Endüstriyel sistem ve piyasa işleyişinden doğan sorunlar yanında madencilik şirketlerinin agresif yatırımları, inşaat ve enerji sektörlerindeki yatırımların tarım alanları üzerinde yarattığı baskılar, salgın, deprem, küresel ısınmaya bağlı kuraklık gibi çok yönlü tehditler gıda sistemleri üzerindeki riskleri arttırmaya devam ediyor.[i] Sistemin farklı segmentlerinde ortaya çıkan eş zamanlı, birbiriyle etkileşerek artan risk ve tehditler çoklu krizler kavramıyla ifade ediliyor.

Çoklu krizlerin derinleşip yaygınlaştığı bu dönem kendisini yeni teorik, politik yaklaşımlar ve yeni kamusal düzenleme araçlarına yönelik artan ihtiyaçla gösteriyor. Çoklu krizlerin beraberinde getirdiği sistemik dönüşüm ve restorasyon arayışları en belirgin olarak agroekoloji, gıda egemenliği, sosyal ve dayanışma ekonomisi, yeşil dönüşüm, küçülme, sürdürülebilirlik ve dirençlilik gibi kavramlar etrafında yürütülen yeni tartışma ve deneyimlerde kendisini gösteriyor. Yine 1950’ler sonrası oldukça popüler olan kırsal kalkınmacı yaklaşımların sürdürülebilirlik, dirençlilik ve kapsayıcılık gibi ilkeler etrafında yeniden canlandırıldığını görüyoruz.

Çoklu krizlerin beraberinde getirdiği dönüşüm zorunluluğu örgütlenme, müdahale, düzenleme arayışlarını gündeme getirirken bu alanda hatırı sayılır bir literatürün de oluşmaya başladığını, daha şimdiden çeşitli teorik, politik tartışmaları ve saha örneklerini içeren çok sayıda kitap, makale yayımlandığı görülüyor.

Krizlerin gündeme getirdiği yeni teorik ve politik arayışlara, endüstriyel gıda sistemine yöneltilen yaygın eleştirilere rağmen; tarım-gıda şirketleri, market zincirleri ve piyasa aklı hegemonik konumunu koruyor. Gereffi (2019) gibi küresel değer zincirleri teorisyenleri, gıda sisteminin dönüştürülmesinde küresel şirketlerin yapısal gücünü aşmanın zorluklarına dikkat çekerken, yeni örnekler genellikle “niş” çözümler olarak değerlendirilmektedir.

Dönüşüm ihtiyacının toplumsal hareketlerden uluslararası örgütlere kadar geniş bir kesimde hissedildiği bu dönemde hâkim yapının yerine neyin, nasıl konulacağı konusunda belirsizlik devam ediyor. Otoriterleşen siyasal rejimlerin sağladığı güvencelerle, zincir marketler ve tarım şirketleri gıda sistemleri üzerindeki hegemonyalarını sürdürmektedir. Trump yönetimindeki ABD’nin BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini resmen reddetmesi ve hatta kınaması da yine piyasalaşma ve otoriterleşmenin önümüzdeki dönemde birbirini güçlendirerek hız kazanacağını gösteriyor.

Dünyada ve Türkiye’de sistemi yaşanabilir kılmaya yönelik deneyimler, tartışmalar ve politikalar çoğalıyor ancak eşitlikçi ve doğa dostu gıda sistemlerine geçişte tünelin ucundaki ışığı gördüğümüzü söylemek güç. Bu süreç, yıllara yayılan bir tartışma, öğrenme ve örgütlenme birikimini gerektiriyor.

