Çoklu Krizler, Dayanışma ve Siyasal Ayrışmalar
2025 yılının, Birleşmiş Milletler tarafından Uluslararası Kooperatifçilik Yılı ilan edilmesine paralel olarak dünyada ve Türkiye’de kooperatifçilik politikaları üzerine uygulamalar, yaklaşımlar ve tartışmalar bakımından yeni bir dönem başlamıştır. Yeni dönemde Türkiye kooperatifleşme politikalarına “dönüş” bakımından belki de tarihinin en hareketli dönemlerden birini yaşıyor. Bu hareketlilik öncelikle kendisini yıllara göre açılan kooperatif sayılarındaki hızlı artışlarla gösteriyor. Türkiye Odalar Birliği’nin düzenli olarak yayımladığı verilere göre Covid-19 Salgınının etkili olduğu 2020 yılı sonrasında yıllık olarak yeni açılan kooperatif sayısı kapanan ve tasfiye sürecine giren işletmelerin sayısını geçerek düzenli artışlar gösteriyor. Yeni kurulan kooperatif sayılarındaki artış yanında, içinden geçtiğimiz dönemin toplumsal koşulları kooperatifçilik politikalarının niteliğine de belirli özgünlükler getirmekte, kadın kooperatifçiliği, sosyal kooperatifçilik gibi yeni türler ortaya çıkmaktadır. Bu kısa yazıda, Türkiye’de son yıllarda gelişen kooperatifçilik deneyimlerini bazı sınıflandırmalara başvurarak üç temel model çerçevesinde tartışmaya çalışacağız.
Son 10 yıllık süreçte gıda krizi, ekolojik felaketler, doğal afetlere bağlı şoklar, kadın istihdamı, gelir dağılımı adaletsizliği, güvencesizlik gibi farklı alanlarda yaşanan sosyal sorunlar sistem içindeki bir çok aktörü değişime ve yeni sosyal politikalar geliştirmeye zorlamaktadır. Bu aktörlerin değişim ve reform ihtiyacıyla ilgili gündeme getirdikleri politikalara baktığımızda sürdürülebilir, dirençli sistemlere geçiş, kapsayıcılık, yeşil ekonomik dönüşüm, sosyal girişimcilik ve kooperatif tipi örgütlenmeler gibi başlıklar öne çıkmaktadır. Özellikle tarım-gıda, toprak, su, konut ve ekolojik varlıklar alanında yaşanan agresif piyasalaşma ve metalaşma süreci kamucu politikalar temelinde faaliyet yürüten düzenleyici kurumlara ve dayanışmacı organizasyonlara olan ihtiyaç ve ilgiyi arttırmaktadır. Geçtiğimiz son 10 yıllık sürece genel olarak bakıldığında kriz ve şoklar karşısında dayanışmacı, kapsayıcı organizasyon ve örgütlenmelerin giderek çeşitlendiğini görüyoruz. Bu tip dayanışmacı ağlar ve yeni kooperatiflerin kurulmasında tarım gıda alanında yaşanan çözülme ve krizin kır ve kentler üzerindeki etkileri yanında 2020 Covid Salgını, 2021 yılında yaşanan Marmaris Yangını, 2023 yılında 6 Şubat Depremi gibi şokların da etkili olduğu söylenebilir.
Özellikle 20 yılda etkileri giderek derinleşen gıda krizi daha kalıcı, kurumsal yapıların ve alternatif deneyimlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Türkiye’de son 10 yılda kooperatifler, belediyeler, dernekler, yerel topluluklar, kadın üreticiler, yerel pazarlar ve çiftçiler gibi geniş kesimler arasında gıda krizinin beraberinde getirdiği risklere karşı politika geliştirme ve örgütlenme anlamında yoğun bir çaba vardır. Dayanışma ve kooperatifleşme çabalarını krizlerin yıkıcı etkileri karşısında toplumun kendisini iyileştirme, yaralarını sarma çabasının bir ürünü olarak görebiliriz. Toplumun farklı kesimleri kadar merkezi devlet ve devlet dışı kurumlarda da kooperatifleşme politikalarına yönelik artan bir ilgi göze çarpıyor. Özellikle 11. ve 12. Kalkınma Planı’nda kooperatifçilik politikalarına daha fazla yer verildiği görülüyor. Kooperatifleşme politikalarının; merkezi devletin sosyal politika araçları arasındaki önemi artarken yerel yönetimler, sivil toplumun farklı bileşenleri, çeşitli toplumsal hareketler, gıda inisiyatifleri ve kadın örgütlenmelerine kadar geniş bir kesimin bu kervana katıldığını görüyoruz. Bu durum son yıllarda hızlı bir siyasal kutuplaşma sürecinden geçen Türkiye’de kooperatifleşme politikalarının çoklu krizlere bağlı sorunlara çözüm olacağı konusunda genel bir toplumsal uzlaşının ortaya çıktığını gösteriyor. Piyasa aklı ve metalaşmanın yaşamın bütün alanlarında hâkim olduğu koşullarda, geçmişin “demode ve komünist işi” olarak görülen bir örgütlenme modelinin yaygın olarak kabul görmesi içinden geçtiğimiz döneme ilişkin ilginç gelişmelerden biridir.
