“Kimse ümidini kesmesin ülkeden ve ülkenin insanlarından.”
Bugün, EGET Vakfı kurucuları Özlem Uzman ve Safai Özer ile 27 Nisan’daki buluşmamızda gerçekleştirdiğimiz söyleşinin devamını yayımlıyoruz. (İlk bölümün bağlantısı burada.) Bu yazıda, vakfın ekolojik tarım, sağlıklı yaşam turizmi, tarım turizmi ve diğer konulardaki projelerini okuyacaksınız. Bunlardan bir kısmı uygulamaya geçmiş sonuçları alınmaya başlamış, diğerleri ise gerekli izinlerin alınması aşamasında henüz. Ancak hepsinin ortak noktası bilimsel bilgiye dayanmaları ve var olan kaynakları yeni fikirlerle değerlendirmeye odaklanmış olmaları. Tarım bitti derken, toprağın ve tarımsal üretimin değerini bizlere hatırlatan bu cesur projelerin başarıyla sonuçlanmasını, gençlerimize uzun yıllar boyunca eğitim bursu için kaynak yaratmasını yürekten diliyorum. Şimdi söz Özlem Uzman ve Safai Özer’de.
“EGET Vakfı İktisadi İşletmesine para kazandırırken, tek amaç para kazandırmak değil. Tek amaç, doğru işleri yaparak para kazanmak.”
Vakfın salt bağışlara dayalı olmasını istemediğinizi, gelir yaratacak işlerin yürütülmesi için bir iktisadi işletme kurduğunuzu söylemiştiniz. İktisadi işletme hangi alanlarda faaliyet gösteriyor?
Ö.U: Şu anda ekolojik tarım sadece.
S.Ö: Lavantanın öncelikle yaygınlaşmasını sağlamak asal amaçlarımızdan biri. Özellikle Armutçuk köyü lavanta köyüne dönüşebilecek bir köy. Köyde su yok. Su çıkan tek arazi, yine ne rastlantıdır ki, bizim arazimiz. Neredeyse bacak kalınlığında su çıktı. 16 yere sondaj vurmuş Özel İdare; hiç, tek bir damla su çıkaramamışlar. Bizde de 30 metreden şarıl şarıl su çıktı. İnanılmaz bir şey.
Kıraç arazilerde lavanta üretimi kârlı bir üretim. Çünkü sulu tarıma gereksinmiyor. Bakımını yapmak gerekiyor. İkinci yıl yabani ot mücadelesi gerekiyor. Ondan sonraki yıllarda o da gerekmiyor. Kıraç araziler için biçilmiş kaftan. Ve sahillerin ilk lavanta işletmesiyiz biz. Hiç birinin aklına gelmemiş.
Ö.U: Ula İlçe Tarım Müdürü Süleyman Kurnaz, şimdi merkeze geçti, o önerdi lavantayı. Bizim de aklımızda yoktu.
S.Ö: Şimdi bakın Türkiye’de kocaman bir yanlış yapılmış her şeyden önce. Bizim asıl hedefimiz lavanta balı üretimi. Çünkü Muğla’da çam balı üreticileri çok sıkışmış durumdalar. Kilosu beş liradan toptandan alıcı bulamaz hale gelmişler. Hepsi tek tek çam balı üretiyor. Çam balı, çam balı, çam balı… Çam balının da üretimi çok fazla olduğu için birim fiyatı oldukça düşüyor.
Biz Armutçuk’tan başlayıp kıraç köylerde yeni bir model oluşturmaya çalışıyoruz. Armutçuk köyünden başlayıp burada kıraç köyler çok fazla.Nedir? Kilosu 200 TL lavanta balının. Çıplak kilosu. Perakende kilosu. Armutçuk köyündeki bal üreticileri ancak biz satarken balın ne kadar fiyat ettiğinin farkına varıyorlar.