Bu yazı, gıda sistemlerindeki dönüşüm tartışmalarına katkı sunmak amacıyla, gözden kaçtığını düşündüğüm bazı yapısal çelişkilere odaklanıyor: Kamusal politika üretiminde yaşanan çöküş, piyasa mekanizmasının hegemonik niteliği, ölçek tartışmaları, gıda sistemlerinde belediye ve kooperatiflere yüklenen yeni roller üzerinde durmak istediğim temel noktalar…

Kamusal Çöküş, Piyasa Hegemonyası ve Hibrit Yapılar

Çoklu krizler kavramı çoğunlukla gıda, ekoloji, kent ve ekonomik alanında yaygın olarak kullanılsa da politika, planlama ve kurumsallık bakımından kamusallığın çözülmesi bu sürecin temel boyutlarından birini oluşturuyor.

Bilindiği gibi ulusal kalkınmacı dönemde tarım-gıda sistemlerine dair kamucu, düzenleyici politikalar büyük ölçüde merkezi devlete bağlı tarım kooperatifleri ve işletmeler vasıtasıyla yürütülüyordu. Bu yıllarda devlete bağlı kooperatifler, toplumsal hareketler ve toplumcu belediyecilik pratikleri içinden gelişen kooperatifler yine ağırlıklı olarak küçük aile üreticilerini tüccar, tefeci sermaye kesimi karşısında koruma, güçlendirme, örgütleme ve kentteki emekçi sınıfların ucuz gıdaya erişimini tesisi hedefleri çerçevesinde biçimleniyordu.

Otoriter neoliberalizmin yükselişe geçtiği son 20 yıllık döneme genel olarak bakıldığında ise toplumsal örgütlenme, kültür, merkezi devlet pratikleri bakımından kamuculuğun çöküşünün giderek derinleştiği bir dönemden geçiliyor. 21. yüzyılın çoklu krizlerini öncekilerden farklılaştıran önemli noktalardan birisi tam da burada yatıyor. İçinden geçtiğimiz süreçte gıda, ekoloji, kentleşme ve ekonomik alanında yaşanan sistemik kriz ve şoklar, kamuyu bir arada tutan değerler, anlamlar ve kurumlarda çöküş ve gerilemeyle birlikte yaşanıyor.

Bu çağın insanı kamusal güvenceler bakımından büyük bir çöküşün içinde yaşadığını görmekte ancak bu çöküş karşısında tutunacak değerler, semboller, anlamlar ve toplumsal birlik duygusuna erişim bakımından büyük bir yetersizlik ve yalnızlık duygusu içinde yaşamaktadır. Dolayısıyla kriz; orada, kentin çevresindeki tarım arazilerinde, ekolojik süreçler ve borçlanma döngülerinde değil çöküş içindeki kamusal güvencenin odağındaki bireyin iç dünyasında başlamaktadır. 21. yüzyılda kalpsiz dünyada atan o tek yürek de kitlelerin yardımına koşamamakta, piyasalaşma ve metalaşma süreci bütün anlamların, sembollerin, değerlerin içini boşaltan bir virüs gibi toplumsal, bireysel bedene yayılmaktadır.

Restorasyon ve dönüşüm arayışlarının önündeki en kritik düğüm burada belirginleşiyor: Kamusallığın çöküşü, yeni sosyal politika girişimlerini zorunlu kılarken; aynı zamanda bu girişimlerin piyasa ile eklemlenmesini de kaçınılmaz hale getiriyor. Sosyal ekonomi web sitesinde yayımlanan önceki yazımda Türkiye’de yeni dayanışmacı ağ ve örgütlenmeler ve kooperatif tipi işletmelere yönelik ilginin yükselişe geçtiğini ancak bu yükselişin çeşitli siyasal, kurumsal ayrışmalar içinde geliştiği üzerinde durmuştuk. Kadın üreticiler, çiftçiler, kentteki orta sınıflar içinde karşılık bulan yeni dayanışmacı örgütlenmeler çoğu zaman ifadesini kooperatifler, gıda inisiyatifleri, dayanışma ağları, dernekler gibi örgütlenmeler içinde buluyor. Son yıllarda Türkiye’de birçok belediyenin tarım ve gıda alanında politika üretmeye yöneldiği görülürken, özellikle CHP’li belediyeler Toplumcu Belediyecilik yaklaşımı çerçevesinde bu uygulamaları daha sistematik ve yaygın bir biçimde hayata geçiriyor.

