Raziye İçtepe ile Slow Food Muğla Yeryüzü Pazarı’nda, “Muğla Zeytiniyle Yaşasın!” etkinliklerinde tanıştık. “Lezzetin Koruyucuları: Muğla’nın Zeytin Mirasını Yaşatmak” panelindeki konuşmasında Doğa Derneği’nin İzmir Seferihisar’daki Orhanlı Vadisinde yaptığı çalışmaları ve o kapsamda edinilen bilgileri dinlediğimizde bunları Sosyal Ekonomi okuyucuları ile mutlaka paylaşmamız gerektiğini düşündük ve sonuçta keyifli bir sohbette buluştuk.
Çözüm kültürel mirasta
Merhaba Raziye. Röportaj teklifimizi kabul ettiğin için teşekkür ederiz. Okuyucularımız için kendini tanıtabilir misin?
Ben Raziye İçtepe. Halk bilimciyim, Gazi Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü mezunuyum. Üniversiteden sonra 2009-2014 yılları arasında Beypazarı’nda Yaşayan Müze’nin koordinatörlüğünü yaptım. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Halkbilim Anabilim Dalı’nda 2025 yılında “Geleneksel Ekolojik Bilgi ve Zeytincilik: Orhanlı Köyü Örneği” isimli tezimle yüksek lisansımı tamamladım.
Doğa Derneği ile 2013 yılında tanıştım. Şu anda Derneğin Doğa Kültürü Araştırmaları Koordinatörlüğü’nde danışmanım. Özellikle insanların doğayla birlikte oluşturduğu kültürün izlerini somut olmayan kültürel miras bağlamında öğrenmeye çalışıyorum. Aslında bugün yaşadığımız birçok sorunun çözümünün kültürel mirasta olduğunu görüyorum ve hissediyorum.

Doğa Derneği ve Doğa Okulu
Doğa Derneği neyi amaçlar, ne gibi faaliyetler yürütür?
Doğa Derneği nesli küresel ölçekte tehlike altında olan türleri, ekosistemleri, sulak alanları özellikle koruyan ve bunun için çalışan uluslararası bir sivil toplum kuruluşu. BirdLife Türkiye olarak çalışmalarını küresel ölçekte de devam ettiriyor.
Doğa Derneği 2002 yılında kurulduğunda şöyle bir durum fark ediyor. Derneğin bir türü ya da türleri veya ekosistemi korumak için çalıştığı alanda insanlar da yaşıyor ve bu insanların muazzam bir doğa ve ekosistem bilgisi var. Onlar binlerce yıldır o topraklarda, oradaki biyoçeşitliliği destekleyerek bir yaşam biçimi kurgulamışlar. Bu yaşam biçimi şu anki sistem üzerinden devam ettirilebildiği sürece, aslında orada bir doğa koruma projesine ihtiyaç olmayacak. Orada olanı, olduğu gibi üretim ve yaşam kültürüyle koruduğunda hiçbir şeye gerek kalmadan doğa da korunuyor. Bu yaklaşımla birlikte dernek, çalıştığı alanlardan biri olan Seferihisar Orhanlı köyünde Doğa Okulu’nu kuruyor.
Anadolu’nun kılcallarında yaşayan bu kültürü nasıl bütün dünya ile paylaşabiliriz?
O zaman biraz da Doğa Okulu hakkında konuşalım.
Yola çıkarken aklımızda şu sorular vardı: Doğayı koruyarak, onu gözeterek, onun hakkını savunarak bir yaşam biçimi kurgulayan insanların yaşamlarına dair oradaki o bilginin mayasını alıp bu mayayı biz nasıl çoğaltabiliriz? Anadolu’nun kılcallarında yaşayan bu kültürü, nasıl bütün dünya ile tekrar paylaşabiliriz? Bunun mümkün olduğunu nasıl anlatabiliriz?