Kooperatifleşme politikaları üzerindeki yaygın toplumsal uzlaşıya rağmen son dönemde Türkiye’nin çeşitli kentlerinde yürütülen uygulamalara yakından bakıldığında farklı siyasi çevreler ve kurumsal ilişkilere göre ayrışmış, kutuplaşmış bir yapıyla karşılaşıyoruz. Bu ayrışmayı göstermek için genellikle yapıldığı gibi mevcut kooperatifleşme uygulamalarını tekil birimler olarak ele almak yerine ilişkisel, bütünsel bir yöntemden hareket edeceğiz. Türkiye’de son dönemde kurulan ya da yeniden güçlenen kooperatifleri ekonomik, politik ilke ve amaçlar, içinde yer aldığı ağlar, işbirliği yapılan kurumlar, merkezi devlet ve piyasayla ilişkiler bakımından bir değerlendirme ve sınıflandırmaya tabi tutmak gerekiyor. Söz konusu kriterler bakımından bir tasnif ve sınıflandırmaya başvurduğumuzda üç farklı model ve yaklaşım bağlamında kooperatiflerin kurulduğunu ve faaliyet gösterdiğini görüyoruz. Bu çerçevede son dönemde kooperatifçilik politika ve uygulamalarının; dayanışma ekonomileri ve gıda egemenliği, yerel yönetim destekli alternatif kalkınmacı yaklaşım, çok ölçekli/çok paydaşlı yönetişimci yaklaşım olmak üzere üç farklı model içinde gelişim gösterdiği görülmektedir.
1. Dayanışma Ekonomileri ve Gıda Egemenliği Perspektifiyle Kurulan Kooperatifler
Dayanışma ekonomileri ilkeleri temelinde faaliyet gösteren kooperatifler; İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde kır-kent ayaklı olarak faaliyet gösteren üretici ve tüketiciler, küçük ölçekli üretim yapan çiftçiler, kadın üreticiler, belediyeler arasında gelişen dayanışmacı ağlar temelinde kurulan ve faaliyet yürüten işletmelerden oluşmaktadır. Bu model çerçevesinde faaliyet yürüten kooperatifler; dayanışmacılık, demokratik katılımcılık, toplumsal cinsiyet eşitliği ve ekolojik ilkeler temelinde faaliyet yürütmektedir. Dolayısıyla dayanışma ekonomileri yaklaşımında kooperatifler çeşitli iktisadi, ticari hedefler taşıdığı gibi, piyasa aklı ve endüstriyel sistem karşısında ekolojik, etik ve politik değerlerin hayata geçirildiği bir kamusal alan inşasını da hedeflemektedir.
Geçtiğimiz son 10 yıllık süreç; marketlerin ve şirketlerin hâkimiyet kurduğu tarım, gıda sisteminde mahalli ölçekte faaliyet gösteren, yerel topluluk tarafından desteklenen bir kooperatifin sözkonusu etik, politik ilkeler temelinde varlığını sürdürmesinin ne kadar zor olduğunu somut örneklerle göstermiştir. Kent merkezlerinde son yıllarda artan ev ve dükkân kiraları, enflasyonist koşullarda insan sağlığı ve doğayla dost üretim ve tüketimin sürdürülemez hale gelişi, gönüllülük emeğiyle kooperatif işlerini sürdürmenin olanaksızlaşması gibi çeşitli yapısal nedenler bu model çerçevesinde kurulan kooperatiflerin gıda sistemini dönüştürme kapasitesini zayıflatmaktadır.