İyi örneklere rağmen belediyelerde ve kooperatiflerde gıda, ekoloji, kadın istihdamı, mülteci uyumu gibi pek çok alana ilişkin kamucu politikalar üretme çabası, piyasayla eklemlenme pratikleriyle iç içe geçmektedir. Bu çerçevede belediyelerin sosyal politikalarının çoğu zaman sistemin dışladığı kesimlerce üretilen ürünlerin piyasayla buluşturulması, ürünlerin markalaştırılarak kentsel tüketiciye ulaştırılması, girişimciliğin yaygınlaştırılması gibi pratiklerle iç içe geçtiği görülüyor. Özellikle belediyelerin destekleme politikalarında doğrudan girdi ve ürün alımı destekleri yoluyla piyasa baskısı altında üretimi sürdüren çiftçilerin güçlendirilmesi önemli yer tutuyor. Son dönemde kurulan çok sayıda kooperatif uygulamasında da benzer bir yaklaşımı görüyoruz. Kadınların ev içi emeğiyle üretilen ürünler, yerel tohumlar ve geleneksel üretim yöntemleriyle elde edile ürünler gıda piyasasına yeni niş ürünlerle girme fırsatı olarak değerlendiriliyor.

Sözkonusu örneklerde çoğu zaman sürdürülebilirlik, kapsayıcılık, güçlendirme temelinde yürütülen sosyal politikalarla piyasa işleyişine içkin değer ve amaçlar iç içe geçmektedir. Gıda sistemlerini iyileştirme ve düzenlemeye yönelik çabalarla ortaya çıkan en temel çelişkilerden birisi tam da burada ortaya çıkıyor. Doğayla dost üretim, dezavantajlı grupların desteklenmesi, iklim değişikliğine uyumlu üretim, tedarik, lojistik sistemleri gibi sürdürülebilirlik temelli sosyal politikaların vardığı nokta piyasayla yeni bir buluşma ve nikâh tazelemeyle sonuçlanıyor. Bu da kapsayıcılık vaat eden sosyal politikaların piyasa mantığından tam anlamıyla özerkleşemediğini diğer bir değişle kamusallığın başarı ölçütünün de yine piyasa başarısına göre belirlendiğini gösteriyor. Dolayısıyla yeni sosyal politika uygulamaları piyasa hegemonyasından bağımsız kamucu politikaların başarı ölçütü ve koşullarına ilişkin önemli sorgulamaları da beraberinde getiriyor.

Ölçek Sorunu ve Yerelleşme

21. yüzyılın büyüme, kalkınma ve devrimci dönüşüm pratiklerinde ulusal ölçek belirgin bir biçimde ön plandaydı. 21. yüzyıla gelindiğinde ise özellikle tarım-gıda sistemlerinde alternatif modellerin geliştirilmesi bakımından kamusal düzenlemenin giderek kent ölçeğine kaydığı görülüyor. Bu yönelim, kentsel gelişme dinamiklerinin doğal, çevresel ve kırsal alanları da içine alacak biçimde genişlemesiyle paralel ilerliyor. Nitekim literatürde kır-kent karşıtlığının aşındığı ve bu iki mekânsal alan arasındaki sınırların giderek belirsizleştiğine dair değerlendirmeler (Tekeli, 2016) bu dönüşümü destekler niteliktedir. Merkezi devletlerin küresel sermaye ve endüstriyel sistemin ihtiyaç ve beklentileri dışında hareket etme kapasitesi zayıflarken iyileştirici tarım, gıda politikaları ve planlama süreçleri bakımından kent ölçeği giderek öne çıkıyor.

