Kâr ve eşitsizlik siyaseti, felsefeci Alain Badiou’nun ileri sürdüğü dört temel kötülük biçiminden biri. Eşitsizlik politikalar eliyle yaratılıyor ve sürdürülüyor. Dünyanın birçok yerinde dönüştürücü girişimler tarafından yaratılan mikro ütopyalar umut verici olmakla birlikte sistemik değişim farklı mücadelelerin birleştirilmesini gerektiriyor.
Eşitsizlikleri kalıcılaştıran sistem ve yapıları değiştirmek zor olsa da imkânsız değil. Eşitsizlik politikaları üzerine düşünen Armine Ishkanian, dünyanın dört bir yanındaki akademisyenlerin, karar vericilerin ve toplumsal hareketlerin eşitsizlikleri azaltmanın sayısız yolunu keşfettiklerini belirtiyor. Önümüzdeki yol zor olabilir, ancak başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlamak önemlidir.
Harold Lasswell’in neredeyse bir asır önceki ünlü ifadesi ile siyaset kimin neyi, ne zaman ve nasıl elde edeceği ile ilgilidir. Bu dört soru önemli olmakla birlikte, eşitsizlik siyasetini anlamak için, durumun neden böyle olduğunu ve başka türlü olup olamayacağını da sormalıyız.
Yerçekimi yasasının aksine, eşitsizlik kaçınılmaz değildir; siyasi kararlar, sosyal ve kültürel normlar tarafından yaratılır ve kalıcılaştırılır. Tarihin gösterdiği gibi, eşitsizlikleri kalıcı kılan sistem ve yapıları değiştirmek zor olsa da imkânsız değildir. Thomas Piketty, Kapital ve İdeoloji adlı kitabında, fikirlerin geçtiğimiz bin yıl boyunca eşitsizliği nasıl sürdürdüğünü inceliyor. Eşitsizliğin “ekonomik ya da teknolojik olmadığı; ideolojik ve siyasi olduğu” sonucuna varan Piketty, eşitsizliğin tezahürlerinin “her toplumun sosyal adalet ve ekonomik hakkaniyet anlayışı ile karşıt grupların ve söylemlerin göreceli siyasi ve ideolojik gücü” tarafından şekillendirildiğini belirtiyor.
Eşitsizlik kimin umurunda?
Eşitsizliğin hem bireylerin hem de toplumların sağlığı ve refahı ile sosyal kaynaşma ve demokratik yönetişim üzerindeki olumsuz sonuçlarına ilişkin çok sayıda kanıt bulunmasına rağmen, eşitsizlik her zaman siyasi bir mesele olmadı veya siyaset gündeminde kendine yer bulamadı. Francisco H.G. Ferreira’nın belirttiği gibi eşitsizlik, bir siyasi kaygı olarak Soğuk Savaşta “kaybeden taraf” ile özdeşleştirilmiştir. Ancak son 15 yılda ve özellikle 2008 küresel finans krizinin ardından durum değişmeye başladı. Occupy, Indignados ve “Arap Baharı” şemsiyesi altındaki toplumsal hareketler dikkatleri eşitsizliğe çekti ve Occupy özelinde “biz %99’uz” sloganını popülerleştirdi.
Başkan Obama’dan Papa Francis’e kadar küresel liderler artan gelir ve servet eşitsizliklerinin tehlikelerine işaret etseler de dengeyi sağlamaya yönelik politika adımları varsa bile çok yavaştı. Mike Savage’ın belirttiği gibi, siyasi retoriğe ve servet eşitsizliğinin yarattığı sistemik sorunların kabul edilmesine rağmen, bu konu siyasi ilginin ya da eylemin merkezinde yer almadı. Bu arada, Oxfam’ın Inequality Inc. (Eşitsizlik A.Ş.) raporu, COVID-19 salgınının başladığı 2020 yılından bu yana, dünyanın en zengin beş adamının servetlerini ikiye katlarken, bu süre zarfında küresel olarak yaklaşık beş milyar insanın daha da yoksullaştığını ortaya koydu. Oxfam önümüzdeki on yıl içinde muhtemelen dünyanın ilk trilyonerlerine tanık olacağımızı öngörüyor.
Burada özetlenenler şu soruyu gündeme getiriyor: Eşitsizliğin insanlar, toplumlar ve gezegen için kötü olduğu konusunda yaygın bir uzlaşı olduğu göz önüne alınırsa, neden bu sorunu çözmek için bu kadar az eylem yapıldı?