Yöre çiftçileri de yöre üreticileri de bizden lavanta alıp kendi arazilerine eker durumda oldular zaten. Armutçuk’ta olsun Ula’da olsun, ta Aydın’dan gelip fide satın alıp götüren var. Biz onlara her türlü desteği EGET Vakfı olarak sağlarız tabii ki. Bundan kaçınmayız. Fide üretimi nasıl yapılıyor, ne kadar süreyle nasıl bakım yapılması gerekiyor bu konularda bilgi desteğini Tarım Müdürlüğünden alamazlarsa bizden alabilirler. O konuda destek olmaya hazırız kişilere yani.
Isparta’da büyük bir yanlış yapılıyor. Oradaki lavanta üreticileri yalnızca Temmuz ayında çiçek açan lavantayla donatmışlar bütün köyü. Oysa yine Süleyman Demirel Üniversitesinde lavanta uzmanı bir hanım var, doçent bir hanım. Biz lavanta seçimi yapmadan önce gittik onunla görüştük. Her şeyden önce Isparta’da yapılan yanlışı yapmayacağız biz. İşte yalnızca Temmuz’da açan lavanta. Burdur oradan kopya çekti onlar da aynı yanlışı yaptı. Bir Temmuz’da açıyor hepsi.
Buralarda Haziran 15’te başlıyor. Ağustos 15’te bir şey kalmıyor. Oysa o süreyi uzatmak gerekiyor. İşte ağustos ya da haziranda açacak bir ırk eklenmesi gerekiyor. İkinci bir lavanta türü eklemek gerekiyor, çiçeklenmeyi dolayısıyla bal sağım süresini uzatabilmek için. İşte o ikinci ırk da raya. Farklı bir ayda açan raya denen bir ırk var, lavanta ırkı. Ondan edinmek için her yere saldırıp duruyoruz şimdi. Onun için biz arazimizin yarısını boş bıraktık. Tohumlarını bulmuşlar. Rayanın tohumları geliyor yakında. Tohumdan üretmemiz gerekecek onu. Bayağı zahmetli bir iş olacak ama…
İktisadi işletme kapsamında lavanta fidesi satışı dışında başkaca ürün satışı yapılıyor mu?
S.Ö: Lavanta fidesi, lavanta kesesi ve lavanta balını bu üçünü bu paketin içine koyup katma değer ekliyoruz. Şu üçünü birden pazarladığın zaman hem ürettiğin lavantalar oralara ulaşıyor, hem lavantanın tohumu bir emekle birleşerek… Böyle pazarlıyoruz bunları.
Ö.U: Bir de zeytinyağımız var. O da memecik türü zeytin, çok kıymetli bir zeytin. Antioksidan ve antikanser özellikleriyle biliniyor.
Ö.U: Şimdi bu zeytinyağının Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinde kimya analizleri yapıldı. Az miktarda, sadece 600 şişe piyasaya sunduk. Ama hem tadım testinden geçti uluslararası yarışmalarda tadım uzmanı olarak çalışan bir arkadaştan hem de Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinden analiz raporu var. Dolayısıyla gönlümüz rahat bir biçimde zeytinyağını ürettirdik fason olarak.
Bal bizim arazide alınan bal ama onu da ürettirdik. Şu anda zeytinliklerimiz ya da sıkma tesislerimiz yok ama inşallah yukarıya taşınınca Elkin ve Böbecen’de onu da düşünüyoruz.
Bunlara bir de solucan gübresi ekleniyor. Muğla il bayiliği. O da çok doğru bir üretici. İlk yapanlardan, Türkiye’de buna ilk başlayanlardan. Rusya’daki bir profesörden öğreniyor işi. Diğer solucan gübrelerinde daha ticari bir kaygı taşıdıkları için daha yeterince olgunlaşmadan ürünü piyasaya sunuyorlar. Ama bu bizim bayisi olduğumuz ürün için dokuz ay boyunca solucan çalışıyor. Gübre, ekolojik tarım ve organik tarımda olmazsa olmaz. Hastalıklara karşı direnci artırıyor.
İktisadi işletme gelir yaratma anlamında Vakfı destekleyebiliyor mu?
Ö.U: Yeni yeni desteklemeye başlayacak daha. Henüz değil. Destekliyor demek çok doğru olmaz ama başladı zeytinyağı satışlarıyla birlikte iktisadi işletmenin kasasına ufak ufak satışlarından girişler vardı.
