Şaduman Karaca, doğal tıp uzmanı (fitoterapist, homeopat) ve bir bitki aşığı. Almanya’da aldığı eğitimleri kendi birikimleri ile harmanlayarak geliştirdiği bütünsel bakış açısını kullanarak bir sosyal girişim olan Fitosofia ’yı kurmuş ve YerSu Derneği’nin kurucularından biri olmuş. Söyleşimizde bütün bunları ama en çok tıbbi ve aromatik bitkileri konuştuk. Şaduman Hanım eğitimden yetiştiriciliğe, bu alanda son 17 yılda yaşananların genel bir değerlendirmesini yaptı. Sohbet elbette kooperatiflere de uzandı. Kendisinin bitkilerin bilgeliğini daha geniş alanlara yayma konusundaki planlarını ve hayallerini gerçekleştirmesini dilerken sizi söyleşimizle baş başa bırakıyoruz.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Türkiye’de felsefe öğrencisi iken bir burs kazanarak Almanya’ya yine felsefe öğrenimi için gittim. Oradaki öğrenimim esnasında, oğlumun sağlık sorununda ve onun tedavi sürecinde modern tıbbın yetersiz kalması üzerine alternatifleri araştırmaya başladım. Almanya’da homeopati ve fitoterapinin yaygın ve bütüncül olarak uygulanmasının etkisiyle doğal tedavi yöntemleri ve sistemleri ile tanıştım.
Bütünsel bir bakış açısını harekete geçirebileceğim bir ülkedeydim. Almanya’nın hem akademik hem sosyal olanaklarından faydalanarak felsefe dışında da bir eğitim sürecinin içine girdim. Bu süreç oldukça uzun sürdü. Önce temel tıp eğitimi, sonra fitoterapi, homeopati derken; kendim, ailem ve toplum için faydalı olabileceğini düşündüğüm birçok tedavi yönteminin eğitimini aldım. 2006 yılında Almanya’daki yasalar çerçevesinde hasta kabul etme yetkisine eriştim ve bir doğal tıp kliniği açtım.
‘Ekonomik değeri olan bitkiler’ yerine ‘insan ve hayvan sağlığına iyi gelen bitkiler’ ifadesini tercih ediyorum
Türkiye’ye geri dönmeye nasıl karar verdiniz?
Doğa sevgim doğal tıp uzmanlığı mesleğimle kaynaştı, birleşti. Anadolu’nun doğasını çok seviyorum. İnsan ve hayvan sağlığına iyi gelen bitkilerin fotoğraflanması vesilesiyle Türkiye’ye geri dönüş serüvenim ve Almanya’da aldığım eğitimlerde tanıştığım bitkileri araştırma sevdam başladı. Bu arada şunu eklemeliyim: Çok ticari olduğu için ‘ekonomik değeri olan bitkiler’ demiyorum. Bana itici geliyor. Onun yerine ‘insan ve hayvan sağlığına iyi gelen bitkiler’ ifadesini tercih ediyorum.
Bir safranın fotoğrafını çekmek için bile Almanya’dan Türkiye’ye gitmeye başladığımda; oğlumun hastalığı artık tedavi olmuştu. Üniversiteyi bitirip kendi yolunu çizmişti. Bunun neticesinde Türkiye’de kalmaya başladım. Tam olarak döndüm demiyorum. Oğlum, torunum Almanya’da oldukları için bir ayağım hep Almanya’da. Akademik olarak da Almanya’dan yararlanmaya devam ediyorum.
Türkiye’de eğitim vermeye nasıl başladınız?
Yıllar önce bu eğitimleri tanıtmak için yaptığım ilk toplantılarda, Almanya’dan da örnekler vererek bunları Türkiye’de uygulamayı önerdiğimde; ‘Burası Türkiye. Emeğinizi boşa harcamayın, geri dönün. Çok bilgiye sahipsiniz, farkındayız. Ama Türkiye’de olmaz bu iş’ demişlerdi. Türkiye’de yaşayan insanların da doğru bilgiye ihtiyacı olduğunu düşünerek hayalimi gerçekleştirmek için yoluma devam ettim. Bu süreçte sıkıntıya düştüğümde, adını veremeyeceğim kadar çok sayıda değerli dostum maddi ve manevi destek verdi. Onların manevi desteği ile besleniyor ve motivasyonumu canlı tutabiliyorum, hepsine destekleri için çok teşekkür ediyorum. Eğitimlerden sonra, pek çok gencin hayatını değiştirdiğime dair geri bildirimler aldım. Aralarında kendi markalarını yaratanlar, kendi yollarını çizenler oldu. Bu, benim için çok güzel bir şey.