Bu uzay bilimi değil… siyaset
Eşitsizlikle mücadele etmek uzay bilimi değildir. Evrenin kökenini ortaya çıkarmaya ya da kuarkların veya karanlık maddenin yapısını anlamaya çalışmıyoruz. Akademisyenler, politika geliştiriciler ve aktivistler, artan oranlı vergilendirme yoluyla vergi adaletini güçlendirmekten kişisel servete sınır koymaya kadar (Ingrid Robeyns’in sınırlayıcılık konusundaki çalışmasına bakınız) eşitsizliklerin çözümü için uygulanabilir çok sayıda yolu ortaya koydular. Gerçekten de, günümüzün çoklu, birbirine bağlı, sistemik krizlerini ele almak için bir araç olarak dönüştürücü girişimler ve alternatiflerden oluşan bir “çoklu evren” (örneğin gıda egemenliği, ekonomik küçülme ve sosyal dayanışma ekonomisi etrafında) önerilmiştir. Başka bir deyişle, ortada bir fikir sıkıntısı yok. Eksik olan, eşitsizliklerin azaltılmasına yardım edebilecek politikaların hayata geçirilmesi ve kabul edilmesine ilişkin siyasi iradedir.
Neoliberalizmin egemen söylemine göre, “alternatif yoktur” (“there is no alternative”, TINA)
Tabii ki siyasi irade, bölgelere ve bölgelerin kendine özgü kültür ve koşullarına göre değişen güçlü çıkarlar tarafından belirlenir ve şekillendirilir. Son birkaç on yıldır küresel ölçekte yönetişim modellerine egemen olan neoliberal mantık, ortak hedeflerin ve kamu mallarının değersizleştirilmesine, artan oranlı vergilendirmeye karşı çıkılmasına ve refah devletinin sistematik olarak küçültülmesinin savunulmasına, dolayısıyla da sosyal ve ekonomik bir politika yaklaşımı olarak servetin yeniden dağıtımının rafa kaldırılmasına hizmet etmektedir. Ve en önemlisi, bu egemen söyleme göre, “alternatif yoktur” (“there is no alternative“, TINA). Bu cümle en çok Margaret Thatcher tarafından, mevcut ekonomik sistemin alternatifi olmadığını ve yerel girişimlerin böyle bir değişikliği hayata geçirmesinin mümkün olmadığını ifade etmek için söylenmiştir.
Başka bir Dünya Gerçekten Mümkün
Bu dünya görüşüne karşı 1990’ların sonlarından itibaren ortaya çıkan alternatif-küreselleşme (alter-globalization: yerel grup ve azınlıklarının seslerinin önem kazanması – Ç.N.) barış ve adalet hareketi “başka bir dünyanın mümkün olduğunu” savundu. Occupy ve Indignados gibi 2010’dan itibaren hız kazanan hareketler, gerçek demokrasiyi getirmek ve herkese daha fazla eşitlik ve saygınlık sağlamak için başka bir dünya yaratma arzusuyla hareket ediyordu. Mevcut durumdan farklı bir dünya hayal etmeye cesaret eden aktivistler, entelektüeller ve akademisyenler tarafından tartışılan fikirler ve modeller oldukça radikal görünebilir, ancak gerçekte sosyal politikada geçmişi 19. yüzyıla kadar uzanan ve alternatif geleceklerin hayal edilmesini ve hayata geçirilmesini içeren uzun bir ütopyacı düşünce geleneği var.
Günümüzde, küresel ölçekte toplumsal hareketler, “TINA” söylemine meydan okumak amacıyla neoliberalizmin ve kapitalizmin egemen yapılarını sorguluyor ve onlara direniyor. Dahası, Küresel Kuzey’in ötesine bakıldığında, Küresel Güney’deki eşitlik hareketleri, daha özgürleştirici sosyo-ekonomik ilişkileri benimsemek için insanlar için olduğu kadar insan olmayan türler ve doğa için de dönüştürücü girişimleri ve bakım uygulamalarını ( örneğin buen vivir, ubuntu, sosyal dayanışma ekonomisi) benimsemektedir.
Küresel Güney’deki eşitlik hareketleri, daha özgürleştirici sosyo-ekonomik ilişkileri benimsemek için insanlar için olduğu kadar insan olmayan türler ve doğa için de dönüştürücü girişimleri ve bakım uygulamalarını benimsemektedir.