Bu motivasyonla 2013 yılından itibaren pandemi dönemine kadar Doğa Okulu’nda kurslar düzenlendi. Yetişkinlere yönelik kurslarda ekşi mayalı ekmek yapımından fotoğrafçılığa, editörlük ve yazarlıktan biyoçeşitliliğe kadar bir çok konu ele alındı. Bu kurslarda kesinlikle hiyerarşik bir eğitim anlayışı yoktu. Tek taraflı bir öğrenme modeli benimsemedik. Eğitimler bir akademisyenin ya da uzman bir kişinin gelip oradaki insanlara bilgi verdiği değil, o coğrafyadaki insanlardan bilgi alıp bir akademisyene de bilgi anlattığımız bir sürece girdi.
Pandemiden sonra bir araya gelmeler oldukça zorlaşınca kurslardaki her şeyi dijital ortama aktardık, podcast’ler yayınladık. Kayıtlar Apaçık Radyo ve Doğa Derneği kanallarında yayınlandı.

Doğa Derneği için Orhanlı Vadisinin önemli bir çalışma alanı olduğunu anlıyoruz. Orhanlı köyünü, Orhanlı Vadisini ve orada yapılan üretimi bize anlatır mısın?

Burası Anadolu coğrafyası ve doğası için oldukça kritik bilgiler içeriyor. Orhanlı Vadisi’nin de içinde bulunduğu Kızıldağ Önemli Doğa Alanı, kritik türleri içinde barındıran bir ekosistem. Önemli Doğa Alanı (ÖDA), Doğa Derneği tarafından geliştirilen bir kavram; hassas ve benzersiz doğal alanları belirlemek üzere kullanılan bir önceliklendirme yaklaşımı.
İzmir Seferihisar’a bağlı Orhanlı bugün hâlâ İzmir merkezine en yakın olan organik üretim havzası. Yerel tohumlarla, kimyasal kullanılmadan hem sulu hem kuru tarım yapılıyor. Tabii ki Orhanlı Vadisi özelinde yapılan üretimi anlatmaya çalışacağım ama burada önemli olan neresi olduğu değil; orada insanların üretim kültürünü nasıl, hangi metotla, hangi yaklaşımla taşıdığı. Orhanlı’nın bir nevi örnek olması, başka bölgelerde, başka coğrafyalarda çoğalması ve yaygınlaşması için o özü anlamalıyız.
Orhanlı yaklaşık 1200 haneli çok büyük bir köy. Köyün temel geçim kaynağı zeytincilik. Kızılçam ormanları, meşeler, zeytinlerden oluşan bir ekosisteme sahip. Akdeniz ikliminin bütün bitki örtüsünü içine alan bir köy yerleşimi. İçinden kış aylarında aktif olan bir dere geçiyor. Köy coğrafi konum olarak denize ve ulaşım yollarına yakın. Bundan dolayı kendi sosyalliğini sağlayabiliyor; okumaya giden gençlerin tekrar köylerine geri dönme isteği yüksek. Aynı zamanda göç alan bir köy. Özellikle pandemi döneminde kentteki insanlar alana geldi. Bu da bir taraftan tehdit olarak okunabilir, bir taraftan da oradaki kültürel birikimin bir sonraki kuşağa aktarılması olarak okunabilir.
Köydeki zeytinciliği biraz açmak istiyorum. Buradaki zeytincilik bildiğimiz zeytincilik değil: Tellerle çevrilmiş, sulanan, toprağı sürekli sürülen, içinde zeytinden başka hiçbir bitki, ağaç türüne izin vermeyen bir zeytin üretimi Orhanlı’da uygulanmıyor. Zeytinlikler, içinde oklu kirpilerin, tilkilerin, sansarların, bukalemunların yaşadığı; orkidelerin çiçek açtığı, altında koyunların, keçilerin otladığı meralar gibi düşünebileceğiniz alanlar. Ve bu zeytinlikler çok özel çünkü sadece o bölgeye özgü yerli bir erkence türü dediğimiz zeytin ırkı yaşıyor. Bu zeytin ırkı o bölgenin susuzluğuna, kuraklığına, o bölgedeki hastalıklara ya da diğer dış etkenlere karşı çok iyi uyum sağlamış. Yağ verimi çok yüksek olan bu tür bölgede yağlık zeytin olarak da adlandırılıyor. Mesela normalde 6-7 kilo zeytinden bir litre yağ çıkarken o bölgede bazen 2,5-3 kilodan 1 litre yağ çıkıyor.