Vakıf kurucuları dışında herhangi bir yerden destek aldınız mı?
Ö.U: Tamamen vakıf kurucularının desteğiyle kuruldu ama şimdi ufak ufak bağışlar geliyor. Yeterli mi, değil ama zaten bizim çabamız da aman daha çok bağış gelsin diye değil. Gelirse ne ala. Bunun için de sosyal medyada falan çeşitli duyurular yapıyoruz. Bağış seçeneklerimiz var. Ama ana amacımız kendi iktisadi işletme kanalıyla kendi gelir kaynağını oluştursun.
S.Ö: Odaları bile satıyoruz baksanıza danışma kurulu bin kağıt.
Vakfınızın misyonunu açıklarken doğayı korumaya aşırı özen göstermek ifadesini kullanıyorsunuz. Aşırı ifadesi ile neyi vurgulamaya çalışıyorsunuz?
S.Ö: Aşırı ifadesiyle toplumdaki duyarsızlara taş atmayı… Toplumun duyarsız kesimine taş atmayı ilke ediniyoruz. Çünkü özel sözcük anlamını yitirdi kardeşim. Onun için başına bir sıfat daha eklemek istedik. Sıfat eklemek gerekiyor. Herkes her şeye özendi. Özenti, özenti davranıyor herkes. Ne yapalım biz de yeni sözcükler yeni sıfatlar eklemek zorunda kalıyoruz.
EGET adından devam edip neden özellikle geriatri ile ilgilendiğinizi sorsam? Bu konudaki projenizden söz eder misiniz?
Ö.U.: Bizimki aslında geriatri ve gerontoloji. İkisinin arasındayız çünkü. Geriatri orta yaş ve üstü insanların sadece tıbbi gereksinimlerini değil aynı zamanda sosyal ve psikolojik gereksinimlerinin karşılanmasını sağlayan ve bununla ilgili araştırma yapan bilim dalı. Orta yaş üstü insanlar için bir sağlıklı yaşam turizm merkezi oluşturmakla ilgili bir proje. Bizim vakfı daha kurmadan önce ana hedeflerimizden biri, çok lüks ama tamamen doğal malzemelerden yapılmış olan evler yapıp, orada organik tarım ve organik hayvancılık yaparak bu insanları sağlıklı bir şekilde beslemekti. Onlar için çeşitli resim atölyeleri, hobi atölyeleri, geziler düzenleyip, her birine belki bir asistan verip, kimisi yazar mesela asistanıyla bir şeyler yazmak istiyor. İşte bu kişiler doğal ortamda uzun yıllar yaşayıp, o uzun yıllar yaşamasının karşılığını vakfa ödediği zaman, bizim daha çok burs vermemizi sağlayacak bir yapı kurmak istedik.
“Sağlıklı ve çağcıl bir alternatif getirmek zorundayız.”
S.Ö: Orta yaş üstü insanların oranı yeryüzünde gün gün uzuyor. Yaşam uzuyor, ömür uzuyor. Bu ömrün uzaması hem kendi bünyesinde sorunları getiriyor hem de kendi bünyesinden ticareti getiriyor. Bu ticaret alanını Türkiye yakalayamadı. Sahillerde o her şey dâhil anlayışıyla birlikte, Türkiyenin sahilleri ve dolayısıyla da Türkiyenin turizmi tüketildi.
Bir şeyin alternatifi niye aranır? Adamlar alternatif turizm sempozyumları düzenliyorlar. Bir şeyin alternatifi o şey batmışsa aranır. Batırdılar. Vahşi bir şekilde sahillere saldırıp vahşi bir şekilde insanların ömürlerini gasp ederek, paralarını gasp ederek… Bir tür gasptır bu. Çünkü sağlıklı bir uygulama söz konusu değil. Aşçının bir tanesi ben beş yıldır beş yıldızlı otellerde aşçılık yapıyorum diyor patates görmedim diyor. Patates püresi diye yediğiniz şey, bir tozun suyla bir araya getirilerek eritilmesi sonucunda elde edilen bir şeydir. Patatesle ilgisi yok. Patates bile kullanmayacak bir sanayiye dönüşmüş durumda.
