İş Tanrıları Buyurdu: Vuca Dünyasında Prekaryanın Hikayesi kitabının ortak yazarı Dilek Yurdabak, prekaryanın Aydınlanma’nın temel ilkelerini modern çağa taşıyacak devrimci bir potansiyel barındırdığını söylüyor. İnsanlık için umutlu bir gelecek sandığınız kadar ulaşılmaz olmayabilir.
Prekarya, Sistem Düşüncesi ve Sürdürülebilir Bir Gelecek
Biz, modern çağın bireyleri, tarihin bize bıraktığı en değerli mirasın, yani aydınlanma değerlerinin mirasçılarıyız. Bu değerler, sadece geçmişin bir yankısı değil, aynı zamanda geleceğin de kılavuzudur. Bugün, insanı ve doğayı atıklaştırmanın, bilgi kirliliğinin, hoşgörüsüzlüğün ve ayrışmanın gölgesinde, bu değerleri yeniden keşfetmemiz ve yaşamımızın temeline yerleştirmemiz gereklidir.
Modern dünyamız, giderek artan bir belirsizlik, karmaşıklık ve muğlaklık (VUCA) durumuyla tanımlanıyor. Neoliberalizmin şekillendirdiği bu ortam, yeni bir sosyal sınıfın, yani “prekarya”nın doğuşuna yol açtı. Prekarya güvencesiz anlamına gelen precarious ile proletarya sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuş ve kapitalizmin mutasyonu ile ilk olarak 1980’lerde kullanılmış bir terimdir. Kaynakların sınırsızca tüketilmesine dayalı bir ekonomik modelin sonucu olarak ortaya çıkan prekarya, sürdürülemezlik krizinin hem semptomu hem de çözüm umududur.
Prekarya, geleneksel işçi sınıfı gibi örgütlü ve homojen bir yapıya sahip değildir. Gençlerden göçmenlere, serbest çalışanlardan yarı zamanlı işçilere, kariyer ilerlemesi vaat etmeyen beyaz yakalılara, emeklilere ve işsizlere, hatta kendi emeğini sömüren girişimcilere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Bu grup, düşük ücretler, iş güvencesizliği ve sosyal haklardan yoksunluk gibi ortak özelliklerle tanımlanır. Yaşadıkları ekonomik zorluklar, aynı zamanda tükenmişliğe, yaratıcılığın azalmasına ve sosyal hayattan kopuşa neden olan derin psikolojik ve sosyal sonuçlar doğurur. Prekarya, tıpkı bir ip cambazı gibi, her an düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir varoluş biçimini sürdürmek zorundadır. Bu durum, insanlık için ya bu güvencesiz ve belirsiz hayata devam etmek ya da kolektif bir bilinçle yeni bir yol inşa etmek gibi kritik bir yol ayrımı sunar.
Ancak prekarya, içinde bulunduğu zorlu koşullara rağmen umutsuzluğa kapılmamalıdır; çünkü o Aydınlanma’nın temel ilkelerini modern çağa taşıyacak devrimci bir potansiyel barındırır. Bu potansiyel, dört ana başlık altında incelenebilir:
1. Akılcılık ve Sistem Düşüncesi: Sorgulayan Zihnin Uyanışı
Aydınlanma’nın en temel değeri olan akıl, prekaryanın mücadelesinin de merkezindedir. Prekarya, neoliberal sistemin dayattığı sınırsız büyüme ve kâr ideolojisinin kendilerini nasıl güvencesiz ve kitlesel ama paradoksal olarak marjinal bir konuma ittiğini sorgulama yeteneğine sahiptir. Geleneksel dogmaları ve yerleşik ekonomik normları eleştirel bir gözle analiz etme becerisi, prekaryayı pasif bir kurban olmaktan çıkarıp, kendi geleceğini inşa etme gücüne sahip bir aktöre dönüştürür.
Albert Einstein’ın dediği gibi, “Sorunlarımızı yarattığımız düşünme seviyesiyle çözemeyiz”. Bu nedenle, yüzeysel ve indirgemeci bir dünya görüşüne karşı her şeyin daha büyük bir bütünün parçası olduğunu savunan bütüncül bir yaklaşıma geçmek, kopuk silo bilgiyi büyük resim ile ilişkilendirmek, yeni bir düşünce çerçevesi ile özlenen geleceğin önündeki engelleri görmek hayati önem taşır.
