Tolstoy’un kısa öyküsü ana akım iktisat gözlüğü takmadan okunursa iktisada dair pek çok fikir göze çarpar. Eşit, adil ve yaşanabilir ekonomileri inşa etmek için iktisadın başlıca konularının birçoğunun kaçınılmaz olarak ahlaki ve siyasi olduğunu kabul etmeli; iktisadı etik kararların alındığı insani bir arenaya dönüştürmeliyiz.


Rus romancı, kasvetli bilimin kaçınılmaz olarak ahlak ve siyasetle iç içe olduğuna inanıyordu.

1886 yılında Leo Tolstoy ” İnsana Çok Toprak Gerekir mi?” adlı kısa öyküsünü yayınladı. Hikâyenin kahramanı Pahom adında fakir bir çiftçidir ve toprak sahibi olmayı hayal etmektedir. “Bol bol toprağım olsaydı hiç kimseden, hatta şeytandan bile korkmazdım!” diye düşünür. Şeytan onu dinler ve ona bir oyun oynamaya karar verir. Pahom daha fazla toprak satın almak için borç para alır. Sığır yetiştirir, mısır eker ve zenginleşir. Topraklarını kâr ederek satar ve düşük fiyatlara geniş araziler satın alabileceği yeni bir bölgeye taşınır. Kısa bir süre için hâlinden memnundur, ancak elde ettiği refaha alıştıkça memnuniyetsizliği artar. Buğday yetiştirmek için hâlâ arazi kiralamak zorundadır ve aynı arazi için daha fakir insanlarla çekişmektedir. Daha da fazlasına sahip olmak her şeyi kolaylaştıracaktır.

Pahom çok geçmeden, nehir kıyısındaki verimli bir ovada yaşayan ve topraklarını yok pahasına satan uzak bir topluluk olan Başkurtları duyar. Çay, şarap ve başka hediyeler alır ve oraya gider. Başkurtların reisi toprağı gün hesabıyla sattıklarını söyler. Bin ruble gibi cüzi bir fiyata Pahom, gün batımından önce başlangıç noktasına döndüğü sürece bir günde yürürek etrafını çevirdiği kadar araziye sahip olabilirdi. Ertesi sabah Pahóm bozkırın yüksek otları arasında yola koyulur. İlerledikçe arazi güzelleşir. Uzak umutların cazibesine kapılarak hızlandıça hızlanır, uzaklaştıkça uzaklaşır. Derken güneş alçalmaya başlar. Geri dönmeye başlar fakat yorgunluk bastırır. Ayakları yara bere içindedir, kalbi sıkışmaktadır, gömleği ve pantolonu terden sırılsıklam olmuştur. Ağrıyan bacaklarıyla tepeye, “Bir sürü toprağı oldu!” diye haykıran reise doğru koşar. Ama çok geçmeden yere yığılır, ağzından kan gelmektedir. Başkurtlardan acıma ifade eden “cık cık” sesleri duyulur ve sonra Pahom’un uşağı küreği alıp iki metrelik basit bir mezar kazar. Hikâyenin başlığındaki soru cevaplanır: Bir insanın ihtiyacı olan toprak sadece budur.

Tolstoy bir iktisatçı değildi; hatta para konusunda o kadar savurgandı ki bir keresinde ailesinin kırsaldaki mülkünü bir iskambil oyununda kaybetmişti. Ancak “İnsana Çok Toprak Gerekir mi?“de para, psikoloji ve iktisadi düşünce hakkında birçok kavrayış bulunmaktadır. Her ne pahasına olursa olsun büyüme peşinde koşan Pahom, yalnızca kârını en üst düzeye çıkarmaya bakar; toprağın tükenmesini ve ilişkilerine verdiği zarar gibi olumsuz “dışsallıkları” göz ardı ederek, fırsat olarak algıladığı yeni bölgelere doğru durmaksızın genişler. Bir süre için genişleme döngüsü başarılıymış gibi görünür ve her aşamada Pahom’un genişlemek için sözde geçerli nedenleri vardır. Komşular iğrenç; kiralamamak daha verimli; iyi arazi ucuz. Aslında dar anlamda rasyonel davranmaktadır.