Ekonomik ve ekolojik karşı güçlü ve dirençli bir model
Doğa Derneği ve Doğa Okulu olarak 2012 yılından beri bu alanda çalışıyoruz, özellikle zeytincilik konusunda araştırmalar yapıyoruz. Bu çalışmalarda şunu fark ettik. Endüstriyel zeytincilikte sadece zeytini ve zeytinyağını alıyorsunuz. Orhanlı Vadisi’ndeki zeytinlikler ise hem biyolojik çeşitliliği destekliyor hem iklim değişikliğine dayanıklı bir üretim modeli. Zeytinlikler içerisinde yenilebilir ot, mantar, yabani meyve, tıbbi ve aromatik bitki toplayıcılığı ve arıcılık yapılıyor. Bir diğer taraftan hayvancılık neredeyse 8- 9 ay boyunca zeytinlerin altında devam ettiriliyor. Vadinin en düşük tabanında sulu tarım yapılıyor; bölgenin içerisinde tüketilecek, organik pazarlarda satışa sunulacak ürünler yetiştiriliyor. Ürün desenindeki bu çeşitlilik ile tüm yumurtalar bir sepete konmamış oluyor. Bu sene zeytin olmadı mı hayvandan para kazanılıyor. Hayvan yok mu? Aromatik bitkiden kendini geçindirecek kadar para kazanıyor. Ekonomik ve ekolojik krizlere karşı güçlü ve dirençli bir model geliştirilmiş.
Kadim Üretim Havzaları
Doğa Derneği’nin bu konuda başka bölgelerde çalışmaları var mı?
Kadim Üretim Havzaları üzerine çalışmalarımıza başladığımız 2015 yılından itibaren, doğayla uyumlu üretim biçimlerini tanımlamak, belgelemek ve korumak amacıyla saha araştırmaları yürütüyoruz. İzmir’de Kadim Üretim Havzaları üzerine yapılan çalışmalar kapsamında, çeşitli ilçelerde doğayla uyumlu üretim alanları tespit edildi. Seferihisar ilçesinde yer alan Orhanlı Vadisi ve Beyler Köyü, Menemen ilçesindeki Gediz Deltası, Yamanlar Dağı ve Hatundere, Karabağlar ilçesindeki Kavacık Tepeleri bu alanlara örnek.
Bu araştırmaları Anadolu’nun farklı bölgelerinde de yaptık. Muğla Bozburun Yarımadası’nda bulunan Taşlıca Köyü, Aydın’daki Çine Dağları ve Menteşe Dağları, Burdur ve Isparta bölgesindeki Burdur Gölü Havzası, Mersin ve Karaman bölgesindeki Bolkar Dağları ile Diyarbakır’da Dicle Vadisi ve Karacadağ gibi alanlarda da kadim üretim pratikleri üzerine çalışmalar yürüttük.

Kadim Üretim Havzası (KÜH) nedir?
KÜH, Doğa Derneği tarafından ortaya konulan bir yaklaşım. Türkiye’deki yerel bilgiye, havza kullanımına ve aynı zamanda üretim bilgisine dayanarak biz bu ismi verdik. Kısaca tanımlayacak olursak KÜH, insanın kendi gıda ihtiyacını, o coğrafyadaki herhangi bir canlı gibi temin ettiği alanlar.
Bu alanlar 3 ana karakteristik özelliği taşıyor. Birincisi, insanın ekosistem ile yaşadığı coğrafya ile kurduğu en eski bağlardan bir tanesi olan toplayıcılık ve derleyicilik kültürünün halen devam etmesi. Eğer o gelenek, o kültür devam ediyorsa bu davranışın arkasında doğayla uyumlu üretim biçimleri zaten devam ediyor. İkincisi, suyun ve toprağın el işçiliğine dayalı olarak şekillenmesi lazım. Ağır makinelere dayalı tekniklerin o bölge içerisinde kesinlikle uygulanmaması gerekiyor. Bu, bizim en önemli kriterlerimizden birisi. Bir diğeri de havzaya göre üretim yapmak. Yani birbirlerinin hakkını gözetmeden yapılan üretim deseni değil de coğrafyanın sunduğu imkânlarla, coğrafi sınırlılıklarla kurgulanmış bir üretim olması gerekiyor.