Bu model çerçevesinde kalan kooperatiflerin güçlenmesini olumsuz etkileyen çeşitli yapısal nedenler dışında bazı siyasal etkenlerden de söz etmek mümkündür. Bilindiği gibi dayanışma ekonomileri ve gıda egemenliği perspektifi bağlamında faaliyet yürüten kurum ve topluluklar büyük ölçüde 2000 Sonrası Türkiye’de gelişen gıda inisiyatifleri, Gezi Hareketi sonrası mahalle inisiyatifleri ve diğer toplumsal hareketler içinden filizlenmiştir. Bu yapılarla organik bağlar içinde kurulan ve gelişen kooperatifler büyükşehirlerin önde gelen semtlerinde ve tarımsal üretim alanında geri bağlantıları bulunan tüketim kooperatifleri olarak kurulmuşlardır. Bununla birlikte bu işletmelerin mahalle ölçeğini aşan örgütlenmeler kurmakta ve kooperatifler arası işbölümü, üretim planlaması, pazara erişim süreçlerinde ve finansal kapasiteyi geliştirmekte zorlandıklarını ortaya çıkmaktadır. Ayrıca toplumsal muhalefet içindeki cemaatleşme geleneğinin ve parçalı, ayrışmış siyasal yapının bu model içinde yer alan kooperatiflere de yansıdığı görülmektedir. Dolayısıyla siyasal fraksiyonlar arasındaki ayrışmalar kooperatiflere de yansıdığında, kooperatifler arası işbirliği ve örgütlenme kapasitesi daha en baştan kısıtlı hale gelmektedir. Bu durum tekelleşen şirketler ve zincir marketler karşısında alternatiflerin oldukça yerel, izole ve parçalı bir görünüm arz etmesine yol açmaktadır.
2. Yerel Yönetim Destekli Alternatif Kalkınmacı Temelde Kurulan Kooperatifler
Latin Amerika, Asya ülkeleri ve Türkiye’de son yıllarda kırsal ve yerel kalkınma anlayışına ilgi yeniden artarken belediye kooperatif işbirliklerine dayalı deneyimlerin de yaygınlaştığı gözlenmektedir. Türkiye’de bir diğer kooperatifçilik ekosistemi, hâkim neoliberal yaklaşıma alternatif, kırsal kalkınmacı eksenli, özellikle CHP’li büyükşehir belediyelerinin kır ve kentlerde küçük üretici ve kentsel tüketiciyi hedefleyen sosyal politikaları ekseninde gündeme gelmiştir. Yerel yönetim destekli kooperatifleşme politikaları İzmir’den sonra İstanbul, Çanakkale, Balıkesir, Eskişehir, Adana, Mersin Büyükşehir Belediyeleri tarafından da yürütülen bir uygulama haline gelmektedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Tire Süt Kooperatifi işbirliğiyle kendisini gösteren öncü modellerden ilham alan bu yapılar, küçük üreticinin desteklenmesi, yerel ekonominin canlandırılması ve kentin ucuz, sağlıklı, erişilebilir gıda ihtiyacının karşılanması gibi uygulamalarla öne çıkıyor.
Belediyeler ile kooperatifler arasındaki işbirlikleri; küçük üreticilerin üretimle bağlarını kuvvetlendirmek, kırsal bölgeleri sosyal ve ekonomik açıdan desteklemek, kırsal yoksulluk ve işsizliğe yönelik çözüm önerileri geliştirmek, kentlerin gıda teminiyle ilgili sorunlarını hafifletmek ve kırsal göçü yavaşlatmak gibi çeşitli amaçlar temelinde gelişmektedir. Bu model bağlamında ekolojik ilkeler ve toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili hedefler ikincil bir önem taşırken kentteki dar gelirli kesimlerin ucuz gıdaya erişimi ve küçük çiftçilerin satın alımlar, makine ve tarımsal girdi destekleri yoluyla güçlendirilmesi öncelikli hedefler haline gelmektedir. Bununla birlikte özellikle İzmir, Adana ve Balıkesir gibi kentlerde belediyelerin sözleşmeli alım destekleri ve pazara erişim, girdi destekleri sayesinde üretici kooperatifleri kurumsal ve finansal açıdan güçlenme olanakları yakalayabilmektedir.