Kentsel ölçeğin ön plana çıkması yanında Türkiye’de 2004 ve 2012’de yapılan yeni yasal düzenlemeler, özellikle belediyeleri yerel gıda sistemlerinin temel aktörlerinden biri haline getiriyor. Bu bağlamda İzmir Modeli’yle başlayan ve daha sonra diğer kentlere yayılan belediye–kooperatif işbirlikleri ile dayanışma ağlarından doğan yerel gıda girişimleri, hâkim sisteme karşı kısmi direnç alanları yaratabilmektedir. Kent, kent çevresi ve kırsal/tarımsal alanları birlikte içeren bu modeller, yerelin üretim potansiyellerini güçlendirme, küçük çiftçiler ve kadın üreticileri destekleme, kentin sağlıklı gıdaya erişiminin düzenlenmesi bakımından çeşitli olanaklar sağlamaktadır.

Bununla birlikte belediye ve kooperatif örgütlenmelerinin yerel ölçeğe odaklanması akla bazı soruları da getirmektedir.  Kurumsal mimarisi ve işleyiş mantığı küreselden yerele uzanan çok katmanlı ölçeklerde faaliyet gösteren hâkim tarım-gıda sistemi karşısında alternatif politika girişimlerinin büyük ölçüde yerel ölçeğe sıkışması, bu çabaların gerçek bir dönüşüm kapasitesi üretip üretemeyeceği sorusunu kaçınılmaz kılıyor. Yerel düzeyin yenilikçi ve dayanışmacı pratikler geliştirme potansiyeli bulunsa da, bu modellerin sistemin bütününe nüfuz edebilme gücü ve etkilerinin sürdürülebilirliği açısından belirgin sınırlılıklar taşıdığı giderek daha görünür hale geliyor.

“Yerel tuzak” literatüründe üzerinde durulduğu gibi  (Purcell & Brown, 2005) güç ilişkileri, siyasal farklılıklar, sınıfsal ayrışmalar ve kaynak bağımlılıkları yerelde güçlü politikaların önünü kesebiliyor. Yerelin yenilikçi ve dayanışmacı potansiyeli bulunsa da, bu modeller çoğu zaman sistemin genel mantığını dönüştürmek yerine yalnızca geçici ve kırılgan “ara alanlar” yaratıyor.

Çoklu Politikalar ve Yeni Nesil Kooperatifler

Kooperatifler çoğu zaman kamu ile özel sektör yanında toplumsal sorunlara çözüm getiren üçüncü sektöre ait dayanışma örgütleri olarak ele alınmıştır. Ancak günümüzde merkezi devletin kamusal rollerinden sıyrılıp düzenleyici bir piyasa aktörü haline geldiği, piyasa ilişkileri ve metalaşmanın toplum ve bürokrasinin bütün katmanlarını ele geçirdiği koşullarda kooperatifçilik politikalarını kamuyla özel sektör arasındaki üçüncü bir yerde konumlandırmak giderek zorlaşıyor.

İçinden geçtiğimiz dönemde kooperatifler; küçük üretici desteklemeleri yanında sağlıklı gıdaya erişim, toplumsal cinsiyet eşitliği, agroekolojik üretime geçiş, mülteci istihdamı ve sosyal uyumunu güçlendirme gibi oldukça farklı alan ve politikalarda piyasa dışı çözümler üretmeye çalışıyor. Diğer bir değişle yeni nesil kooperatifçiliğin üzerindeki yüklerin oldukça ağırlaştığını, kamu adına düzenleyicilik rollerini tek başına yerine getirmeye çalıştığını görmekteyiz.