2. Özgürlük ve Yeşil Dirençlilik: Güvenceden Öte Esenlik Arayışı
Aydınlanma, bireysel özgürlükleri ve doğal hakları kutsal kabul etmiştir. Günümüzde prekarya, bu özgürlüklerin en temel formu olan iş ve yaşam güvencesi mücadelesini vermektedir. Ancak bu mücadele, sadece ekonomik güvence talebiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda, iş hayatında zihinsel ve fiziksel esenliğin, birer temel hak olarak tanınmasını talep eder. Bu, döngüsel bir ekonomiyi gerçekleştirmek ve insan ihtiyaçlarını karşılarken yaşamı destekleyen sistemlere zarar vermeden çözümler yaratmak için gereken yeniliklerin geliştirilmesiyle bağlantılıdır. Prekaryanın devrimci potansiyeli, bireysel hakların kapsamını genişleterek esenlik ve sürdürülebilirliğe yönelik yeni bir özgürlük idealini ortaya koyar.
3. İlerleme: Lineerden Döngüsele Dönüşüm
Aydınlanma, insanlığın bilim ve akıl yoluyla sürekli olarak daha iyiye doğru ilerleyebileceği inancına dayanır. Prekarya, mevcut ekonomik modelin sürdürülemezliğini en ağır şekilde deneyimleyen sınıf olarak, bu ilerleme idealine yeni bir yön verir. Onların mücadelesi, sadece kişisel refahı değil, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmayı, toplumsal adaleti ve ekolojik dengeyi de kapsar. Bu, ekonomik faaliyetlerin doğal sistemlere zarar verdiği mevcut lineer sistemin aksine, döngüsel bir ekonomiye doğru bir dönüşümü gerektirir. Prekaryanın devrimci potansiyeli, büyümenin sadece finansal kâra değil, aynı zamanda insanlara, gezegene ve kolektif bir amaca hizmet etmesi gerektiği inancında yatar.
4. Hoşgörü ve Kolektif Bilinç: 100 Maymun Deneyi
Aydınlanma, dini ve düşünsel farklılıklara karşı hoşgörüyü savunmuştur. Prekarya, çeşitli yoksunluk düzeylerinde ve kültürde bölünmüş bir grup olmasına rağmen, ortak güvencesizlik deneyimi etrafında birleşerek yeni bir kolektif bilinç inşa etme potansiyeline sahiptir. Bu durum, “ötekileştirme” yerine “kucaklama”yı temel alan yeni bir hoşgörü modelini yaratır.
“100 Maymun Deneyi” metaforunda olduğu gibi, bir fikir veya davranış yeterli sayıda prekarya birey tarafından benimsendiğinde, toplumsal değişim hızla yayılabilir. Prekaryanın devrimci potansiyeli, bireysel mücadeleden kolektif dayanışmaya geçişle, Aydınlanma’nın hoşgörü idealini kapsayıcı bir toplumsal eyleme, hatta küresel bir halk hareketine dönüştürebilir.
Sonuç
Prekaryanın devrimci potansiyeli, Aydınlanma’nın temel değerlerini modern çağın zorluklarıyla yeniden harmanlar. Bu sınıf, yalnızca bir işçi sınıfı mücadelesinin parçası değil, aynı zamanda etik, sosyal ve ekolojik bir dönüşümü de içeren bir yürüyüşün öncüsüdür. Akılcılık, özgürlük, ilerleme ve hoşgörü, prekaryanın mevcut sistemi sorgulamasını, daha adil bir dünya talep etmesini ve insanlık için sürdürülebilir bir medeniyet inşa etmesini sağlayacak temel ilkelerdir.
Prekarya, içinde bulunduğu zorlu koşullara rağmen umutsuzluğa kapılmamalıdır. Aksine, bu sınıfın yaşadığı güvencesizlik, onları statükoyu sorgulamaya, yaratıcı ve sürdürülebilir çözümler bulmaya ve kolektif bir bilince ulaşmaya itecektir. Prekaryanın devrimci potansiyeli, bir zamanlar güçlü olan örgütlü işçi hareketinin mirasını reddetmek yerine, bu mirası yeni çağın koşullarına göre yeniden yorumlamasında yatar. Unuttuklarımızı hatırlamalı, yeniden kalibre olmalıyız. Bu, yalnızca ekonomik ve sosyal bir devrim değil, aynı zamanda etik değerleri ve idealizmi yeniden canlandırarak, insanlık için sürdürülebilir bir medeniyet inşa etme hareketidir.
Not: Öne çıkan görsel, Fiona Watson’dan “The Wishing Tree” (2023)