O yüzden insanlar Türkiye’deki turizmden alabildiğine uzaklaştı. Ancak alt ekonomi durumundan kişiler gelir oldu Avrupa’dan konaklamaya. Bir kere buna da bir alternatif getirmek zorundayız. Sağlıklı ve çağcıl bir alternatif getirmek zorundayız. İşte o çerçevede hem orta yaş üstü insanların alabildiğine sağlıklı yaşam sürdürebilecekleri ve geldikleri zaman “ya tamam burada konaklanmaz, ölünür artık başka seçenek aramayayım ben.” diyebilecekleri nitelikte bir tasarım içindeyiz. Gelen insan gidemesin. O kadar gereksinimini karşılayalım ki, o kadar nitelikli bir biçimde karşılayalım ki o insanlar tamam ben ömrümü burada geçireceğim kardeşim diyebilsinler turizmini düşünüyoruz biz.
Bu merkezin kaç kişiyi ağırlamasını hedefliyorsunuz?
Ö.U: 53 dönüm bir arazi bulduk sağlık yaşam turizm işletmelerini orada kuracağız. Yaklaşık 50 ev olacak. İkişer kişi kalırsa 100 kişi. Tabi bu konutlar da lüks olduğu için yüksek fiyatlı. Dünyanın sayılı zenginlerini ağırlamayı planlıyoruz. Şöyle bir şey yapmayı düşünüyoruz burada yaşayanlar için: her parayı veren de orada kalamayacak. Orada yaşayanların bir komisyonunun olup “evet, sizi kabul ediyoruz” demeleri lazım böyle bir sistemde.
Bununla ilgili de çeşitli araştırmalar yaptık, konuştuk bu sektörden gelen insanlarla. Bir kere burada çok fazla boşluk var yani orta yaş ve üstü insanlara yönelik. Dünyayı düşündük. Türkiye’den düşünmüyoruz bile yani. İşte özellikle İskandinav ülkeleri, Japonya bu tip varlıklı toplumlarda ve sağlıklı yaşamaya düşkün kişileri ağırlarız diye düşündük. Onlar hatta emekli maaşlarını bile hesaplamaya başlamışlardı biz projeyi anlatmaya başladığımız zaman.
Sonra bu projeye şey bir de agro turizmi ekledik. Çiftlik turizmi. Agro turizm, çiftlik turizmi biraz daha ekonomik bütçeli kişilere hitap edecek. Agro turizm ve çiftlik, hayvancılık 156 dönüm arazide olacak.
Böyle büyük bir projemiz var. Ve hiçbir şekilde doğadan uzak bir yapılaşma olamayacak. Zaten 70 veya 50 metrekarelik evler olacak. Tamamen doğanın içinde. Çatıları, onunla ilgili araştırmalarımız sürüyor, çimli olacak. O tür ekolojik malzemelere bakıyoruz. Samanlardan üretilen malzemeler var.
“Bütün olarak düşünmek zorundasınız. Şu kadarını yapayım da öteki kalsıncılık akılcı değil, çağcıl değil.”
S.Ö: Çiftlik turizmi ve sağlıklı yaşam turizmi dendiği zaman aklınıza inşaat malzemesi olarak taş geliyor ahşap geliyor. Fransa’da gördüğümüz açık tuvaleti anlatalım size. Adamlar bir tabela asmışlar tuvaletin dışına upuzun yazıyor. Solucanı gördük anladık. Solucan işareti vardı. Adam kamuya açık tuvalette atıkları asitten arındırıyor bir mikro sistemle sonra solucanlara besin olarak veriyor ve solucan gübresi üretiyor orada o atıktan.