Ancak görünüşte rasyonel olan kararlar silsilesi nasılsa felaketle sonuçlanır. Pahom servetinin ulaştığı her yeni seviyede, sahip olduğu olanakların tadını çıkaracağı yerde hızla tatminsizleşir ve bir önceki mutluluk seviyesine geri döner. Hikâyenin sonlarında, yorgunluktan bitkin düştüğünde, binlerce rubleden vazgeçebilir, otlarda dinlenmeyi ve sonra yavaş bir yürüyüşle başlangıç yerine dönmeyi seçebilirdi. Fakat öylesine çok çaba harcamışken durmanın aptallık olacağına inandığından başarısızlığa mahkûm bu denemeye enerji harcamaya devam eder. Ölümünden dakikalar önce Pahom asıl hatasını fark eder. “Haddinden fazlasına göz diktim, her şeyi berbat ettim,” diye düşünür. Hesap edip düşünülmüş bir iş girişimi nasıl olup da bu kadar kötü sonuçlanabildi?

Pahom’un makûs kaderi, onun sağlıklı düşünemediğini söyleyerek açıklanabilir. Bugün, iktisadi yaşamın psikolojisini inceleyen davranışsal iktisatçılar “hedonik koşu bandı”ndan ve “batık maliyet yanılgısı”ndan bahsedip bunları düşünce hataları olarak görüyorlar; muhtemelen Pahom’un bu hatalı düşünme kalıplarının kurbanı olduğunu söyleyeceklerdir. Ancak Tolstoy aynı kalıpları farklı bir şekilde, ahlaki olasılıklar manzarası içindeki riskler olarak gördü. Şeytan bunları Pahom’un ruhunu ele geçirmek için kullanır; bu hatalı düşünme kalıplarının ilham verdiği kazanma arayışının ahlaki sonuçları, Pahom’un inançlarını ve davranışlarını altüst eder. İşe şeytan karışmadan önce Pahom mütevazı değerlere sahipti: Hikâyenin başında karısı, “Köylünün midesi küçüktür, ama uzun yaşar. Zengin olmayız belki ama karnımız hep tok olur” der. İnsanı mahveden açgözlülükten uzak bir hayat onun için mümkündü. Yine de Tolstoy’un hikâyesi sona ererken, Başkurtların zenginliğe karşı bu kayıtsızlığı, Pahom’u kendi değerlerine bir meydan okuma olarak değil, bir iş fırsatı olarak etkiler; onları bilge olarak değil, “cahil” olarak algılar.

Tolstoy iktisadi düşüncenin ahlaki bir boyutu olduğunu görmüştü. Ana akım iktisatçıların da böyle düşündüğü zamanlar oldu. İktisatçı John Maynard Keynes 1925’te “Çağımızın ahlaki sorununun Para Sevgisi ile ilgili olduğu her geçen gün daha net görünüyor” diye yazmıştı. Keynes, Tolstoy gibi, iktisadın başlıca konularının birçoğunun kaçınılmaz olarak ahlaki ve siyasi olduğunu kabul ediyordu. Başka bir vesileyle “usta iktisatçı… bir dereceye kadar matematikçi, tarihçi, devlet adamı, filozof olmalıdır” diye yazdı. Keynes, vakitsiz bir iyimserlikle, “hayatın zevklerini ve gerçeklerini elde etmenin bir yolu olarak görülmesi ve ayırt edilmesi gereken para sevgisi bir yana, bir mülkiyet nesnesi olarak para sevgisinin oldukça iğrenç bir hastalıklı durum” olduğunun farkına varılacağı bir gelecek tasvir etmişti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası kapitalizmin “çökmüş” ve “bireyci” doğasını eleştirerek, “akıllı değil, güzel değil, adil değil, erdemli değil” diye yazdı.