Kendimi doğanın hayrına, insanlığın hayrına bir faydam olsun diye bu alanda yetiştirdim
Önce eğitimler verdiniz ve sonra Fitosofia’yı kurdunuz. Bu süreçten bahseder misiniz?
Kendimi doğanın hayrına, insanlığın hayrına bir faydam olsun diye bu alanda yetiştirdim ve elimden geldiğince yetiştirmeye devam ediyorum. Almanya’da öğrendiklerimden, kendi birikimlerimden harmanladığım birçok konuyu Türkiye’ye taşımayı, iki ülke arasında bir köprü olmayı amaçladım. Türkiye’de bitkilerin doğadan toplanmasına ve denetimsiz satılmasına izin veriliyor. Bir tarafta çevre hareketi varken, diğer taraftan bu tür izinlerin verilmiş olması beni hayrete düşürüyor. Bunu dikkate alınca insan, hayvan ve bitki sağlığına ilişkin eğitimler, uygulamalar vermeye başladım. Fitosofia firması altında Fitosofia Akademi’de eğitimlere devam ediyorum. Bu tür eğitimleri verdikten sonra bunların uygulanabilirliğini göremeyince hiç planlamadığım halde kendimi çay üretimi alanında buldum. Dolayısıyla Fitosofia artık bilgi paylaşımının yanı sıra şifalı besin maddeleri üretimi ve bunlar hakkında danışmanlık alanlarında hizmet veriyor.
Fitosofia Açık Kapı Günleri
Fitosofia Akademi’de kimlere eğitim veriyorsunuz? Bu eğitimlerin içeriği nedir?
Tedavi için tıp bilgisi şart olduğundan verdiğim eğitimlerde tedavi öğretilmiyor. 500 saatlik fitoterapi temel eğitimini hekimler, eczacılar, diyetisyenler gibi bu iş ile ilgilenenlere veriyorum. Bunlardan uygulama izni olanlar fitoterapiyi mesleki olarak uygulayabilir, izni olmayanlar ise mevcut iş alanlarında kendilerini geliştirip yeni mesleki ufuklar açabilir.
Fitosofia Akademi’de benim şahsen verdiğim diğer eğitim veya kısa atölyelerin yanında, uzaktan veya İzmir – Seferihisar bölgesinden uzmanlar hayatın tüm alanlarına yönelik çalışmalar yapabiliyor. Çalışmaların konusu sanat, ekoloji, tarım, spor veya kişisel gelişim olabiliyor. Her ay ücretsiz sunduğumuz Fitosofia Açık Kapı Günlerine bu bölgedeki yaşamımızda ihtiyaç duyduğumuz konularla ilgili uzmanları davet ediyor, onlardan bilgi alıyoruz. Onlardan öğrendiklerimizi hayatımıza ekleyerek bir çok başka insana da bu bilgileri aktarmış oluyoruz.
Eğitimler, kurslar, atölye ve seminerler yüz yüze olduğu gibi pandemiden bu yana çevrimiçi de yapılıyor; bu sayede tüm dünyadan insanlara ulaşmış oluyoruz.