Bütün olarak düşünmek zorundasınız. Şu kadarını yapayım da öteki kalsıncılık akılcı değil, çağcıl değil. Yani bakın o kadar arazideki sıcak su arama ruhsatını, 6,5 milyon metrekare arazinin sıcak su arama ruhsatını aldık. Neden? Çünkü seracılıkta ille kış aylarında ısıtma gereksinimi var, bu bir. İkincisi, termal su sağlıklı yaşam turizminin vazgeçilmez bir parçası. Bunu da eklemek zorundasınız yani bütüncül düşünmek zorundasınız. Ne kadar şanslıyız ki gerçekten çok şanslıyız. Konu üstünde hemen uzmanları davet ettik “buranın ruhsatını aldık” diye. %99,9 diyorlar termal su olasılığı. Muğla’da merkez ve ilçelerinde ilk termal su talebinde bulunan kuruluş da EGET Vakfı. Elektrik enerjisi için değil, elektrik enerjisi sağlarken doğayı olabildiğine kirletiyorsunuz. Biz yalnızca ısıtma amaçlı ve turizm amaçlı kullanıp o suyu hemen geri sunacağız. Bir bıçağı adam kesmek için de kullanabilirsiniz, ağaç yontmak için de. Biz bıçakları heykel yapmak için kullanacağız.
Ö.U: Orada elektrik üretmek üzere o ısıdaki su çıksa bile biz onu asla o şekilde kullanmayacağız. Yani bedava para verseler de. Çünkü o kadar kirletiyor ki, Aydın’ı mahvettiler elektrik üretmek için. Hala da başvurular devam ediyormuş, ne yazık ki incirleri vs. hiç yememeniz gerekiyor diyorlar Aydın’dan çıkan her ne varsa. Bu güzelim yerler mahvoluyor.
Enerji gereksinimini nasıl karşılayacaksınız?
Ö.K: Güneş ya da rüzgârı düşünüyoruz. Rüzgâr da orası için çok uygun. Rüzgâr panelleri ama öbür o büyük rüzgâr panelleri, onları da çok doğru bulmuyoruz doğa için. Biliyorsunuz şimdi kuruldu ya üstlere. Onlar kuşlara falan da çok zarar veriyor çünkü. Farklı tipleri var. Onlardan farklı çok daha küçük olanlar. Şimdi izinler çıkar çıkmaz biz yurt dışında yatırım yapmak isteyen yatırımcı ortaklarla görüşeceğiz.
Aslında bunun mimari projesinin bir bütün olarak düşünülmesi gerekiyor. Biz kesinlikle o noktada %90, yurt dışındaki bir mimarlık firmasıyla çalışacağız ve dediğim gibi pek çok kişi olacak. Sadece mimarlar tasarlamayacak bunu. Bir sürü alanda orada her ne yapacaksak uzmanlar işin içinde olacak. Yani tarımcı çalışacak, mimar çalışacak, veteriner çalışacak, işte enerji konusundaki mühendisler çalışacak. Ona göre sürdürülebilir bir sistem kurmak. Biyogaz olabilir. Onu çok iyi araştırmadık ama oradaki atıklarda. Bu konuda fuarlarda görüyoruz. Yani hiçbir şekilde orayı kirletmeden bu tesisi kurabileceğimizi umuyoruz. Mesela ahşabı bile artık kullanmıyorlar. Çünkü ahşabı kullanırken de ağacı kesiyorsunuz. Ama bu fuarda bizim gözlemlerimiz, onları kullanmadan saman saplarından sıkıştırıyorlar legolar gibi. Büyük ihtimal onları kullanacağız inşallah.
S.Ö: Şimdi bakın belli turizm işletmelerini geziyoruz. Sağlıklı yaşam turizmi. Yurt dışına gittiğimizde. Adamların hiçbirinde sundukları ürünü, besini kendi işletmelerinde yetiştirme anlayışı yok. Biz onun da adam gibisini yapacağız. Bu insanların her tür gereksinimi, besin bağlamında kendi işletmelerimizde üretiliyor olacak. Kendi denetimimizde üretiliyor olacak. Dolayısıyla da işin içinde hiç üç kağıtçılık olmayacak kardeşim. Sağlıklı turizm işletmesi kurdun. Domatesi pazardan aldın, patatesi çarşıdan aldın…
Ö.U: Mandıramız olacak, her şeyimiz olacak.
S.Ö: Bilmem nereden aldın, tanımadığın üretimine tanık olmadığın işletmelerden alarak bu insanlara sunarak sonra biz sağlıklı yaşam turizmi işletmesi yapıyorum demenin bir anlamı yok.
Ö.U: Sürdürülebilir turizmi, çiftlik turizmi ve sağlıklı yaşam turizmi alanındaki projelerimizle özendirmeyi düşünüyoruz.
Proje şu anda hangi aşamada?
Ö.U: İmar izni için başvururken büyükşehir belediyesine sanki bir yüksek lisans tezi gibi 106 sayfalık da bir şey hazırladık.
S.Ö: Hep uzman arkadaşlar çalıştı.
Ö.U: Eko turizminden başlayıp sağlıklı yaşam turizmiyle ilgili olarak önemli kaynaklar ve veriler var onun içerisinde. Biz daha vakfı kumadan önce izin için başvurduk. Dediler ki büyükşehir olmasını bekleyin. Çünkü Çevre Bakanlığı çok ciddi paralar istiyor dediler. Büyükşehir olursa büyükşehir nezdinde onaylanır. Büyükşehir belediyesinden izin çıkmasını bekliyoruz.
Tarım yaptığınız alanlar vakfın mülkü mü yoksa kiralama yoluyla mı işletiyorsunuz?
Ö.U: Biz zaten genel olarak vakfın mülkü olması taraftarıyız. Bütün araziler Elkindekiler de öyle şahsa, şahıslarımıza alınıyor. Sonra bütün işlemler bittikten sonra vakfa devrediliyor. Çünkü doğrudan vakfa almada, vakfın prosedürleri iki üç misli uzuyor, özel izinler almak gerekiyor. Onun için şahıs üzerindeyken Armutçuğu da öyle yaptık. Şahıs üzerindeyken bütün işlemleri bitiriyoruz. Şu anda vakfın mülkü Armutçuk’taki arazimiz var.
Yeni bir arazi arayışımız var ama uzun zamandır arıyoruz bulamadık. Orada da Elkin ve Böbecen’de kuracağımız işletmelerin fidanlarını ve fidelerini yetiştirmek istiyoruz. Dışarıdan almak çok maliyetli ve fazlaları satabiliriz piyasaya, iktisadi işletme ürünü olarak. Ama ne yazık ki istediğimiz gibi bir arazi bulamadık. Fiyatlar da çok yüksek. Hala arayışlarımız sürüyor. Ayrıca vakfın öyle bir arazisi de olsun istiyoruz. Sera kurmak üzere.
S.Ö: Bu Fethiye yolunun birer kilometre sağında solunda don tehlikesi olmayan bir arazi arıyoruz. Gerçi güneş kolektörü ile ısıtacağız serayı. Ama yine de ısıtma maliyeti çok yüksek oluyor. O maliyeti düşürebilirsek o zaman arazi neredeyse yanına kâr kalıyor. Öyle bir yer arıyoruz yani.
Vakıf ve iktisadi işletme için gelecekle ilgili plan ve projelerinizden söz eder misiniz?
Ö.U: Pek çoğunu konuştuk aslında. Ama iktisadi işletmenin ürünleri bağlamında işte zeytinyağı, bal gibi doğal yollarla üretilmiş başka ürünler de eklenebilir zaman içerisinde. Onu zaman gösterecek; şu anda şu olsun bu olsun demiyoruz. Ama bununla ilgili internette bir de satış sitesi kurup daha çok kolay bir şekilde kitlelere de ulaşalım istiyoruz. Onları sağlıklı ürünlerle buluşturalım istiyoruz. Bir de solucan gübresi var.
Kapısız Kitaplıklar
Faaliyet raporunda yazdık o da Safai Beyin projesiydi. Biz burada bir kitap tezgâhı açıyoruz. Cuma günleri iki saatliğine. Mahalleden kapının önünden geçen çocuklara kitap okumayı aşılamak üzere. Şu anda iki bin üzerinde kitap bağışlandı bize. Hatta çocuklar bile kitap bağışlamaya başladılar. Yaklaşık bir senede 1000 in üzerinde kitap okunmuş bu mahallede.
S.Ö: Önceleri bizim iki saat aşağıda masamızın açık olduğu süre. Haftanın bir günü iki saat. Hiç çocuklara bir şey söylemeden, bu çocuklar kapı vurmayı öğrendiler. Kapıyı vurup haftanın herhangi bir gününde herhangi bir saatinde “benim kitabım bitti kitap değiştireceğim” demeyi öğrendiler. O kitapları içeriden vermiş olsaydık başlangıçta bunu sağlayamazdık. Bu mümkün değildi. Çünkü anneleri babaları zaten resmi kurumlara giderken ürken insanlar. Bu merkeze uzak.
Böyle işte, çocuklar kapıyı zorlaya zorlaya gelir oldular. Biz önlerine haftanın bir günü neredeyse yem gibi o tezgahı kurar olduk ama o çocuklar “hey hey hey bu kapıyı bana açmak zorundasın” der oldular. Pazar günleri Çiğdem Hanım Vakıfta kalıyor. Pazar günleri bile tak tak tak, “ben kitabımı değiştireceğim” diyorlar yani çekinmiyorlar. İşte o çekinmeme getirsin, talep onlardan gelsin istiyoruz anlatabildim mi? Sunum bizden gitmesin de talep onlardan gelsin. İsteyen onlar olsun.
Öncüm Var
Ö.U: Gerçi laf buraya gelmişken, bir projemiz daha oldu. “Öncüm Var” projesi. Bununla ilgili bir pilot uygulama başlattık. Bize başvuran öğrenciler arasından her birine burs verme şansımız yok ama onlara nasıl yardımcı oluruz diye düşünürken bir eşleştirme yapalım dedik. Mesela konusunda uzman bu arkadaşımız Mobil’de çalışıyor. Deneyimli de bir arkadaş 20-25 yıllık bir iş deneyimi var. O arkadaşımız, benim aynı zamanda işletme iktisadi enstitüsünden sınıf arkadaşım teklif etmişti çok fazla başvuru var diye. “Neden bu kadar çok başvuru var neden böyle bir şey yapmıyorsunuz?” ODTÜ mezunu kendisi. Ben de dedim ki tamam başlayalım o zaman. Pilot uygulamada olmayı kabul etti.
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde mekatronik bölümünde okuyan bir birinci sınıf öğrencisi ile eşleştirdik. Bunlar bir araya geliyorlar, deneyimini aktarıyor staj yapmasına olanak sağlıyor. Üst düzey tanıdığı şirketlerde tanıdığı insanlar var. İleriki zamanlarda ailesiyle tanıştıracak, birlikte yemek yiyecekler. Sadece maddi değil manevi gereksinimleri olabiliyor öğrencinin ve nitekim Şubat tatilinde staj yapmasını sağladı ve çok yeni olmasına rağmen. Böyle bir pilot uygulama başlattık bunu Türkiye genelinde yayalım istiyoruz. Yani bir tür usta çırak ilişkisi böyle de bir projemiz var.
Çeşitli eksiklikleri gördük. Mesela ailelerden izin alınması gerektiğini öğrendik, hiç düşünmezdik. 18 yaşını geçmiş bir öğrenci kendi kararlarını verir diye. Ama aile haklı olarak, vakıf işin içine girince nedir, ne yapıyordur? Bir sürü de kötü deneyim yaşanınca da Türkiye’de. Bu sene inşallah daha çok kişiyle…
S.Ö: Burs veremediklerimize böyle bir proje uygulayabileceğiz.
Ö.U: Bunları yaygınlaştırmak çeşitlendirmek… Ama zaman içerisinde her toplantıda farklı fikirler oluyor. Görüşler oluyor. Her birini değerlendiriyoruz. Bu da değerlendirdiğimiz görüşlerden biriydi. Güzel bir proje oldu.
Uluslararası iş birliği bağlamında planlarınız var mı?
Ö.U: Şimdi özellikle bu Elkin, Böbecendeki imar planı netlik kazandığı zaman yurt dışından bir ortakla özellikle yatırımcı bir ortakla işe girelim ve geriatri ve gerontoloji konusunda ağırlayacağımız misafirleri de oradan getirelim istiyoruz. O yüzden oradaki işbirliği çok önemli. Orada çeşitli sigorta kuruluşları var. Belli yaş üstündeki insanları sigortalıyorlar ve ölmelerini de istemiyorlar. Uzun yıllar sağlıklı kalmalarını istiyorlar ve bu insanlara da başka ülkelere gittiklerinde belli bir miktarda paralar veriyorlar.