Gıda sistemlerinin yerelleşmesi, tarım-gıda politikalarının yerelin ihtiyaçlarına uygunluğu, kooperatifleşme faaliyetlerinin geniş kitlelere ulaşması bakımından ikinci model büyük potansiyeller taşımaktadır. Ancak belediye başkanlarının ve yönetimlerin görev sürelerinin sınırlı oluşu, belediyelerin yürüttükleri tarım-gıda politikalarının sürekliliğini ve işbirliği yapılan kooperatiflerin finansal, yönetsel geleceğini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca başkanların kooperatif yönetimleriyle olan yakın işbirlikleri şeffaf olmayan bir alanda, patronaj ve yandaşlık ilişkilerinin gelişebileceği zeminlere yol açabilmektedir. 2004 ve 2012’de yapılan yasal düzenlemeler sonrası tarım-gıda ve kooperatifçilik alanında politika üretmeye başlayan belediyelerin çoklu krizlerin ürettiği kapsamlı sorunlar karşısında kadro, bütçe ve vizyon bakımından taşıdıkları yeterlilikler de oldukça tartışmalıdır.
Bununla birlikte İstanbul, Karşıyaka, Nilüfer gibi il ve ilçe belediyelerinin Gıda Stratejisi Belgeleri yayımlayarak yerelin somut durumuna ve ihtiyaçlarına özgü tarım, gıda ve kooperatifleşme politikaları geliştirme çabaları olumlu gelişmelerdir. Bilindiği gibi endüstriyel gıda sistemi market zincirleri ve tekeller aracılığıyla küresel ölçekte örgütlenmekte dolayısıyla tarım gıda alanında yaşanan krizi ortaya çıkaran dinamikler yerelin ötesine uzanmaktadır. Bu durumun kendisi farklı belediyeler ve kooperatifler arasında planlı, programlı işbirliklerini, kır-kent ve kent çevresi odaklı mekânsal stratejileri zorunlu hale getirmektedir. Özellikle tarımsal üretim kapasitesi güçlü kentlerin belediyeleriyle tüketicilerin geniş kitleler halinde yoğunlaştığı metropol belediyeler arasındaki işbirliklerinin geliştirilmesi önem taşıyan bir diğer noktadır.
3. Çok Paydaşlı, Çok Aktörlü Yönetişim Süreçleri Ekseninde Kurulan Kooperatifler
Üçüncü modelde ise devlet kurumlarının, STK’ların ve uluslararası örgütlerin desteklediği küresel, ulusal ve yerel ölçekte çok sayıda aktörün dahil olduğu kooperatif yapıları öne çıkıyor. Özellikle Gaziantep, Hatay, Adana gibi şehirlerde kadın üreticiler, çiftçiler ve mültecilere yönelik destekleme, güçlendirme, istihdam ve sosyal uyum politikaları çerçevesinde kurulan ve faaliyet gösteren kooperatifler 2020 Covid Salgını sonrası hızla yaygınlaşmıştır (GIZ, 2023).[*] Bu modelde kooperatifler; merkezi devlet ve devlet dışı aktörler arası işbirlikleri çerçevesinde sosyal projeler, uluslararası örgütlerden alınan fon ve hibeler eşliğinde kurulmaktadır. Kadınların güçlendirilmesi, kapsayıcı/sürdürülebilir tarım-gıda politikaları ve mültecilerin sosyal uyumu gibi politika ve hedefler bu kooperatiflerin öncelikleri arasındadır.
Kent ölçeğinde yönetişim süreçleri ekseninde kurulan ve faaliyet yürüten kooperatifler çeşitli kurumsal destekler eşliğinde ağırlıklı olarak kırsal alanlar, kent çevresi ve kent merkezi arasında üretim ve tedarik alanında örgütlenmeye çalışıyorlar. Bu çerçevede faaliyet yürüten kooperatiflerin ağırlıklı kesimi; “organik, yerel, geleneksel, katkısız ve sağlıklı” gibi tanımlamalara konu olan tarımsal gıda ürünlerinin üretimi, işlenmesi ve satışı işinde yoğunlaşmıştır.
Çok paydaşlı kooperatifler içinde faaliyet yürüten kadınlar; üretici ortaklar, enformel üreticiler, ücretli ve gönüllü çalışanlar gibi çeşitli profiller altında faaliyet yürütüyorlar. Ancak profili ne olursa olsun bu kooperatifler içinde yer alan kadınların ağırlıklı kesimi güvencesizlik ve geçim sorunları içinde olan, kaynaklara erişimde sıkıntı çeken kesimlerden oluşmaktadır. Dolayısıyla kooperatiflerin sağladığı dayanışma, birlikte üretme, kaynaklara ve kamusal alanlara erişim olanakları sınırlı da olsa kadınlar için oldukça önemlidir.
Bununla birlikte çok sayıda kurum, STK ve uluslararası örgütün destekleme alımları, fon, makine ve hibe destekleri bu kooperatiflerin bağımsız örgütlenmeler haline gelmesine olanak tanımamaktadır. Kuruluşundan itibaren bağımlı gelişme gösteren kooperatiflerde organik, yerel, geleneksel ürünler temelinde markalaşma, kârlılık arayışı ve piyasayla eklemlenme çabası göze çarpan diğer bir noktadır. Dolayısıyla merkezi devlet ve devlet dışı aktörler, uluslararası örgütlerin kuruluş ve faaliyet sürecinde doğrudan yer aldığı bu kooperatiflerde kapsayıcılık ve sürdürülebilirlik temelinde yürütülen çeşitli sosyal politikalar yanında piyasayla entegrasyonun da hedeflendiğini görüyoruz.
Piyasayla entegrasyon çabası, dış kaynaklara bağımlılık ve kooperatifçilik ilkelerini birlikte sürdürme gayreti, bu modelde yer alan işletmelerin gelişimini oldukça çelişkili bir süreç haline getirmektedir. Bu çelişkilerin nasıl aşılabileceğine ilişkin bazı ipuçlarını sonuç bölümünde ele alacağız.
Sonuç Yerine…
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız farklı modellerin ortaya çıkışı, son dönemde Türkiye’de kooperatifçiliğin tek bir form ya da siyasal bağlama indirgenemeyeceğini; aksine farklı toplumsal kesimlerin çoklu krizlere farklı yanıtlar ürettiğini gösteriyor. Güvencesizlik, enflasyon, ekolojik yıkım, gıda krizi ve doğal afetler gibi çeşitli nedenler Türkiye’de toplumun geniş kesimlerin dayanışmacı örgütlenmelere ve kooperatif tipi örgütlenmelere olan ilgisini arttırmıştır. Dolayısıyla günümüz kooperatifleri yalnızca üye ortakların dar çıkarlarına odaklanan geleneksel işletmeler olmaktan çıkarak; toplumsal, kamusal, ekolojik sorunlar ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair daha geniş sorumluluklar üstlenen yapılara dönüşme eğilimi göstermektedir. Bu ağır yükler yanında piyasalaşma ve metalaşma süreçlerinin beraberinde getirdiği baskıların ve toplumsal, siyasal ayrışmaların kamucu temelde güçlü bir kooperatifçiliğin gelişmesine izin vermediğini söyleyebiliriz.
Modern kooperatifçilik doğuşundan itibaren farklı tarihsel koşullar altında farklı biçimler altında ilerlemiştir. Her dönemin kooperatifçiliği sistemik kriz ve dalgalanmalara belirli yanıtlar ürettiği gibi aynı zamanda sistemik hastalıkları da kendi içinde taşıyan bir özellik kazanmıştır. Türkiye’de de çoklu krizler, toplumda dayanışmacı örgütlenmelere olan ilgiyi arttırırken aynı zamanda kooperatifleşme pratikleri siyasal açıdan ayrışmış ve parçalanmış bir görüntü vermektedir. Yukarıdaki örnekler, Türkiye’de kooperatiflerin farklı siyasal yapılar, kurumlar ve sosyal ağlar çerçevesinde ilke ve uygulamalar bakımından oldukça ayrışmış bir şekilde geliştiğini göstermektedir.
E.P. Thompson (2004, s. 929-941), 19. yüzyıl İngiltere’sinde kooperatifçiliğin başarısını, Hristiyanlar, Radikaller gibi farklı dini, siyasi kimliklerden gelen kişilerin birlikte çalışabildiği toplumsal zeminlerin gelişmesine bağlamıştır.[†] Toplumsal, siyasal ayrışmaların aşılarak birlikler halinde örgütlenme pratikleri İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde de kooperatifçiliğin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Dolayısıyla Türkiye’de de farklı çevrelerde gelişen kooperatifçilik birikim ve deneyimlerinin birbirileriyle buluşmasına izin vermek ve hatta bu çerçevede yeni işbirlikleri ve işbölümünün gelişimini sağlamak büyük önem taşıyor.