Bugün çoğu ana akım iktisatçının bu tür bir ahlaki ve estetik dil kullandığını düşünemiyoruz bile. İktisat, disiplinin kalbindeki etik ve siyasi soruları gizleyen teknokratik, sözde bilimsel bir kelime dağarcığına dayanıyor. Örneğin Milton Friedman 1953 tarihli bir makalesinde, ekonominin “tam da doğa bilimleriyle aynı anlamda ‘nesnel’ bir bilim” olması gerektiğini savundu. Peşi sıra pek çok iktisatçı bu görüşü kabul etti. Bu perspektiften bakıldığında Keynes’in, Tolstoy’un ya da herhangi birinin ahlaki değerlendirmelerinin konuyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu bilimsel tarafsızlık duruşu, ana akım iktisatçıların her türlü şüpheli iddiayı (ekonomik büyümenin ancak yüksek eşitsizlik ile mümkün olabileceği, artan şirket yoğunlaşmasının kaçınılmaz olduğu ya da yalnızca çaresizliğin insanları çalışmaya sevk edebileceği vs.) politikaya ve söyleme el altından yerleştirmelerine fırsat vermekte. Bu, kaçınılmaz ve değişmez “yasaların” sonucu olarak sunulan statükonun sürdürülmesinin bahanesi haline geliyor. Margaret Thatcher’ın ünlü ifadesiyle, “Başka alternatif yok.”

Ne ki Keynes ve Tolstoy’un yaklaşımlarını dirilten bazı iktisatçılar, iktisadın siyaset felsefesinin bir dalı olduğu fikrine karşı daha açık görünüyorlar. Thomas Piketty, “sosyal bilimlerde matematiğin eleştirel olmayan kullanımının bazen güçlü bir ebedi istikrar yanılsamasınına götürdüğünü” belirtmiştir. İktisatçı Albert Hirschman, toplumun en tepesinde yer alanların genellikle, statülerinin “mevcut süreçlerin kaçınılmaz sonucu” olduğunu ilan ederek “kamuoyunu etkilemeye” çalıştıklarını öne sürdü. Hirschman sözlerine şöyle devam etti: “Ancak bu kadar çok başarısız kehanetten sonra, öngörü gücü iddiasından biraz fedakârlık etmek pahasına da olsa, karmaşıklığı benimsemek sosyal bilimin çıkarına değil midir?” 1900 yılında Tolstoy, “Zamanımızın Köleliği” başlıklı kitabına aynı notları düşmüştü. “On sekizinci yüzyılın sonunda, Avrupa halkı, iktisadi yaşamın doğal ve kaçınılmaz bir biçimi gibi görünen şeyin, yani tamamen feodal beylerin iktidarına tabi olan köylülerin konumunun yanlış, adaletsiz ve ahlaksız olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini yavaş yavaş anlamaya başladı” diye yazdı. Fizik kanunlarını değiştiremezsiniz. Ancak iktisadi oyunun kurallarını değiştirebilirsiniz.

Peki, bunları nasıl değiştirmeliyiz? İnsanların malların gerçek fiyatını yansıtmayan ekonomik sistemlere (ekonomik sistemlerin işçiler, doğal çevre ve gelecek nesiller üzerindeki etkileri de dahil olmak üzere) tartışmasız yanlış gözüyle baktıkları bir gelecek hayal etmek mümkün. Örneğin, olağanüstü güç ve servet yoğunlaşmalarına izin veren mevcut şirket sahipliği modellerini saçma olarak görebilirler. Fakat bunların yerini ne alacak? Gerçek alternatifler neler? Tolstoy’un yaklaşımı bize pek cazip gelmeyecektir. Tolstoy çoğunlukla ahlaki ve manevi reformlara odaklanır.

Yine de daha iyi bir dünyanın mümkün olduğu yönündeki boş sözlere somut gerçeklik kazandıran ekonomik modelleri ve politikaları benimseyerek iktisat ve ahlakı evlendirmek mümkündür. Katılımcı bütçe, iklim bütçesi, iş güvenceleri, çalışanların mülkiyeti, gerçek fiyatlar, gerçek yaşam ücreti, düzensiz emek gücü için kamu hizmeti tarzında bir iş piyasası, dogmatik olmayan iktisat eğitimi ve servet eşitsizliğini azaltan yeni yatırım-sermaye modelleri gibi girişimlerin hepsi daha adil ve sürdürülebilir bir ekonominin güçlü unsurlarıdır. Üstelik bunlar zaten şu anda mevcut. Ütopyacılık suçlamalarına karşı halihazırda işleyen modelleri göstermekten daha etkili bir yanıt olamaz.