En önemlisi bölgede o coğrafyayla, o iklimle uyumlu üretim biçimlerinin devam etmesi. Ekosistem ile uyumlu üretim biçimi biyolojik çeşitliliği ve ürün çeşitliliğini beraberinde getiriyor.
Biraz önce anlattığınız Orhanlı Vadisi’ndeki zeytinliklerde bu ürün çeşitliliğini görebiliyoruz sanırım.
Evet, tabii. Biyolojik çeşitlilik, ekosistem çeşitliliği ve ürün çeşitliliği fazla. Bir zeytin hasat edilmiyor ki… Aromatik bitkilerden kendiliğinden çıkan yenilebilir otlara, sabuna kadar, yaklaşık 9 kalem ürün var. Hatta ikincil ürünleri de düşünürsek havza içerisinde dönen ve 12 aya yayılan bir üretim modeli var.
Bu çeşitlilik kültürel çeşitliliği de beraberinde getiriyor. Bugün kadim üretim havzalarına baktığımda en önemli şeyin o bölge içerisinde hâlâ varlığını koruyan somut olmayan kültürel miras olduğunu görüyorum.
Örfene: Üretim anlamında, kültürel anlamda, dayanışma anlamında bir örnek
Somut olmayan kültürel mirasa örnek verebilir misin?
Mesela, Orhanlı bölgesinin örf ve geleneği olan “örfene”. Örfene aslında bir çeşit imece, emek takası. Paranın olmadığı, insanların birbirleriyle yardımlaştığı ve dayanıştığı bir gelenek. Örneğin ben senin zeytin hasadına geliyorum, yarın sen benim zeytinime bakım, hasat için geliyorsun ya da düğün yapacaksın düğününde ben sana yardım ediyorum. Muazzam bir sistem kurulmuş, dışarıdan işçi getirmeye gerek kalmıyor. Yani bu havza içerisinde dışa bağımlılığı neredeyse sıfırlayacak bir dayanışma modeli. Üretim anlamında, kültürel anlamda, dayanışma anlamında bir örnek. Bu geleneksel dayanışma yöntemi ayrıca kültürün kuşaklar arasında aktarımını sağlıyor. Özellikle hasat zamanı bir araya gelen aileler zeytincilik kültürünün sonraki nesle aktarılması için bir ortam sağlıyor.
Örfene emek takası ama bu sadece insanlar arasında olan bir emek değil. İşte karatavuk ya da sincap zeytin tanesini bir insan içine taşımazsa, bir kermes meşesi olmazsa, oradaki nem, iklim yeterli gelmezse o zeytin hiçbir zaman filizlenemeyecek. Yani buradaki örfene doğayla birlikte yaptığımız, doğanın bir imecesinin ürünü aslında. O zeytinyağı sadece insan emeğine dayalı değil, doğanın da emeği olan bir ürün.

Başak geleneği: Kültür üzerinden şekillenmiş bir takas
Yine bu havza içerisinde başak geleneği var. Zeytinlik özelinde konuşuyoruz ama Anadolu’nun pek çok şehrinde farklı ürünler üzerinden de başak geleneği, başaklama geleneği var. Başak geleneğini şöyle özetleyebilirim: Diyelim ki benim zeytinliğim var, zeytinliğin içinden bir iki ağacı hasat etmiyorum. Zeytinler kalıyor. Kimisi kurda, kuşa diye bırakıyor, kimisi ihtiyacı olan gelsin diye bırakıyor. Hasat zamanı bittikten sonra ihtiyacı olan kişiler benim herhangi bir iznime tabi olmadan, istediği kadar zeytinini başaklıyorlar. 20 yıl önceye kadar çok canlı olan bu gelenek günümüzde azalıyor ama bir birliktelik ve dayanışma örneği olduğu için söylemek istedim. Yaşlılara sorduğumuzda, topladıkları zeytinleri markete götürüp karşılığında marketten istediğini aldıklarını ya da yağhaneye götürüp yağ veya götürdükleri zeytin kadar para aldıklarını anlatırlar. Başak geleneğinde kültür üzerinden şekillenmiş bir takas var. O anlamda çok kıymetli. Edremit bölgesinde günümüzde hâlâ çok yoğun bir şekilde zeytincilik özelinde uygulanmaya devam ediyor. İç Anadolu’da soğan, patates özelinde çok yaygın olan bir gelenek.