Bu gelişmeler bize kooperatiflerin fiilen “kamusal boşluğu dolduran” yapılar olarak görüldüğünü gösteriyor. Ancak yeni nesil kooperatiflere atfedilen bu pozisyonlar kendi içinde bazı çelişkileri barındırıyor. Bu yapılar bir yandan krizlerin beraberinde getirdiği risk ve belirsizlikler karşısında toplumsal direnci, dayanışmayı, özyönetimi artırıyor. Öte yandan devlete ait sorumlulukların taşeronlaştırıldığı ya da sivil alana devredildiği bir neoliberal stratejinin parçasına dönüşme riski de taşıyor. Merkezi devlet eksenli kamusal politika çöktükçe, yerel aktörler, belediyeler ve kooperatiflerin politika üretim sorumluluğu artıyor. Bu da piyasa baskısı altında varlığını sürdürmeye çalışan kooperatifler üzerinde kurumsal sürdürülebilirlik ve finansal kapasite açısından büyük baskı yaratıyor.

Sonuç: Çok Ölçekli Krizler Karşısında Kamusallığın Yeniden İnşası

Sonuç olarak, çoklu krizler çağında tarım-gıda sistemlerine yönelik dönüşüm arayışları önemli, yaratıcı ve umut verici örnekler sunsa da, piyasa mantığının hegemonik konumu, çok ölçekli yönetişim yapısı ve yerel-küresel güç asimetrileri bu çabaların yapısal etkisini sınırlıyor. Yerelde ortaya çıkan yenilikçi modeller, dayanışmayı büyütse de, sistemin genel mantığını dönüştürmek yerine çoğu zaman onun içinde geçici direnç alanları açıyor.

Bu nedenle tartışılması gereken temel mesele, alternatif modellerin sayısının artması değil; bu modellerin piyasayla kurduğu zorunlu eklemlenme biçimleri ve kamusal kapasiteyi yeniden inşa etme potansiyelleridir. Köne ve Bengi’nin (2025) ifade ettiği gibi, mikro ölçekli ütopyalar ancak birbirine bağlandığında ve kolektif bir kamusal yönelimle bütünleştiğinde gerçek bir karşı-hegemonik güce dönüşebilir.

Gıda sistemlerindeki dönüşüm tartışmalarının geleceğini belirleyecek olan nokta tam da burada düğümleniyor: Yerelden yükselen pratiklerin nasıl bir kamusal siyasete eklemleneceği ve çok ölçekli sistem içinde hangi yönlerde gelişeceği, bu yeni kamusallıkların yerel direnç alanlarını birbirine bağlayarak bütünlüklü ve kolektif bir dönüşüm hattına nasıl evrileceği soruları giderek daha önemli hale getiriyor.

Kaynaklar

Gereffi, G. (2019). Global value chains and development: Redefining the contours of 21st century capitalism. Cambridge University Press.

Köne, A.Ç. ve Bengi, Ş. (2025) Dünyanın SDE Buluşması: Bordeaux GSEF 2025 Notları, https://sosyalekonomi.org/dunyanin-sde-bulusmasi-bordeaux-gsef-2025-notlari/.

Purcell, M., & Brown, J. C. (2005). Against the local trap: scale and the study of environment and development. Progress in Development Studies, 5(4), 279-297.

Tekeli, İ. (2016). Dünya’da ve Türkiye’de kent-kır karşıtlığı yok olurken yerleşmeler için temsil sorunları ve strateji önerileri (Vol. 2). İdealkent.


[i] Bu yazı, 9–10 Ekim 2025 tarihlerinde Ankara’da Türkiye Belediyeler Birliği tarafından düzenlenen Yerel Yönetimler ve Kooperatifçilik Çalıştayı’nda yapılan konuşmanın gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.

Not: Öne çıkan görsel, PROJETO CAFÉ GATO-MOURISCOUnsplash. PROJETO CAFÉ GATO-MOURISCO fotoğraf arşivi, Associação Embaúba’nın Projeto Café Gato-Mourisco projesi tarafından desteklenmektedir. Bu proje, kahve tarımı yapılan bölgelerde biyolojik çeşitlilikle ilgili ücretsiz görsel-işitsel içerik sunmayı amaçlayan bir çevre aktivizmi projesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir