Psikoloji alanında uzmanlaşmış bir yazar ve gazeteci olan Francesc Miralles, Byung-Chul Han’ın son kitabı Spirit of Hope’yi (Umudun Ruhu) inceliyor. Miralles, Güney Koreli ünlü düşünürün umudun nasıl yeni yollar yaratabileceğini ve felç edici korkudan kaçmamıza nasıl yardımcı olabileceğini anlatan kitabından üç ders çıkarmış.


Güney Koreli ünlü düşünür Byung-Chul Han’ın son kitabının teması olarak umudu seçmesi biraz sürpriz oldu. Berlin’de yaşayan ve kısa eserlerini Almanca yazan filozof, The Burnout Society (Yorgunluk Toplumu) ve Non-things: Upheaval in the Lifeworld gibi kitapları sayesinde kapitalizm ve neoliberalizm eleştirileriyle tanınıyor: Umudu seçmek, tünelin ucundaki ışığı bulmanın bir yoludur, akıntıya karşı gibi görünen ama yaşadığımızı hissetmek için ihtiyaç duyduğumuz bir duygu ya da vizyondur.

Ancak 150 sayfadan az olan Spirit of Hope (Umudun Ruhu) başlıklı kitap, nihayetinde her şeyin yoluna gireceğine inanan naif bir insanın vizyonu değildir. Kitap, önetkin (proaktif) olmaktan doğan bir umuda atıfta bulunuyor çünkü kimsenin bizim için açmayacağı yeni yolları o aydınlatıyor. Düşünürün de belirttiği gibi, umut tam olarak umutsuzluktan, olumsuzluktan doğar ama bizi yeni durumlara ve topraklara, henüz var olmayana götüren bir pusuladır.

Depresyona çok yatkın olan Winston Churchill’in bir sözü var: “Cehennemden geçiyorsan yürümeye devam edeceksin.” Bu tavsiye, iyi ya da kötü her şeyin, tıpkı hayatın kendisi gibi geçici olduğunu ima eder.

Byung-Chul Han’a göre umudu öldüren şey umutsuzluk değildir; tam tersine, umutsuzluk umudun başlangıç noktasıdır, yolculuğun ilk adımıdır. Kitabın girişinde açıkladığı üzere, umudun karşıtı korkudur. Yazarın deyişiyle: “Bir krizden diğerine, bir felaketten diğerine, bir sorundan diğerine sürükleniyoruz. Çözülmesi gereken o kadar çok sorun ve yönetilmesi gereken o kadar çok kriz varken hayat hayatta kalmaya indirgenmiş durumda.” Güney Koreli düşünür için hayatta kalma modunda yaşamak bizi depresyona ve korkuya zincirliyor ki bu da harekete geçmemizi imkânsızlaştırdığından kapıları kapatıp özgürlüğümüzü elimizden alıyor. Gelecekten korkan biri kendi geleceğini düzenleyemez ya da geleceğini yaratamaz. Bir çeşit kendini gerçekleştiren kehanetin parçası olur.

Byung-Chul Han’ın dikkat çektiği gibi, korku sözcüğünün Almancası (Angst), Latince’de gerginlik veya darlık anlamına gelen angustia sözcüğünden gelir. Başka bir deyişle, korkumuz ne kadar büyük olursa hareket alanımız o kadar daralır. Bu yüzden gergin biri, öyle ya da böyle, köşeye sıkışmış hisseder.

Panzehir umuttur çünkü düşünürün sözleriyle, “bize yol boyunca işaretler bırakır. Umut ilerlememizi sağlayan tek şeydir. Bize anlam ve yön verir […] Ve eylemlerin bir anlam ufkuna ihtiyacı vardır.” Nasıl ki korku bir şeyleri imkânsız kılıyorsa, umut da, Danimarkalı düşünür Søren Kierkegaard’ın tanımlamasıyla, mümkün olan şeyler için duyulan tutkudur.

Bu değerlendirmeleri pratik anlamda özetleyecek olursak, üç sonuca varabiliriz:

  1. Umutlu olmak yeni olasılıklar görmektir. Başka bir deyişle, mevcut durumumuzdan uzak olsalar bile başka durumları öngörmek. Byung-Chul Han, Yeni Ahit’teki Romalılara Mektup’tan bir alıntı yapıyor: “Görülen umut, umut değildir: Gördüğü şeyi kim umut eder?” Yani umutla ilgili vizyoner bir şey var.
  2. Bir pasif umut vardır, bir de önetkin (proaktif) umut. İlki bizi gelişmelerin insafına bırakır. İkincisi yeni olasılıkları hayata geçirmek için çalışmamızı gerektirir. Nitekim, Fransız oyun yazarı Gabriel Marcel umudun bir dokuma olduğunu söylemiştir: “Süregelen bir deneyimin dokusunda […] henüz sona ermemiş bir maceranın içinde saklıdır.” Yani, daha iyi bir şeye doğru ilerleme süreci ile ilgilidir.
  3. Umut her şeyin geçici olduğunu varsaymak demektir. Dolayısıyla, zor bir durumdan çıkmamız sadece bir an meselesidir. Umutsuz kişiler genellikle içinde bulundukları durumun kalıcı olduğuna inanırlar. Depresyondaki bir kişi kendini asla daha iyi hissetmeyeceğine ikna ederken, tüm dünyanın kendisine karşı olduğunu hisseden kişi ömür boyu mahkum olduğuna inanır. Bu ıstıraptan kurtulmak için kişi parçayı bütün olarak kabul etmekten kaçınmalıdır. Her kötü an hikâyenin sadece bir bölümüdür. Bir sonraki farklı olabilir. Doğru eylemlerle olaylar ve koşullar değişecektir.

Şair Emily Dickinson umudu şu güzel imgeyle tanımlamıştır:

“Umut”, o tüylü şeydir –
Ki ruha tüner –
Ve şakır durur sözsüz bir ezgiyi –
Ve hiç durmaz – hep öter –

İyimserliğe karşı umut

Byung-Chul Han son makalesinde, pasif ve sınırlı olarak gördüğü iyimserlik ile umut arasında net bir ayrım yapıyor. The Spirit of Hope‘ta şöyle açıklıyor: “İyimserlik tüm olumsuzluklardan yoksundur. Şüphe ve umutsuzluk tanımaz […] İyimser kişi, geleceği açık bir olasılıklar alanı olarak görmese de işlerin sonunda iyi gideceğine inanır.”

Yazarın aşırı iyimserliğe yönelttiği eleştiriler arasında yanlış anlaşılan çekim yasası da yer almaktadır: Olumlu bir sonucu düşünmenin onun gerçekleşmesi için yeterli olduğu fikri. Byung-Chul Han’a göre bu çaba, “genellikle özel olarak uyandırılması ve teşvik edilmesi gereken” umudun kendisini beslemekle başlar.


Not 1: Francesc Miralles’in 28 Ağustos 2024 tarihinde El Pais’de yayımlanan yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim

Not 2: Emily Dickinson’ın şiirinin çevirisi Selahattin Özpalabıyıklar’a aittir. Seçme Şiirler (İngilizce-Türkçe) başlıklı kitaptan alınmıştır.

Not 3: Öne çıkan görsel, MichaelaPixabay

Kategori(ler): Görüş Yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


ReCAPTCHA doğrulama süresi sona erdi. Lütfen sayfayı yeniden yükleyin.