2023 yılında “Zeytin Yetiştiriciliği ile İlgili Geleneksel Bilgi, Yöntemler ve Uygulamalar” UNESCO tarafından Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne kaydedildi. Zeytincilik kültürü sayesinde geleneksel bilgi ve üretim biçiminin etrafında şekillenen toplumsal uygulamalar kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam edecek. Zeytin aşılama yöntemleri, hasadı, sıkımı, yardımlaşma gelenekleri ve eğlenceleri de artık korunan birer değer. Zeytin kültürü ve ekosistemi hakkında 2012 yılından beri çalışmalarımızdan elde ettiğimiz verileri Kültür Bakanlığı ile paylaştık. UNESCO sürecinde Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan zeytin dosyasına bilgi ve tecrübelerimizle katkı koyarak bu sürecin bir parçası olduk.

Bugünün dünyasında böyle üretimler mümkün mü?
Bizim amacımız bu zamanda böyle bir üretim, böyle bir yaşam biçiminin mümkün olduğunu herkese göstermek. Bunun örnekleri var ve bu örnekler aynı zamanda günümüzdeki ekonomik sisteme de uyum sağlamış ve devamlılığı da olan üretim modelleri. Dernek olarak ekosistemi ve biyolojik çeşitliliği koruyan ürünlere yönelik çalışmalarımızı özellikle ekonomi üzerinden şekillendirmeye çalışıyoruz.
Binlerce yıllık bir zeytinyağı kültürü

Konu buraya gelmişken Orhanlı’daki zeytinyağı üretimine tekrar dönelim. Zeytinyağına yönelik çalışmalarınızı ekonomi üzerinden nasıl şekillendirdiniz?
2012 yılından yani Doğa Derneği, Orhanlı Vadisi’ne geldiğinde iki tip zeytinyağı elde ediliyordu. Birincisi Klazomenai’den günümüze kadar aynı biçimde gelen, insan emeğinin yoğun olarak kullanıldığı bir üretim yöntemi olan taş baskı. Diğer tarafta da üretimin neredeyse insanla hiç bir teması olmadan gerçekleştiği kontinü sistem var. Bu farklı yöntemlerle üretilen yağlar aynı fiyata gidiyordu. Bir pazarlama, markalaşma çalışması yoktu. Üretimin arkasındaki biyolojik çeşitlilik, kültürel değerler, yağın kalitesi ile ilgili fazla bir çalışma yoktu.
Taşbaskı, kontinü sisteme göre daha çok insan gücü gerektirdiğinden maliyeti çok daha yüksek oluyor. Orhanlı’daki taş baskının kapatılmasının tek bir sebebi var: Köydeki insanların damak tadı. Bir damak tadı, bir yağ fabrikasını devam ettiriyor. Çünkü insanlar bugün hâlâ evde yiyecekleri yağı taş baskıda sıktırıyorlar. Her evin büyük toprak küpleri var ve yağlar o küplerde saklanıyor. Eğer zeytini satacaklarsa kontinü sistemde sıkıyorlar.
Doğa Derneği olarak binlerce yıllık bu kültürü görünce köyün yereldeki derneği ile birlikte markalaşma ve pazarlama çalışması yapmaya karar verdik. Taş baskıdan çıkan yağ ayrı şişelensin, ayrı markalansın ve bu yağın aslında ne kadar özel bir yağ olduğunun tanıtım çalışmalarını yapalım dedik. Bu çalışmalar yapıldığında taş baskı yağa, kontinü sistem ile üretilen yağın 3 katı değer biçilmeye başladı. Böyle olunca köydeki herkes ne kadar kıymetli bir üretim yaptıklarını anladılar. Alım için gelen tüccara “Kardeşim benim yağım çok özel bir yağ bu yağ. Bu fiyattan alacaksan al, almayacaksan alıcı var” demeye başladılar.