Örneğin 2000’li yıllarda, kökleri And yerlilerinin geleneklerine dayanan buen vivir (iyi yaşam) kavramı, sosyal hareketler ve yerli toplulukların öncülük ettiği kolektif seferberliğin ardından Ekvador ve Bolivya’da sosyal politikaların geliştirilmesinin temelini oluşturmuştur. Buen vivir‘in kapsadığı fikirlerin politika olarak uygulanma biçimleri zaman zaman orijinal kavramla çeliştiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Üstelik, küçük ölçekli çiftçiler için borç affı, en kırılgan kesimler için yakıt sübvansiyonları ve Ekvador’da Yerli halkların özgür ve bilgilendirilmiş rıza hakkı yasalarla güvence altına alınana kadar petrol moratoryumu gibi bazı siyasi kazanımlar elde edilmiş olsa da yerli hareketler tarafından savunulan alternatif kalkınma yaklaşımının tam olarak hayata geçirilmesi için daha yapılması gereken çok şey var.
Ancak bir uyarı notu düşmekte fayda var. İlerici hareketlerin eşitsizliği siyasi gündeme taşımada önemli bir rol oynadığını kabul etmekle birlikte, sadece bu tür hareketlere odaklanmak yanlış olacaktır. Gurminder Bhambra ve meslektaşları, günümüzde otoriter siyasi hareketlerin yeniden canlandığını ileri sürüyorlar. Bu hareketlerden bazıları her türlü yeniden dağıtım politikasına karşı çıkarken, diğerleri Lasswell’in çerçevesine dönecek olursak, sadece kimin destek alması gerektiğine değil, asıl önemlisi kime yardım edilmemesi gerektiğine (örneğin. göçmenler, azınlıklar vb.) odaklanan “refah şovenizmini” benimsiyor.
Eşitsizliğin Siyaseti: Değişim nasıl gerçekleşir?
Sistemik değişimin nasıl gerçekleşeceğine yönelik büyük kuramlar ya da basit formüller yoktur çünkü değişim yaşam temellidir ve çoğu zaman öngörülemez. Geçmişe bakarak etkenleri ve dinamikleri, çeşitli paydaşların rollerini ve değişime yol açan fırsat pencerelerini yaratan olayları belirleyebildiğimizde değişimin nasıl gerçekleştiğini anlamak daha kolaydır.
Toplulukların küçük ölçekte mikro ütopyalar yarattığını gördükçe, en ilerici değişimlerin ulusal veya küresel düzeyde değil, yerel veya kentsel düzeyde gerçekleştiğini görüyoruz. Dahası, sistemik değişimin sağlanması, ilk bakışta birbirinden bambaşka gibi görünen mücadelelerin daha kapsamlı yaklaşımlarla birleştirilmesini gerektiriyor. Bu, sadece çevresel sorunları (örneğin buzulların erimesi ve sera gazı emisyonları) çözmeye odaklanmakla kalmayıp aynı zamanda iklim değişikliğinin geçmiş tarafından nasıl şekillendirildiğini (örneğin sömürgecilik) ve küresel olarak farklı etkilerini kabul eden, eşitlik ve insan haklarını da merkeze alan iklim adaleti hareketinin ortaya çıkmasıyla birlikte gerçekleşiyor. Son olarak, gerçekleşen değişimleri anlık haritalamak çok zor iken geçmişe bakmak, eşitsizlikleri sürdüren ve yeniden üreten yerleşik sistemleri ve yapıları değiştirmek zaman ve çok çaba gerektirse bile dönüşümün mümkün olduğu konusunda bize umut verebilir. Ne de olsa bu uzay bilimi değil…
Not 1: Armine Ishkanian’ın LSE Inequalities’de 8 Mayıs 2024 tarihinde yayımlanan “It’s not rocket science: The politics of inequality” başlıklı yazısı Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim
Not 2: Öne çıkan görsel, Dulana Kodithuwakku — Unsplash
Bu zihin açıcı ve zengin bağlantılarıyla sözünü ettiği “dönüşümün mümkün olduğu konusunda bize umut” olmada katkı yapan, öğretici inceleme için teşekkür ederim.
Geçmişe bakmak ne doğru bir izleğe işaret ediyor. Evet, orada eşitlik kaygısıyla yapılmış çeşit çeşit düzenleme ve kültürel kalıt var. Yazıda geçtiği ve bağlantılarda vurgulandığı gibi yerellik bunlardan biri.
Yerelliği de, geçmişten öğrendiklerimizi de günümüzün insan, toplum, teknoloji, siyaset ve doğa bağlamlarında yeniden yorumlayabilsek, bunun araştırmacılığına, denemeciliğine girişsek…