“Zengin toprakların” “çalışkan” ve “kanaatkâr” insanları, “fakirlik”ten çok daha fazlasını hak etmektedir.
Tarım gazeteciliğinin duayen ismi Ali Ekber Yıldırım’ın büyük ses getiren “Üretme Tüket” kitabı, “Zengin toprakların fakir insanları olmayı hak etmiyoruz. Karamsar değiliz, umutluyuz. Umuduz tarımda sahip olduğumuz zenginlik ve insanlarımızdır” diye biter. Yıldırım aynı cümleler ile yeni kitabı “Yeni Tarım Düzeni”ne başlamaktadır. Yıldırım’ın kitabının önsözünü okurken benzer sözleri, bir gün önce, Ulusal Emek Çalıştayı’nda “Tarım ve Orman Emekçilerinin Durumu” başlıklı oturumda birlikte konuşmacı olduğumuz Dr. Mustafa Kozan’dan duyduğumu acı bir tebessüm ile anımsadım. Dr. Kozan da sözlerine, “Biz zengin toprakların yoksul insanlarıyız” diye başlamıştı.
Türk tarımını iyi bilen ve yakından takip eden insanların, bu çelişkiyi dillendirmesi ister istemez insanı etkilemektedir. Gerçekten zengin topraklar üzerinde üretim yapan çalışkan insanların “fakir” kalmaya devam etmesi anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum değil. Daha da önemlisi bu çelişki sürdürülebilir bir duruma işaret etmemektedir. Artık iyice biliyoruz ki o zengin toprakların çalışkan insanları “fakir olmak”tan kurtulmak için köyünden ve üretimden kopmaya başlamıştır.
Bıkmadan ve sürekli dile getirdiğimiz gibi, ülkemizin tarımdan vazgeçme seçeneği yoktur. Diğer sektörlerin her biri değerlidir ancak hiçbir sektör tarımın alternatifi değildir. Tarımı sadece istihdam ve gelir gibi kavramlar ile değerlendirip itibarsızlaştırma lüksümüz kalmamıştır. GSMH içinde %5 seviyesine düşmüş olması ve istihdamın yaklaşık %18’ini karşılaması nedeniyle tarım göz ardı edilebilir bir sektör değildir. Tarımı; gıda güvencesi, gıda egemenliği, ithalat, açlık, refah, bağımsızlık ve gelecek gibi kavramlarla değerlendirmeye başladığımız zaman gerçek değerini anlamaya yönelmiş olacağız.
Son yıllarda yaşadığımız Covid -19 pandemisi ve yakınlarda yüzleştiğimiz Rusya- Ukrayna Savaşı tarımı bir kez daha ele almak zorunda olduğumuzu ortaya koymaktadır. Üretim açığını veya fiyat ayarlamalarını “ithalat” ile geçiştirmek sadece sorunları ötelemeye yaramaktadır. Hızla net tarım ithalatçısı olma yolunda ilerleyen ülkemiz “parası olsa” dahi istediği ürünü istediği miktar ve koşullarda ithal edemeyebilir. Nitekim pandemi ve savaş gerekçeleriyle en çok ithalat yaptığımız ülkeler bile ürünlere yasak, kota ve tarifeler koyarak işleri zorlaştırabilmektedir. O halde bir taraftan dünyanın sayılı tarımsal üretim gücü olurken diğer taraftan birilerine sürekli muhtaç olmak, akıl ve mantık ile açıklanabilir bir şey değildir.
Aslında tarımda sorunlar ve çözümler de ortadadır. Mesele; önceliklendirme, önemseme, planlama, uygulama, gerektiğinde destekleme ve koruma meselesidir. Dünyanın sanayi, teknoloji ve ticarette en gelişmiş ülkelerinin tarımda da en ön sıralarda olması tesadüfi değildir. O ülkelerde diğer sektörler kadar tarım da önemsenmekte ve desteklenmektedir. Başta AB üyesi ülkeler olmak üzere bu ülkeler, pandemiye karşı önlemler alırken, en önce inşaat/müteahhitlik konularını değil, tarım, gıda ve sağlık sektörlerini desteklemişlerdir. Bu ülkelerde sektörün söz sahibi, genelde tarımın gerçek temsilcileridir. Üretimin içinde olan, tarımı bilen ve sorunları yaşayan insanlar; gerçekçi, ileriye dönük ve kalıcı çözümler ve uygulamalar ile hem kendilerini hem de ülkelerini geliştirmektedirler.
Gerçekte “milletin efendisi” olan bu insanların zengin olma hedefleri yoktur. Onlar alın terinin karşılığını alabileceği, kimseye muhtaç olmadan insanlığın kazanımlarından yararlanabileceği yaşam koşullarından fazlasını istememektedir. Bunlar, oldukça makul ve yerinde isteklerdir. Çünkü “zengin toprakların” “çalışkan” ve “kanaatkâr” insanları, “fakirlik”ten çok daha fazlasını hak etmektedir.
Not 1: Bu yazı ilk kez 14.03.2022 tarihinde Hasat Türk gazetesinde yayımlanmıştır.
Not 2: Öne çıkan görsel, Elijah Hail —Unsplash