Son dönemde kooperatifler, tedarik, lojistik ve pazara erişim süreçlerinde market zincirleri ve tekellerle rekabet etmekte zorlandıkları gibi üretici ortakların dağınıklığı, kaynak eksikliği, siyasi ayrışmalar ve kurumsal kapasite sorunları nedeniyle güçlenememektedirler. Dolayısıyla siyasal ayrışmaların ötesine geçen, kamusal çıkarları önceliklendiren, toplumsal dayanışma dinamikleriyle güçlü bağları olan birleşik bir kooperatif ekonomisi oluşturmanın önemi her geçen gün artıyor. Kooperatifçiliğin geleceği, temel gücünü dışsal aktörlerden değil kendi iç dinamiklerinden alan bir örgütlenme anlayışına; kooperatifler arasında yatay öğrenme ve deneyim aktarımına ve yeni bir kır-kent işbölümünü mümkün kılacak stratejik dayanışma ağlarının inşasına bağlıdır.
[*] Üçüncü model ekseninde kurulan kooperatiflerle ilgili veriler T.C. Çalışma Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü ve Alman Kalkınma İşbirliği Örgütü (GİZ) tarafından desteklenen ve 2023’te saha raporu olarak yayımlanan araştırmadan alınmıştır. “Kooperatiflerin İstihdam ve Sosyal Uyum Üzerindeki Etkileri Saha Araştırması Raporu” başlıklı çalışma Prof. Dr. Aylin Çiğdem Köne, Prof. Dr. Çağatay Edgücan Şahin, Doç. Dr. Ferit Serkan Öngel, Doç. Dr. Mehmet Cevat Yıldırım ve Dr. Öğr. Üyesi Uygar Dursun Yıldırım’dan oluşan bir araştırma ekibi tarafından tamamlanmıştır.
[†] Thompson, E.P. (2004) İngiliz İşçi Sınıfının Durumu, İletişim Yayınları.
Not: Öne çıkan görsel, Brecht Denil — Unsplash
Türkiye’de kooperatiflere böyle bir sınıflandırmayla bakma denemesi çok yararlı, çünkü farklı kategorik özellikleriyle kooperatif çalışmalarında yol gösterici olabilir. Ayrıca deneyim çeşitlenmesiyle öğrenmeye katkı sağlayabilir, değil mi?
Tanımlanan bu üç ayrı kümede kooperatifçiliğin uluslararası kabul görmüş her ilkesinde ne gibi durumlarla karşılaşıldığı ve bunun ilişkisel nedenleri üzerine gidilebilir. Bunların başında da bence kooperatifler arası işbirliği, tamamlayıcılık unsuru geliyor.
Bu anlamada üç grubun sınırları üzerinde herhangi bir konuda geçişkenlik (tek ya da iki yönlü) gözlenebilir mi? Burada zikredilen mevcut zayıflıklara böylece odaklanmak olası mı?
Değerli hocam, bildiğiniz gibi son yıllarda farklı kentlerde çok sayıda kooperatif kurulduğu gibi tasfiye ve kapanma sürecine girenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Bu yazıda, kooperatifçiliği güçlendiren hem de başarısızlığa götüren nedenleri tartışmaya açacak bir sınıflandırma yaklaşımı sunmaya çalıştım.
Daha önce de belirttiğim gibi, her grubun kendi içinde değerli imkanlar, birikimler ve öğrenme fırsatları barındırdığına inanıyorum. Bununla birlikte, sizin de dikkat çektiğiniz gibi, bu gruplar arasındaki sınırlar mutlak değil. Bir kooperatif aynı anda farklı ilkeler ve politikalarla örgütlenen sosyal ağlar, kooperatifler ve gruplar içinde faaliyet yürütüyor olabilir. Bunların sayıları ne kadar bilemiyorum ama bu tür geçişkenlikleri ve esneklikleri başarabilen yapıların piyasa baskısı altında daha dayanıklı ve uzun ömürlü olabileceğini düşünüyorum.
Öte yandan, “kooperatifler arası işbirliği” ilkesi teoride sıkça dile getirilse de, pratikte çoğu zaman ihmal edilen ve sistematik biçimde ele alınmayan bir alan olarak kalıyor. Devlet, belediye veya uluslararası kurum desteklerine yönelik beklentiler nedeniyle bu işbirlikleri ikinci plana atılabiliyor. Bu nedenle konuyu derinleştirmek bakımından bahsettiğiniz geçişkenlikleri, farklı modeller içinde kooperatif ilkelerinin durumunu derinlemesine ele alan bir yazı kaleme almak iyi olabilir.
Kıymetli öneri ve yorumlarınız için teşekkür ederim.