başladı. Alp’in paylaşım ortakları Ahu ve Gökhan’ın evlerinin de içinde bulunduğu benim de iki gün boyunca çalıştığım arazi yaklaşık 40 dönüm. Ben, güne Fatma ve Naime Ablaların yanında mısır incirini parçalara ayırma ve taşıma ile başladım. Onların hoş sohbetleri sayesinde bu işimiz hızlı bir şekilde bitti ve ertesi gün dikimlerin yapılacağı yere dikim yataklarını hazırlamak üzere gittik.
Öncelikle dikim yatakları kepçe tarafından kazıldı. Biz ise kepçe kazdıkça bir lazanya misali kazılan yerlerde toprağı katman katman olacak şekilde doğal yollarla besledik. En alta çiftlikten budanan çalı dallarını yaydık. Çalıların üzeri toprak ile örtüldükten sonra, ikinci katmana parçalara ayırdığımız mısır incirlerini homojen bir şekilde ellerimizle dağıttık. Burada mısır incirini kullanmamızın nedeni, mısır incirinin son derece sulu bir yapısı olduğu için dikimler yapıldıktan sonra altta kökler için bir su kaynağı haline gelmesi. En üstteki katmana ise Ahu ve Gökhan’ların uzun süredir yöredeki meyve suyu fabrikalarından toplayıp getirttikleri meyve atıklarını kompost olarak yaydık. Ahu’nun dediğine göre, aslında Hugel Metodu’nun toprağın üstündeki değil altındaki versiyonunu yaptık.
İlk günümüz tüm araziye bunları yaparak geçti. Tabii, bir de dünyanın özünde ne kadar geçici olduğunu hatırlayalım diye arada kazılan yataklara da uzanmayı unutmadık. Toprağın bedene her haliyle iyi geldiğine bir kez daha emin oldum.
İlk gün böylelikle bitti. Burada zaman gerçekten çok hızlı geçiyor. Buraya gelmek istememin sebeplerinden biri de günün sonunda, dünya için “bir şey” yapmış olmanın huzurlu hissini yaşamaktı. İşte, dediğim gibi; hem yaşamı besledik hem de yaşamla ruhen beslendik.
Ertesi gün daha kalabalıktık. Ekipten dünya tatlıları Sunay Abla ve Berra Abla da bize katıldı. Çeşit çeşit en az 300 fidan diktik. Hayatımda hiç duymadığım ilginç bitki isimleri öğrendim: Bal yemişi, kaymak ağacı, dağ muşmulası, kara mürver yemişi, cennet bambusu vs. Dikim sürecinde fidanların aralığını çok az tuttuk. Ahu, bitki türleri arasındaki etkileşimi gözlemlemek için evin cephelerinde adeta küçük bir orman yetişmesini istiyor.
Diktiğimiz fidanlar genel olarak akasya, okaliptüs gibi büyüdüğünde çok uzun ve gür olacak ağaçlardı. Dikim aralıklarını sık yapmamızın bir diğer amacı, yetişme sürecinde hangi bitkilerin hangi bitkilere koruyuculuk yapacağını gözlemlemek. Elbette bu sıklığa uyum sağlayamayan fidanlar da olabilir. Fakat, sağlayamayanlar yeni yataklar için gübre görevi görecek. Burada her şey döngüsel bir süreç olarak tasarlandığından hiçbir şey atık olmuyor; büyüyemeyen kalanı besliyor.
Evin hemen yanında Yaşamı Besle’nin “deneme ve gözlemleme” alanındaki dikimlerimizi; ortadaki sıralarda gür ağaçlar, onların önünde zakkum, onların önünde de mine çiçeği, lavanta, biberiye gibi aromatik bitkiler olacak şekilde yaptık. Yani, ileride önden baktığımızda katman katman bir görüntü olacak. Gün sonunda, fidanlar aynı boyda görünse de yıllar sonra kocaman olduklarında gövdelerine dokunarak aralarında dolaşacağımı bilmek, geleceğe bu halimdeki kendimden bir şey bırakmak, hepsinin benden sonra da var olacaklarını bilmek çok güzel…
Dikimler sırasında öğrendiğim bir diğer ilginç bilgi ise bulunduğumuz yarım kürenin manyetik alanına bağlı olarak, fidan ana kökünü toprağa kuzey yönünde dikersek bitki daha hızlı büyürmüş… Bu ve bu gibi bilgiler ışığında Zeytinalanı’ndaki günlerim benim için harika geçti. İlk önce adım adım fidanların toprağını hazırladık, ardından dikimleri yaptık.
Ertesi hafta içinde bir gün Çalca’daki çiftliğe gittim. Yani Yaşamı Besle’nin ana lokasyonuna. Şunu söylemeliyim ki iki taraf da ayrı ayrı harika ama buranın ruhu bir başka. Burada öylece dursanız bile doğa sizi bir şekilde kendisiyle bütünleştiriyor sanki.