Kendi yaşam giderlerimi çıkarttıktan sonra çalışmalarımı sosyal sorumluluk adına gerçekleştiriyorum
Fitosofia’yı kâr odaklı bir işletme olarak kurmadınız herhalde…
Fitosofia, faaliyet alanları ve dönüşümlere sunduğu etki sayesinde önce markalaştı, daha sonra 2021 yılında bir şahıs işletmesi olarak kurumsallaştı. Kendi yaşam giderlerimi çıkarttıktan sonra çalışmalarımı sosyal sorumluluk adına gerçekleştiriyorum. Bu sosyal sorumluluklar güncel durumlara göre değişiyor. Örneğin, pandemi döneminde bir çok dostumun desteği ile ücretsiz Fitosofia Sağlıklı Yaşam Rehberini hazırlayabildim. Ücretsiz bilgi paylaşıyor, dergilere makaleler yazıyor ve bazı ücretsiz eğitimler ve insanları birbiriyle tanıştıran kaynaştıran etkinlikler düzenliyorum. Bunlara en bariz örnek Seferihisar merkezindeki mekanımızda ayda bir düzenlenen ‘Fitosofia Açık Kapı Günleri’. Son toplantımızda yüz civarında insan bir araya geldi. Bunları sosyal sorumluluk olarak görüyorum.
Şirket üzerinden kazandıklarımın bir kısmını, sosyal sorumluluk algısının daha yaygın ve daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için kullanacağım. Örneğin, çeşitli eğitimler için özellikle kırsal bölgelerdeki kadın gruplarından veya kadın kooperatiflerinden davetler alıyorum. Ancak davet eden kuruluşların maddi kaynağı olmadığı için yol ve konaklama ücretlerimi karşılayamıyorlar. Bu tür durumlarda da kazancıma göre destek olmaya; harcamalarımı kendim karşılayıp ilgili davetleri kabul etmeye çalışıyorum. Biraz yavaş oluyor ama oluyor.
2020 yılının sonunda YerSu – Bütünsel Sağlıklı Yaşam Derneği’ni kurduk
Fitosofia Sağlıklı Yaşam Rehberi nasıl ortaya çıktı?
2020’de pandemi başladığında sağlıklı yaşam danışmanı olarak ‘koronaya karşı ne yapmalıyız’ sorusu ile karşılaşmaya başladım. Gelen soru sayısı çok arttığında yanıt veremez oldum. Bu durumda 2016 yılında İstanbul’da, MEB onaylı 480 saatlik, “Sağlıklı Yaşam Kursunda” anlattıklarımı, notlarımı toparlayıp bir dokümana dönüştürdük. Fotoğraflarla birlikte 75 sayfayı bulan bu kaynağı 2020 Nisan sonu gibi yayınladık. Rehber, daha çok koronadan korunmaya yönelikti ama bağışıklığı güçlendirmeye odaklanıyordu; tabii yine bütüncül bakış açısı vardı. Sağlıklı yaşamak için insanlar sadece sentetik ilaçtan uzak durarak yaşamamalı. Mümkün ise hastalanmamayı öğrenmeliler. Hastalık hali normal hal değil. Norm, sağlıklı olma hali olmalı.
Bu rehberdeki bilgiyi ve felsefeyi genişletip daha geniş kitlelere taşıyabilmek veya projeler hayata geçirerek her yaş grubuna aktarabilmek amacıyla 2020 yılının sonunda YerSu – Bütünsel Sağlıklı Yaşam Derneği’ni kurduk. Derneğimiz öncelikli olarak çocuklara yönelik çalışmalar yapmakta ve ilk proje başvurusunu önümüzdeki günlerde tamamlamış olacak. Bu konuda Yersu Derneği olarak farkındalık çalışmalarına ne kadar erken yaşta başlarsak, o kadar hızlı ve etkili sonuçlar alınacağını düşünüyoruz.
Fitosofia, ‘bitki bilgeliği’ anlamına geliyor
Bu arada neden firmanızın ismi olarak Fitosofia’yı seçtiğinizi merak ettim.