Bir de yine bizim eğitimle ilgili olarak burs verdiğimiz öğrencilerle ilgili olarak sivil toplum kuruluşları olabilir. Henüz onlarla bir iş birliğine girebilmiş değiliz ama hedeflerimiz içerisinde o da var. Çünkü çok önemli data var elimizde başvuran öğrenciler kapsamında. Oradaki çeşitli üniversitelerle ya da sivil toplum kuruluşlarıyla da bir proje üstünde çalışabiliriz. Ama bunun kapsamı henüz belli değil sadece böyle bir düşünce var.
Burslardan konuşmuştuk ancak tutarına değinmemiştiniz. Bu yıl verdiğiniz aylık burs miktarı nedir?
Ö.U: Bu akademik yıl için 300 TL veriyoruz. Önümüzdeki yıl ne olur bilmiyorum. 9 ay boyunca ödüyoruz. Yaz aylarında ödemiyoruz sadece. Öğrencilerimiz şunu taahhüt ediyorlar. Mezun olup çalışmaya başladıktan en geç 6 ay içinde yine EGET vakfında başka bir öğrenciye verilmek üzere aldıkları tutar. Mesela bir tıp fakültesi öğrencisi 6 yıl burs alıyor şartları sağladığı sürece. Mezun oluyor yine onu 300 TL olarak ödüyor. Yani faiz vs. koymuyoruz. Bunlar için de önce noterden bir taahhüt isteyelim dedik, sonra öğrencileri zora koşmak istemedik, onu vicdanlarına bıraktık. Ama bunu mülakatlarda da söylüyoruz. “Bunu biliyorsunuz değil mi geri ödeyeceğinizi?”. Onların hepsi de kabul ediyorlar. Ve çoğu da seve seve kabul ediyor. “Ben bundan faydalandım neden başka bir öğrenci de faydalanmasın”
S.Ö: Öğrenciler işe başladıktan 6 ay sonra aldıkları burs miktarı ve burs ayı sayısınca bir başka öğrencinin daha yararlanması için vakfa bağışta bulunuyor. Bir sözleşme imzalatıyor değiliz, bir senet imzalatıyor değiliz. Hakça olan, bir başka öğrencinin de bundan yararlanmasıdır senin aracılığınla diyoruz sonuçta öğrenciye.
Toplum yararına çalışmalar, vakfınızın ilgi alanına giren konular özellikle sürdürülebilirlik, tarım ve turizmle ilgili ne gibi önerileriniz olur?
S.Ö: Valla, bizim yaptıklarımızı yapsınlar.
İletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Ö.U: Biz bu ülkede hiçbir şey olmaz diyenlere kulağımızı tıkadık. Umut olmaya çalışıyoruz. Bir şeyler olabiliri göstermeye çalışıyoruz. Canla başla herhangi bir karşılık beklemeden. İnanın burada içtiğimiz çay bile şahsi kasadandır. Vakıf kasasından ödenmez. Biz her harcadığımız kuruşu yani kurucular olarak şahsi bir yerde yemeğe gittiğimiz zaman bile şahsi ihtiyacımız için düşünüyoruz. Buna bile özen gösteriyoruz.
O nedenle kimse ümidini kesmesin ülkeden ve ülkenin insanlarından. O gencecik pırıl pırıl bakan gençleri düşünsünler, ne yapabilirim diye. Herkes bir şey yapabilir. İlla maddi olarak da bir şey yapmak şart değil. Ama maddi olarak da birileri destek olmak istiyorsa EGET Vakfı doğru kurumlardan bir tanesi. Ödedikleri her kuruş karşılığı öğrencilere gidecek son olarak da ben onu söylemiş olayım.
Not: Söyleşinin ses kaydı çözümlemesini yapan Güneş Kurtuluş’a teşekkür ediyorum.