2012’den beri devam eden markalaşma çalışması ile taşbaskı fabrikasının kapatılması engellendi. Bir diğer taraftan da ekolojik değeri çok yüksek olan geleneksel zeytinciliğin devam ettiği alanlardaki üretimin ekonomik olarak gelir getirmesi sağlanmış oldu. Zeytin gelir getirmediğinde zeytinlikler satıyor ve gelen parayla o gün ihtiyacı neyse o karşılanıyor. Bu çalışmayla birlikte zeytinlik satışları bayağı yavaşladı.

Yavaş Dükkan, Slow Food Mahal
Bu önemli örneği daha çok tanıtmak gerekmiyor mu?
Biz sadece taş baskıyla yola çıktık. Ama bu süreç içerisinde burada yapılan çok farklı zeytinciliğin Türkiye’de başka nerelerde yapıldığını araştırma ihtiyacı duyduk. SGP UNDP ile birlikte Kaz Dağı’nın eteklerinden Köyceğiz Gölü’ne kadar bütün kıyı şeridi boyunca bir araştırma çalışması yaptık. Bu çalışma kapsamında bahsettiğimiz biyoçeşitliliği yüksek geleneksel zeytincilik alanlarının Bergama’nın hemen altından başlayıp, Milas’ın en güneyine kadar devam ettiğini belirledik. Bu alanlardaki mevcut biyoçeşitliliği tespit eden ve üretimle olan ilişkisini ortaya koyan çalışmalar yürüttük.
Daha sonra Doğa Okulu ve Doğa Derneği ile birlikte, doğayı koruyan bu ürünlerin ve üreticilerin tanıtılmasını sağlamak, ürünlerin hak ettiği değerden satışının gerçekleşmesi için 2012’de Yavaş Dükkan’ı kurduk. Yavaş Dükkan, doğanın ve doğa kültürünün yaşaması için çalışan bir doğa koruma projesi. Başta gıda olmak üzere temel ihtiyaç ürünlerini, biyolojik çeşitliliği ve doğayla uyumlu üretimi destekleyen yöntemlerle üreten üreticilerden seçerek, doğayı yok etmeyen ürünlere erişim imkânı sağlıyoruz. Yavaş Dükkanımızın sağladığı maddi destek, derneğimizin sponsorlara bağımlı olmadan, özgürce hareket etmesine ve doğanın haklarını savunmasına olanak tanıyor.
2024 yılı itibarıyla, 18 Önemli Doğa Alanı ve Kadim Üretim Havzası’ndan gelen 41 farklı ürünle, 82 üretici aileye destek olurken yüzlerce kişinin de doğa dostu ürünlere kolaylıkla ulaşmasını sağladık. Tüm bu üreticiler doğanın döngülerine zarar vermeden, “Kurda, kuşa, aşa” kültürüyle üretmeye devam ediyor.
Bunun sadece yerel ölçekte küçük bir örnek olarak kalmasını istemedik. Uluslararası platformlarda taşımak için Slow Food International ile iletişim kurduk. Orhanlı’nın Slow Food grubu olan Slow Food Mahal’i kurduk. Slow Food International’e zeytinyağına çok daha başka bir açıdan baktığımızı; biyoçeşitlilik ile birlikte ele aldığımızı anlattık. Birkaç ziyaretten ve değerlendirmeden sonra “Biz böyle bir coğrafya olduğunu düşünmemiştik” dediler. Çünkü endüstriyel zeytincilik yaptıklarından kendi alanları içerisinde biyoçeşitlilik neredeyse sıfır. Şu an zeytinliklerin içine aromatik bitkiler dikmeye, yarasa yuvaları, kuş yuvaları yaparak biyoçeşitliliği tekrar canlandırmaya çalışıyorlar.
Slow Food çalışmasının markalaşma anlamında bir katkısı oldu mu?
Bu çalışmayla birlikte Türkiye’nin ilk ve tek presidium zeytinyağını markasını aldık. Presidium, Slow Food tarafından nesli tükenen ya da tükenmekte olan ürün ve üreticilere verilen bir marka. Orhanlı Vadisinde üretilen zeytinyağını Örfene Zeytinyağı olarak isimlendirdik.

Bölge halkı sürekli mücadele halinde

Zeytinlikler ve geleneksel üretim yöntemleri ne gibi riskler ile karşı karşıya?