Fitosofia, ‘bitki bilgeliği’ anlamına geliyor. Bence istediğimiz kadar teknoloji geliştirelim bitkilerin bildiklerini biz insanlar hiçbir zaman tam anlamıyla öğrenemeyeceğiz. Ama onların bize verdikleri ipuçlarından faydalanarak bitkilerin gizleri konusunda fikir yürütebiliriz. Şunu vurgulamak istiyorum: Bitkiler yaşamlarını devam ettirebilmek için bir bilgeliğe sahipler. Bu bilgelik tek bir tohumun yaşam sürecinde, yani tek bir bitki döngüsünde oluşmadı, her döngüde kendini geliştirip şekillendirmekte. Bunu daha kolay anlayabilmek için bilgisayar program yazılımının zamanla geliştirilerek güncellenmesine benzetebiliriz. Bir bitki cinsinin, türünün veya alt türünün bilgileri bir tohumun içerisinde sıkıştırılarak depolanır ve kendinden sonraki nesle aktarılır. Böyle bir yücelik. Aslında bu durumu tanımlamaya yücelik sözcüğü az bile geliyor. Koşullar uygun olduğu sürece bitki bunu her yıl tekrarlıyor, hatta değişen iklim ve diğer komplike koşullara uyarlıyor. Onun için bitkilere saygı duymaktan ve onlara olan hayranlığımdan önlerinde eğilmekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Doğadaki bitkilerin varlığından haberdar olundu, doğal bitki zenginliklerimizin olduğu fark edildi
Türkiye’de, tıbbi ve aromatik bitkiler, sizin tercih ettiğiniz ifade ile, insan sağlığına iyi gelen bitkiler, alanında yeni yeni bir farkındalık oluşuyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
2006 ile 2022 yılını karşılaştıracağım. 2006 yılında Rize’ye, Kars’a, Artvin’e gittiğimde; ‘dağda hangi bitki insan sağlığına faydalıdır, göster ve öğret’ dediklerinde, ‘bu bitkiler doğadan toplandığında devamlılıkları tehlikeye düşecek, dikkat edelim’ diyordum. Beni davet eden insanlar da bunun karşısında ‘çok haklısın ama biz o noktada değiliz, biz daha bitkileri bile tanımıyoruz’ demişlerdi. Geçen süreçte verdiğim eğitim sonucunda kadınlar bitkileri tanıyorlar artık. Kendi ilaçlarını yapabiliyorlar. Bu sevindirici bir durum elbet.
2006’dan 2022 sonuna kadar olan süreçte o kadar çok insan bu konuyu konuşur oldu ki… Bilinçsiz ilaç kullanmamanın yanı sıra tıbbi bitkiler konusunda da bir farkındalık oluştu. Örneğin her bitki çayı kaynatılır ve içilir düşüncesi değişti. Geleneksel alışkanlıklar revize edildi. Bilen ve sorgulayan insanlar çoğaldı. Doğadaki bitkilerin varlığından haberdar olundu, doğal bitki zenginliklerimizin olduğu fark edildi. Orman Bakanlığı bile dağlarımızdaki bitkilerin altın değerinde olduğunu söylemeye başladı.
Bu işin Türkiye’de nasıl yapılacağını öğrenmek isteyenlerin davetleri üzerine, Almanya’dan gelip Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konuşmalar yaptım. Bu işin nasıl Almanya’da nasıl yapıldığını anlatıyordum. Örneğin Almanya’da bitkilerin izinsiz toplanması yasaktır. Hiçbir bitki satış amacıyla doğadan toplanamaz. O bölgede yaşayan insanların kendi sağlığı için az miktarlarda toplamasına izin verilir veya göz yumulur diyelim. Menşei doğa olan hiçbir bitki izinsiz satılmaz. Ancak Almanya kendi doğasına sahip çıkarken bu bitkilerin başka ülkelerden getirilip yüksek bir fiyat ile satılmasına izin veriyor. Bu bir çifte standart. Almanya yerkürenin bir olduğunu bilmiyor mu?
Tıbbi Aromatik Bitkiler bölümleri açıldı ama okullu aktarlar yetişmedi
Oluşan farkındalık tıbbi ve aromatik bitkiler alanındaki eğitime yansıdı mı?
