Tüketimcilik tatminsizliğimiz üzerinden mi gelişip büyüyor? Tim Jackson, öyle olduğunu ileri sürüyor. Tüketimciliğin başarısı gereksinimlerimizi karşılamada değil, bizi tekrar tekrar hayal kırıklığına uğratmaktaki olağanüstü yeteneğinde yatmaktadır. (Bu yazı ilk olarak 15 Eylül 2017 tarihinde The New Internationalist internet sitesinde yayınlanmıştır.)
Satın alma sonrası uyumsuzluk, psikologların kullandıkları bir ifadedir. Bazen aldığımız ürünün, satın almış olduğumuz vaadi yerine getirmediğini fark ettiğimizde yaşadığımız hayal kırıklığını tanımlar. İlk bakışta tuhaf bir anomali. Daha derin düşünüldüğünde, büyük ve gösterişli binanın tamamının yapısal temeli olduğu ortaya çıkar. Tüketici toplumunun lokomotifi tatminsizliktir. Bu, retorik bir iddiadan daha fazlasıdır.
Tüketiciliğin daha belirgin cazibeleriyle başlayalım; örneğin, parıltı ve aşırı lüks. Yeni ürünler kapitalizmin tam merkezinde durur. Yenilik, girişim için hayati önem taşır. Joseph Schumpeter bunu yaratıcı yıkım olarak isimlendirmişti. Yeni için eskiyi sürekli fırlatıp atmak; girişimcinin yeni pazarlar ve onları dolduracak yeni ürünler için aralıksız arayışı.
Bunun işe yaraması için, yenilik insan kalbinde belirleyici bir yer işgal etmelidir. Ama sorun değil, çünkü anlaşılan yeni şeyleri seviyoruz. Tüketim mallarını sadece gereklilikleri için değil, simgesel değerleri için de seviyoruz. Maddi nesneler antropolog Mary Douglas’ın ‘malların dili’ olarak tanımladığı şeyi oluşturur. Bu dili birbirimize öyküleri, örneğin ne kadar önemli olduğumuzu, anlatmak için kullanıyoruz. Gösterişçi tüketim yeni ürünlerle gelişir. Ancak yenilik umuda da işaret eder. Yenilik, kendimiz ve çocuklarımız için daha parlak ve daha ışıltılı bir dünya vaadini sunar.
Asla tatmin olmayan tüketici
Tüketicinin en parlak ödülü, ölümsüzlük vaadinin kendisidir: Düşlemin hayal edebileceği hiçbir şeyin eksik olmadığı, asla ihtiyaç duyulmayan, asla hiçbir şeyin yetersiz olmadığı dünyevi bir cennet. Böylece kendimizi güçlü bir sosyal mantığın pençesinde buluruz. Bir yanda ekonomik yapı, diğer yanda insan ruhu bizi tüketiciliğin ‘demir kafesine’ bağlar.
Sistemin kaygıya dayandığı fark edildiğinde, kapitalizmin parlak yüzeyindeki ilk çatlak ortaya çıkar. Adam Smith buna ‘utanmadan yaşama’ arzusu demişti. Utanç tüketici gereksinimlerini büyütür. Reklam verenler bunu çok iyi biliyorlar. Her zamankinden daha baştan çıkarıcı bir şekilde “arabanız (ev, tatil, dizüstü bilgisayar, tuvalet kağıdı…) sizin hakkınızda da ne söylüyor?” diye soruyorlar.
Smith’in zamanında, nispeten mütevazı bir mal grubuydu: Örneğin, ‘yokluğunda bir erkeğin ortalık yerde görülemeyeceği’ keten bir gömlek. Günümüzde sepet, sistemin çalışması için gerçekten de mecbur olduğu gibi, büyük ölçüde genişledi: Hızlı arabalar, hızlı yemek, hızlı moda: Kazara yenilikçiliğin meyvelerini satın almayı istemezsek, ekonomi çökmeye başlar. İşsizlik artar. İstikrarsızlık yanına çağırır.
Bu, tam da kaygının derhal tatminsizliğe dönüşmesinin nedenidir. Memnuniyetsizlik, harcama yapmak için duyduğumuz huzursuz arzumuzun güdüsüdür. Tüketici ürünleri cennet vaat etmelidirler. Fakat sistematik olarak çok ama çok daha azını vermelidirler.
Tüketici malları, psikologların gözlemlediği gibi bazen değil, sürekli olarak bizi yüzüstü bırakmalıdır. Tüketici toplumunun başarısı, ihtiyaçlarımızı karşılamakta değil, bizi tekrar tekrar hayal kırıklığına uğratmadaki olağanüstü yeteneğinde yatmaktadır.
Belki de bu karanlık bir sonuç gibi görünüyor. Benim için öyle değil. Buradan, tüketimciliğin nihayetinde neden çökmesi gerektiğini ve nasıl yerinin doldurulabileceğini anlayabiliriz. İnsanların doyumsuz bir şekilde tüketme eğilimlerinden ziyade, insan olarak gelişebilme yeteneklerine dayanan bir refah vizyonu oluşturabiliriz. Daha az tüketerek daha iyi yaşamanın nasıl mümkün olabileceğini keşfedebiliriz: Daha az şeyle daha fazla eğlenmek.
Oradan sonsuz büyüme iktisadının ötesine geçebilir ve herkes için işe yarayan bir ekonomi inşa etmeye başlayabiliriz. Geleceğin ekonomisinin kıtlık ve yoksunluk ile ilgili olmadığını öğrenmeye başlayabiliriz. Burası insan ihtiyaçlarının karşılanması açısından zengin bir yer. Tüketimciliğin ötesinde yeterli toplum vardır. Bitmez tükenmez tatminsizliğin ötesinde memnuniyet olasılığı yatar.
Not 1: Tim Jackson’un 21 Eylül 2017 tarihinde CUSP blogunda yayımlanan “Broken promises—the engine of consumerism” başlıklı yazısından Aylin Çiğdem Köne tarafından çevrilmiştir. Erişim
Not 2: Öne çıkan görsel, Anastasia Beltyukova