O bölgede en büyük tehdit jeotermal termik santraller. Bölge halkı sürekli mücadele halinde. Zeytinliğin içerisine jeotermal termik santral açılmak için 6 kez dava açıldı. Davayı 6 kez kazandık.
En büyük tehditlerden bir tanesi de üretimden hizmet sektörüne doğru bir kayış.
Zeytinlerin çok kolay satılması, çok kolay gözden çıkarılması bir diğer tehdit. Ne kadar markalaşma çalışması olsa da o alandan gelir elde edilse de satış ile bir anda gelen büyük para miktarı insanları cezbediyor.
Ne yazık ki zeytinlikleri alanlar oranın kültürüyle birlikte şekillendirmiyor
Özellikle pandemi döneminde itibaren hobi bahçeciliği başta olmak üzere rant ve etrafı telleme geleneği başladı ve bu çok hızlı oldu. Ne yazık ki zeytinlikleri alanlar oranın kültürüyle birlikte şekillendirmiyor. Mesela birisi içinde sürü zeytin ve delice dediğimiz yabani zeytinlerin olduğu araziyi tıraşladı; çalı dahi kalmadı. Önüne geçmeye çalıştık ama “benim özel mülküm hiçbir şey yapamazsınız” dedi. Asma dikti, asma için su getirdi. Su gelince domuzlar geldi, asmaları yedi. Ondan sonra zeytin dikti. Zeytin tabii ki yine olmadı, yine suladı, yine domuzlar geldi; baş edemedi. En sonunda keçi yapmaya çalıştı. Yaptığı keçi tanen dediğimiz bir ırk. Her yanı diken, çalı olan bu coğrafyaya hiç uygun olmayan bir hayvan. Sonuçta o da olmadı. Burada ne yapılmaması gerektiğinin örneğini çok canlı bir şekilde, bir kişi üzerinden gördük.
Doğayla iç içe geçmiş insanlar için doğa kendisi dışında bir şey değil
Okuyucularımıza, özellikle gençlere ne söylemek istersin?
Burasının neresi olduğu önemli değil, hangi coğrafya olduğu önemli değil. Bu üretim anlayışından, bu yaklaşımdan, yaşam biçiminden ilham alarak belki etraflarına bakabilirler, belki bu konuyla ilgili etrafındaki insanlara “Siz bir zamanlar nasıl üretim yapıyordunuz? Nasıl ürün elde ediyordunuz?” diye sorabilirler.
Çalışmalarımız esnasında farklı coğrafyalarda yaşayan insanlarla sürekli iletişim halindeyiz ve hep sorduğumuz sorulardan birisi de: “Doğa kim? Doğa ne?” Çünkü doğayla iç içe geçmiş insanlar için doğa kendisi dışında bir şey değil, zaten onlar için “doğa” diye bir kavram yok. Onların yaşam biçiminde iklim krizi yok, gıda krizi yok, kriz yok. Bugün üstüne kafa yorduğumuz sorunlarla onlar yaşam içerisindeki döngüde hemhal olmuşlar.
Bu örneklerden eğer heyecan duyuyorlarsa, merak ediyorlarsa bence sonuna kadar o ipin ucunu tutup ilerlesinler, merak etsinler. Çünkü sonu güzel yerlere, çok heyecanlı yerlere çıkıyor. Bölge içerisindeki insanlarla iletişim kursunlar. Alandaki doğayla uyumlu geleneksel bilgiler o kadar kıymetli ki. O bilgi yaşatılmadığında ölüyor, yok oluyor. Belki bir daha keşfetmek için çok uğraşacağız. Bilmiyoruz. Bu konularda çalışmak isteyen, daha detaylı bilgi almak isteyenler Doğa Derneği ve Doğa Okulu ile iletişime geçebilir.
Not: Bu röportajı yaptıktan sonra, İzmir’in Menderes’in Kuyucak ile Seferihisar’ın Orhanlı mahalleleri arasında kalan ormanda çıkan yangında Orhanlı köyünde çok sayıda ev, zeytinlik ve bağ yandı. Sosyal Ekonomi ekibi olarak bu felaketin yaralarının sarılarak oradaki Kadim Üretim Kültürünün geleceğe aktarılmasını diliyoruz.