Birçok üniversitede önlisans düzeyinde, Tıbbi Aromatik Bitkiler bölümleri açıldı. Türkiye’de, aktarlık sistemini daha iyi bir duruma getirebilmek için okullu aktarların yetiştirilmesi istendi. İyi güzel de bu bölümler bitki yetiştiriciliğine önem vermek amacı ile Ziraat Fakültelerinde açıldı. Sağlık Bilimleri çatısı altında açılanların amacı ise ilaç yapımı ve fitoterapi konusunda eğitim vermek. Ancak bu eğitimi alanların fitoterapiyi hem yasal olarak hem de bilgi olarak uygulama şansları olmadığından dersler amacına ulaşmıyor. Sonuç olarak, üniversiteler bu eğitimleri verdiler ama okullu aktarlar yetişmedi. Çünkü birincisi, aktar olabilmek için bu okullardan mezun olabilmek gerekmiyor. İkinci olarak, bu okulların hepsinde aynı müfredat uygulanıp tıbbi ve aromatik bitkiler ile ilgili bilgiler gerçek anlamda öğretilemiyor. Bunun nedeni de o bölümde hangi öğretim görevlisi veya üyesi var ise eğitimin o doğrultuda verilmesi.
Oluşan farkındalık beraberinde talep artışını getirdi
Tıbbi ve aromatik bitkilerin ekonomik değerinin fark edilmesi ne gibi sonuçlara yol açtı?
Oluşan farkındalık beraberinde talep artışını getirdi. Pazarlarda gözle görülür bir değişiklik var. Eskiden belki bir mercanköşk satışa çıkıyordu. Sarı kantaron yağı ya da sarı kantaronun kendisi, kırmızı kantaron, adaçayları ve diğer birçok bitki bölgesel olarak artık kendi doğasından toplanıp satılır oldu. Televizyonlarda aktarılan bilgilerin yarattığı talebi karşılamak için insanlar bulundukları bölgedeki bitkileri pazara sunmaya başladılar. Aktarlar giderek daha çok tıbbi bitki ile doldu. Ama değerli bitkilerin paraya çevrilebileceğine ilişkin söylemler de tehlikeli bir hal aldı.
Öte yandan ‘şifalı bitkiler’ satılmaya başlandı. Bu arada şunu açıklamak isterim: Biz kullanıyorsak şifalı bitki diyoruz. Aslında bitkilerin hepsi şifalı. Şifalı bitkiler hakkında bizim bilmediğimiz bir şey vardı. Dünya ve Avrupa ilaç piyasaları için Anadolu topraklarında yetişen birçok bitki zaten satışa sunuluyordu. Örneğin İzmir Bozdağ’dan, Sarı Centiyane (ben Türkiye’nin zencefili diyorum ona) adındaki bir bitkiyi köküyle söküp kamyonlar ile yurt dışına götürmüşler. Üstelik bu konuların henüz hiç bilinmediği 1980’li yıllarda…
Diğer üzücü bir gelişme ise tıbbi ve aromatik bitkilerin gelecekte çok para getirecek bir iş sektörü olarak lanse edilmesi
Bunlar yaşanırken kırsalda bu bitkilerin bulunduğu doğaya yakın yerlerde yaşayan insanların yaşamında değişen bir şey oldu mu?
İl ve ilçe tarım müdürlükleri tarafından kırsalda bitkilerin yetiştirilebilirliği vurgulanmaya başlandı. Kalkınma ajansları bu konulara önem vermeye ve hibe programları çıkarmaya başladı. Ancak bu hibe programları kırsaldaki en yoksullara ulaşmadı. Çanakkale, İç Anadolu, Akdeniz olsun, her bölgede belli bir miktar ekonomik gücü olan işverenler oluştu. Bu durumda yerel halk buralarda işçi olarak çalışmaya başladı.
Fethiye’de yaşadığım dönemden hatırlıyorum. Üretici, küçük bahçesine lavanta dikiyor. Ama bu lavantanın nasıl işleneceğine dair bilgisi yok. Teşvik de yok. Lavantanın ürüne dönüşünceye kadar her halkasına teşvik verilmediği için kırsaldaki küçük girişimcilerin %99’u yarı yolda kaldı. Çok büyük üreticiler bütün arazileri kapattılar. Bu insanları kendilerine işçi haline getirdiler. Şirketler ‘ne olacak ki. Büyük balık küçük balığı her zaman yer. Biz en azından yemiyoruz, onlara istihdam yaratıyoruz’ diye açıklama yapıyorlar.
