İnsanlar olarak birbirimize destek çıkma eylemlerimiz bir direnme yolu olabilir mi?
Şirketlerin büyük kontrol sahibi olduğu bir dünyada insanlar güvende hissetmiyorlar. Dijital çağın yükselişi mevcut endişelere yenilerini ekledi. İnternetin ilk dönemlerinde bu yeni icadın bilginin bağımsız ve serbest şekilde paylaşılmasına imkân vereceği düşünülürken geldiğimiz noktada, az sayıda firmanın sayısız insanın çevrimiçi iletişimi üstünde tekele sahip olduğunu görüyoruz. Bu, özgürlüklerimizi büyük şirketlere emanet edemeyeceğimizin en yeni ve çarpıcı örneklerinden biri.
Günümüzde, alternatif ekonomi araştırmalarının ve tartışmalarının büyük bir odağı, mevcut ekonomik sistemlerde gördükleri hataları düzeltecek çıkar yollar aramak. Sosyal ve dayanışma ekonomisi kuruluşları, kendi üyelerini ve topluluklarını destekleyen faaliyetler yürütürken bir yandan da hayatımızın her köşesini etkileyen ticarileşmenin ve piyasalaşmanın olumsuz etkilerini tersine çevirmenin yollarının peşindeler.
Fakat gerçekten modern sorunlar her zaman ve yalnızca modern teknolojiyi kullanan çözümleri gerektirir mi? Unuttuğumuz veya göz ardı ettiğimiz dayanışma yolları bize zenginlerin, büyük şirketlerin tarafını tutan bir ekonomiye karşı durmak için ihtiyacımız olan kaynakları verebilir mi? Bu sorular, sosyal ve dayanışma ekonomisi alanında araştırma yapan ve faaliyet gösteren pek çok kişiyi, ortaklaşa çalışma geleneklerini (mesela Türkiye’deki imece usulü iş yapma geleneği) incelemeye ve kullanmaya götürdü.
Onlardan biri de Colorado Boulder Üniversitesi’nde çalışan bir akademisyen ve aynı zamanda bir aktivist ve gazeteci olan Nathan Schneider. Schneider, kitabı Everything for Everyone (Herkes için Her Şey)’da bize kooperatif kültürünün çoğu insanın düşündüğünden daha köklü, daha yaygın ve daha etkili olduğunu hatırlatıyor. Gerçekten de olsa olsa Sanayi Devrimine dayanan modern şirket anlayışıyla karşılaştırıldığında, işbirliğinin geçmişi insanlığın erken dönemlerine gidiyor.
Schneider, birkaç farklı başarılı kooperatif örneği vermek yerine dünyanın pek çok yerinde, “sıradan” vatandaşların ihtiyaçlarının kooperatifler aracılığıyla karşılandığı ekonomik düzenlemelerin nasıl kapitalizmin totaliter kıskaçlarından korunmak için hayati bir araç olduğunu, onların bir parçası olan insanların gözünden sunuyor.
Kooperatifler ve diğer sosyal ve dayanışma ekonomisi kuruluşları pek çok durumda tam olarak bu, şirketlere bırakılmak için fazla önemli sahalarda ortaya çıkıyorlar. Eğer ekonomiler insan vücudu olarak düşünülürse, kooperatiflere de hastalıklara karşı direnme görevini üstlenen antikorlar olarak bakılabilir. Örneğin, yukarıda söz ettiğim dijital bilgi akışının tekelleşmesi, beraberinde bilgiyi daha demokratik paylaşmayı hedefleyen platform kooperatiflerini getirdi. Uber ve benzeri şirketlerin kötü uygulamalarının alternatifi, onlarla benzer bir formül kullanan ama sürücülerin sahibi olduğu ve çalışanlarının haklarını gözeten platform kooperatifleri oldu. Yani, kooperatif yapma fikri teknolojiden yararlanarak uygulamaya aktarıldı.
Bu çabalar belki daha çok sermayesi ve desteği olan büyük kurumlar kadar hızlı veya organize olmayabilir fakat sömürücü şirket kültürüne karşı küresel olarak bir kültürel direnme isteği olduğunu gösteriyorlar. Ortak dayanışma çabalarını, ana akım ekonomileri istikrarlı bir şekilde etkilemekten alıkoyan unsurlar çoğunlukla yetersizlikleri değil, zaten büyük şirketlerin hâkim olduğu alanlarda onlarla rekabet etme isteğine veya yeteneğine sahip olmamalarıdır. Öte yandan, Schneider’in de belirttiği gibi, gelir odaklı işletmelerin burun kıvırdığı alanlarda kooperatiflerin büyük fark yaratmaları mümkün: 20. yüzyılda ABD’nin büyük kısmında kırsal alanlara elektrik ulaştırılması kooperatifler sayesinde olmuştur örneğin.
Bu dayanışma çabalarının eğer geniş kitlelerin özgürlük ve güvenliklerini tehdit eden büyük şirketlere karşı etkili olmasını istiyorsak şu anki ayrık, dağınık halleriyle kalamazlar. Bir gelişmeye değil ama belki de bir birleşmeye ihtiyaç var. Kendi başlarına uğraşan kooperatiflerin, özellikle ülkemizde en çok yakındıkları sorunların başında soyutlanma, görünür olmama, yeterli desteği ve ilgiyi alamamak var. Kooperatifleri ve diğer dayanışma ekonomisi kuruluşlarını sistematik olarak bir ağın parçası haline getirmek, hem bu sorunların çözümüne önayak olacak, hem de daha büyük sorunlarla başa çıkabilecek şekilde ölçek arttırmalarına olanak sağlayacaktır.
Belli uluslararası kooperatif ağları olsa da henüz elimizde tek bir büyük çözüm yok. Zaten bölgesel gayretleri birleştirmeye çalışmanın onları kooperatif ilkelerinden uzaklaştırabileceği endişesi de haklı olarak mevcut. Fakat eğer köklü bir değişim yaratmak istiyorlarsa kooperatiflerin artık sadece kendi küçük, yerel topluluklarında kalma seçenekleri yok. Bu demek değildir ki, hepsi genişleme ve gelir arttırma çabalarına girişmelidir. Bu, kooperatiflerin bir bütün olarak karşılıklı iletişimde ve birbirlerinin bilincinde olmaları gerektiğidir.
Bu sayede, sistemsel değişimler gerektiği zaman, kooperatiflerin toplu birikim ve imkanlarından yararlanabilir, gerekli değişimlerin ne olduğuna karar vermek için demokratik yöntemler kullanabiliriz. Bu basit veya kolay bir süreç değil ama eğer bir direnme şansımız olmasını istiyorsak atmamız gereken hayati bir adım.
Not: Öne çıkan görsel, Arun Geetha Viswanathan — Unsplash