İnsanlık hali olarak, akıl her zaman doğru çalışmayabiliyor. Gün içinde yaşadığımız çeşitli duygu değişimleri ve olaylar da bu yanılsamaları kolaylaştırıyor. İnsan; doğadan gelişinden, doğa gibi serpilişinden olsa gerek, kendinden bir şeyler bulur hep doğada. Doğayla sakinleşmeyen kaç kişi vardır ki? Hele, hayatın akışı içinde bir dikdörtgen prizmadan başka bir dikdörtgen prizmaya akıp durduğumuz şu günlerde… Benim için doğada olmak, zihindeki fazlalık düşüncelerden arınmak gibi gibi. Sanki hayata yeniden başlamak gibi. Dağın hemen yamacında, doğanın içinde, harika insanlar ile olmak bu tazelenmeyi benim için daha da anlamlı hale getirdi.
Gelir gelmez zihnimde dönen bu düşüncelerin ardından Yaşamı Besle’deki son günüm müthiş başladı. Çünkü bu kez, ilk görevim siparişlerdeki son dokunuş olan, çiftlikteki çiçeklerden kafama göre minik bir buket yapmaktı. Sizi temin ederim ki bu da zor bir işmiş. Ardından Sunay ve Berra Abla ile çiftliğin bir yerinde çok fazla kök oluşturan limon otlarının bir kısmını ayırıp, onları çiftliğin başka bir yerindeki zeytinliklerin arasına diktik.
Yaşamı Besle’deki son günümde daha çok, çiftlikteki döngüsel mekanizmaları anlamak için dolaştım ve kendime sordum… Bu insanlar daha iyi, daha sürdürülebilir bir dünya ve gelecek için bu denli kafa yorarken, yorduklarını eyleme geçirmek için çabalarken biz ne yapıyoruz? En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlıyorsa, neyi bekliyoruz?
Bazen şöyle şeyler duyuyorum: “Benim yaptığım minicik katkıdan dünya mı kurtulacak?!” Lütfen, yapmayın… Sizin için küçük olan bir katkı, uzun vadede dünyaya ne faydalar sağlayacak lütfen düşünün. Ahu’nun da dediği gibi, tarım politikalarına dünyalılar olarak bütüncül yaklaşabilmek için zincirin tüm halkalarına iş düşüyor. Emin olun ki düşüyor. Elbette, çoğu kişi günlük yaşamında bir anda inanılmaz büyük değişimler yaşamayacak ama adım attıkça o değişimler de zaten kendiliğinden gelecek.
Alp; gün içinde bana, sanki tüm bu oluşumun, döngünün, mekanizmaların anahtarı niteliğinde olan harika bir şey söyledi: “Zihin paraşüt gibidir, açıldıkça çalışır.” Buradaki temel öge, merak. Yaşama dair, var olmaya dair merak. Meraktan ortaya çıkan, çözüme ulaşma yolundaki anlama süreçleri, bu bitişi olmayan yolda hayatın öğrettikleri ve sonra öğrenilenlerden ortaya çıkan diğer meraklar… İşte, yaşam hep döngülerden ortaya çıkan bir değişim ve bu değişim en başta doğamızdan başlıyor.
Yaşamı Besle’nin kapıları doğaya ve getirdiklerine ortak olmak isteyen herkese açık. Yıllar boyu ilmek ilmek dokudukları, zihinlerinin ve emeklerinin ürünü olan bu çiftliğe özellikle gençlerin gelip sürdürülebilir bakış açılarını görmelerini, tanımalarını ve kendilerinin neler yapabileceğini göstermek istiyorlar. Burası, “hep daha çok kazanmaya” dayalı bireysel sistemin yerine daha onarıcı bir sistemin geleceğine dair umut veren bir örnek. Üç gün boyunca tüm içtenlikleriyle beni sımsıcak saran Yaşamı Besle’nin tüm paydaşlarına her şey için çok teşekkür ederim.
Umarım ben de bu yazım ile sizlere, kendi yaşamınız içinde yapabileceklerinize dair düşünme olanağı sağlamışımdır. Emin olun, dünyanın sizin küçük bir adımınıza çok ihtiyacı var.
Genç jenerasyonun ilham veren iklim aktivistlerinden Selin Gören’in bir sözü ile yazımı burada sonlandırıyorum.
“Herkes iklim aktivisti olmalı, çünkü dünyanın yüz adet kusursuz iklim aktivistine değil, milyonlarca kusurlu iklim aktivistine ihtiyacı var.”
Yaşamı Besle hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler için: https://www.islevselormanlar.com
Alp Pir’in, Mehmet Gürs ile gerçekleştirdiği ilham veren podcast bölümünü dinlemek isteyenler için:
Not: Bu yazı ilk kez 23 Şubat 2024 tarihinde Reyyan Korkmaz’ın kişisel blogunda yayımlanmıştır.
Harika bir paylaşım. Gönülden tebrik ediyorum.