Diğer üzücü bir gelişme ise hem resmî kurumlar hem de iş dünyasında tıbbi ve aromatik bitkilerin tüm dünyada yükte hafif pahada ağır ürünlerle işleyen ve gelecekte çok para getirecek bir iş sektörü olarak lanse edilmesi. Dolayısıyla bakanlık veya onun uzantısı olan il ve ilçe tarım müdürlükleri üzerinden, kırsaldaki tıbbi ve aromatik bitki yetiştirmek isteyenlere neredeyse tüm Türkiye için aynı ekim dikim önerilerinde ve yönlendirmesinde bulunmaları. Bir örnek verecek olursam, lavanta uçucu yağı çok para ediyor diye her bölgeye lavanta ekimi önerildi. Burada iki sorun oluştu. Birincisi, sadece lavanta üretilince ve işlemek için kurutma veya damıtma ünitesi olmazsa lavantalar hasat edilir ve çöpe atılır. Çoğu bölgede bu gerçek yaşandı. Damıtma tesisi ya çok pahalı veya çok uzakta olduğu için küçük üretici ürününü bu noktalara ulaştıramadı, ürünler elinde kaldı. İkinci sorun ise arzın resmî makamlar tarafından talebe göre yönlendirilmemesi. Çok miktarda üretilen lavanta şimdi yüksek kalitede de olsa yine üreticinin elinde kaldı. Çok büyük üreticiler ihracata yöneldi, küçük üreticiler iflas etti.
Bölge bölge kooperatifleşip ürünlere tescil almak, ürünlerin değerlerini artırmak gerekiyor
Bu alanda çalışan, küçük üreticinin şirketler karşısında ayakta durabilmesini sağlayacak kooperatifler yok mu?
Son altı-yedi yıldır azar azar da olsa, kooperatifleşmeler ile kırsaldaki insanlar proje desteklerinden yararlanmaya başladılar. Eski köye yeni adet getirmek istemiyorum. Bilinen bir gerçek var ki örgütlü hareket edildiğinde, güçler birleştiğinde daha başarılı olunur. Bu her alanda böyledir. Bu yüzden kooperatifleşme çok önemli.
An itibarıyla tıbbi bitkileri de faaliyet alanına dahil eden en az 10 kooperatiften haberim var. Fakat onların da kooperatifleşme sürecinde üretimden pazarlamaya kadar bilgi desteklerine ihtiyaçları var. Ne yapacaklarını bilmeleri gerekiyor. Ben kendi adıma bu tür üreticilerden küçük küçük alımlar yapıyorum. Tabii ki bu yeterli değil. Bölge bölge kooperatifleşip ürünlere tescil almak, ürünlerin değerlerini artırmak gerekiyor. Kooperatiflerin kendi içlerindeki ve birbirleri arasındaki iletişimleri de iyi olmalı.
Çoğu kooperatif kuruluş aşamasından bir adım öteye geçemiyor. Birlikte hareket etme ve birlikte yol alma eğitimleri verilmeli. Herkesin kendi alışkanlıkları var. Herkes bir birey; yapıları farklı, karakterleri farklı… Birlikte hareket edemiyorlar. Kadınların liderliğinde kurulan kooperatiflerde en büyük problem kendi aralarında anlaşamadıkları için yol alamamaları. Çalışkanlık eksikliği yok. Canla başla çalışıyorlar. Ama birlikte hareket etme kültürü yok.
Tıbbi bitki yetiştiriciliği konusunda deneyim eksikliği var
Bunun dışında dikkatimi çeken bir konu, hiç çiftçilik yapmamış insanların bu kooperatiflerde bulunması. Üretimi bilmeyen bir insan böyle bir kooperatifte muhasebe veya mevcut ise teknik işlere bakacak bir pozisyonda çalışabilir. Fakat tıbbi bitki yetiştiricisi olmak için belli bir tecrübeye ihtiyacınız var. Tıbbi bitkiler doğadan toplanır diye bir algı olduğu için tıbbi bitki yetiştiriciliği konusunda deneyim eksikliği var. En büyük eksikliğimiz bu.