Bu yaklaşımları mevcut dünyamıza dahil etmek mümkündür. Örneğin belediye başkanları ve seçilmiş yetkililer, hükümette başka köklü değişiklikler yapmadan iklim bütçelemesini ve katılımcı bütçelemeyi uygulayabilirler. Emek kurullarının liderleri ve Çalışma Bakanlığı yetkilileri, düzensiz çalışanlar için kamu piyasalarının oluşturulmasına yardımcı olabilirler; sonuçta özel sektörde Uber gibi eğreti (gig) çalışma sistemleri zaten mevcut. İşletme sahipleri yeni mülkiyet yapılarına geçebilir (Patagonia’nın 2022’de yaptığı gibi) veya mallarını gerçek fiyatlarla satmaya başlayabilir. Yatırımcılar sermayelerini servet eşitsizliğini azaltacak şekilde kullanabilirler. İktisat ve işletme profesörleri, öğrencileri ve kamuoyunu alternatif yaklaşımlar konusunda bilinçlendirebilir. Güçlü mevkilerde olmayan sıradan insanlar da bu çabaları destekleyebilir. İspanya’nın kuzeyindeki Mondragon kasabası, dünyanın en büyük işçi kooperatifleri ve çok paydaşlı kooperatifler bütünleşik ağına ev sahipliği yapıyor ve aynı zamanda katılımcı bütçelemeyi de uygulamakta. Gerçek fiyatlandırmanın doğduğu Amsterdam şehri de iklim bütçelemesinin bir versiyonunu uyguluyor. Ve ortak mülkiyete sahip birçok işletme de gerçek yaşam ücreti ödemektedir. Gerçek insanlar, değerden arınmış, kendi kendini düzenleyen, değiştirilemez yasalar bölgesi yerine, ahlaki eylemin ve hesap verebilirliğin yeri olan ekonomi ülküsünü yaşıyorlar.

1933 yılında, Dünya İktisat Konferansı’nın açılışından hemen önce Keynes radyo dinleyicilerine hitap etti. “Dünyanın ihtiyaçları vahim” dedi. “Biz, hepimiz, işlerimizi kötü yönettik. Büyük zenginlik potansiyeline sahip bir dünyada sefil bir şekilde yaşıyoruz.” İktisatçılar hakkındaki sorusu ise şuydu: “Dünyanın şu anki şok edici durumu kısmen onların sergilediği hayal gücü eksikliğinden kaynaklanmıyor mu?” Tolstoy bir iktisatçı değildi ama bize değerli bir iktisat dersi verebilir. Ekonomi kavramımızı soyut güçlerin kişiler üstü alanından etik kararların alındığı insani bir arenaya dönüştürmeliyiz. Aksini yapmak, Keynes’in ifadesiyle, akıllı, güzel, adil ya da erdemli değildir.

Bu yazı “The Alternative: How to Build a Just Economy” (Alternatif: Adil Bir Ekonomi Nasıl İnşa Edilir) kitabından alınmıştır.

Nick Romeo UC Berkeley’de Gazetecilik Enstitüsünde ders vermektedir ve “The Alternative: How to Build a Just Economy” kitabının yazarıdır.


Not 1: Nick Romeo’nun 16 Ocak 2024 tarihinde The New Yorker’da yayımlanan yazısı Aylin Çiğdem Köne tarafından çevrilmiştir. Erişim

Not 2: Öne çıkan görsel, Plastov Arkady (1952)

Kategori(ler): Görüş Yazıları

Bir yorum

Tolstoy’dan Bir İktisat Dersi

  1. “Başka alternatif yok” için verilmiş çok etkili yanıtlar var bu yazıda. “Rasyonel” olanı bütüncül bir değerlendirmeye ve oradan yola çıkarak ahlaki bir tercihler dizisine dönüştürürsek, bir de bunu yaygın kabulle buluşturursak… Neden olmasın?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.