Birkaç olumlu örnek bulduğumuzda onu öne çıkararak birbirimizi motive etmeye çalışırsak çok iyi olur
Gelecek için umutlu musunuz?
Olumlu bakarsak kendimizi de motive etmiş oluruz. Fırsatlar kaçmasın diye çaba gösterelim. Birkaç olumlu örnek bulduğumuzda onu öne çıkararak birbirimizi motive etmeye çalışırsak çok iyi olur. Olumlu örnek olsun diye, bazen tek bir kadın üreticiyi bile öne çıkarma taraftarıyım. Çünkü olumsuz örneğimiz çok. Lavanta meselesine bakacak olursak her taraf lavanta doldu. Arz ve talebe göre bakmak lazım. Talebin üzerinde bir lavanta arzı olursa, doğal olarak satış sorunu başlar, fiyat düşer.
Tıbbi bitki yetiştiriciliğine sadece ticari bakmamak gerekiyor
Her bitkiye ihtiyaç var. Ama tek bir tanesinden tonlarcasına değil. Karar vericilerin buna dikkat etmesi lazım. Almanya’da çalıştığım eczanede 600 tıbbi bitkiden aynı anda bulabiliyordum. Türkiye’de bu sayı 50’yi bile bulmuyor. Bu çok üzücü bir durum. Bu konuda planlama gerekiyor. Tıbbi bitki yetiştiriciliğine sadece ticari bakmamak gerekiyor. Bir ülkede halk sağlığı için ne kadar tıbbi bitki gerekiyor ise ona paralel tıbbi bitki üretimi yapılması gerekir. Bizde bu sektör maalesef sadece dış ticarete odaklı ve ülke içinde fitoterapi uygulamaları için gerekli tıbbi bitkilerin yetiştirilmesi dikkate alınmıyor. Bu nedenle de Türkiye’de fitoterapi uygulamalarının tam anlamıyla yapılması bu gidişle zor olacak gibi duruyor.
Gelecekte daha geniş mekânlara ihtiyacımız olacak
Gelecek planlarınız arasında neler var?
Araştırma yapmayı ve eğitim vermeyi birlikte yürütmeye çalışıyorum. Tabii hepsi zaman alıyor. Seferihisar’daki gönüllülerin de desteği ile Açık Kapı Günlerimize ciddi katılımlar oluyor, gelecekte daha geniş mekânlara ihtiyacımız olacak…
Daha çok para kazanıp kırsaldaki kadınlara eğitim verebilmek için Fitosofia ürün yelpazesini genişletmek, eğitim alanlara iş alanları sunmak ve kırsalda yetiştirilen tıbbi bitkileri fitoterapi uygulamalarına hazır halde tüm fitoterapi uzmanlarına sunabilmek de isterim.
Bir diğer hayalim de halk sağlığını daha geniş kitleye ulaştırabilmek için derneğimize bolca maddi destek bulmak. Fitosofia Akademinin eğitimlerini daha geniş kitleye sunabilmesi için geniş arazili bir alana taşınıp tüm uygulamaları ve üretimi bir merkezde yapabilmek…. Bu alanda derneğimize de uygulama alanları oluşturmak… Eğitime gelenler de gidip aldıkları eğitimleri kendi bölgelerinde hayata geçirirlerse, bitkilerin bilgeliğini daha geniş alanlara yaymış oluruz…
Ayrıca Fitosofia Sağlıklı Yaşam Rehberini daha da geliştirerek kitaba dönüştürmeyi düşünüyorum. Bu bir zaman meselesi, elbette. Kırsalda araştırma yapmak hoşuma gidiyor. Hâlâ enerjim yüksek iken dağlarda bitkileri araştırmak istiyorum. Bu nedenle kitap projelerimi yaşlılık dönemlerime saklıyorum.
Harika bir söyleşi olmuş. Çok ilginç bir konu. Aylin Hocayı tebrik ediyorum. Bu konunun kooperatifler açısından da önemi var, kırsalda alternatif çalışma alanları ve istihdam yaratmak açısından. Şaduman Karaca Hanımefendiyi de kutluyorum.
Hüseyin Polat