Dünyamızı altüst eden koronavirüs pandemisi, insanların ve doğanın sömürüsüne dayalı sistemin sınırlarını ve başarısızlıklarını gözler önüne serdi. Bu sistemin “normal” olarak kabul edilmesinin artık mümkün olmadığı fikri; bilim insanları, Birleşmiş Milletler sisteminin üyesi kuruluşlar ve aktivistler tarafından güçlü biçimde savunuluyor. Son iki yılda, farklı bir geleceği hayal eden, yeni bir ekonomik ve toplumsal sisteme geçiş talebini dile getiren bildiriler ve açık mektuplar yayımlandı. Bu yazıda, birçok ortak noktası olan üç güçlü metnin önerilerini gözden geçiriyorum.
Uluslararası Ekonomik Küçülme Hareketinin açık mektubu
Uluslararası Ekonomik Küçülme Hareketi, geçen yıl ülke liderlerine yönelik açık bir mektup yayımlayarak koronavirüs salgınından sonra şirketlerin değil, gezegenin ve insanların kurtarılmasına öncelik verilmesini istedi. 60 ülkeden 1.100’den fazla uzman ve 70’den fazla kuruluş tarafından imzalanan mektupta, “ekonomimizin düzelmesi ve adil bir toplumun temelinin atılması için beş ilke” sunuluyor.
1. Ekonomik sistemlerimizin merkezine hayatı yerleştirmek
Çabalarımızın merkezine, ekonomik büyüme ve savurgan üretim yerine, yaşam ve refahı koymalıyız. Fosil yakıt üretimi, savunma sanayii ve reklamcılık sektörlerinden mümkün olduğunca hızlı bir şekilde aşamalı olarak çıkmalıyız. Bu sırada sağlık, eğitim, yenilenebilir enerji ve ekolojik tarım gibi alanları korumalı ve bu alanların gelişmesini sağlamalıyız.
2. Herkes için iyi bir yaşamın ortaya çıkmasında hangi işlerin ne kadar gerekli olduğunu radikal bir şekilde yeniden değerlendirmek
Bakım işlerini daha fazla öne çıkarmalı ve kriz esnasında birinci derecede önemli olduğu kanıtlanmış mesleklere gerekli değeri vermeliyiz. Adil bir dönüşümü mümkün kılmak için yıkıcı sektörlerde çalışanların ihtiyaç duyduğu yapıcı ve daha temiz olan yeni iş türleri için eğitime erişimin sağlanması gerekir. Ayrıca genel olarak, mesai saatleri azaltmalı ve iş paylaşımı modelleri oluşturulmalıdır.
3. Temel mal ve hizmetlerin sağlanması hakkında toplumun örgütlenmesi
Müsrif tüketimi ve seyahatleri azaltmamız gerekirken yemek, barınma ve eğitim hakkı gibi temel insani ihtiyaçlar herkes için güvence altına alınmalıdır. Bunun için evrensel temel hizmetler veya evrensel temel gelir düzenlemeleri gibi araçlar kullanılabilir. Ayrıca, asgari ve azami gelir seviyeleri demokratik olarak tanımlanmalı ve uygulanmalıdır.
4. Toplumun demokratikleştirilmesi
Toplumun demokratikleştirilmesi, tüm insanların hayatlarını etkileyen kararlara katılabilmesi, özellikle toplumdaki ötekileştirilmiş gruplar için daha fazla katılımın sağlanması ve feminist ilkelerin siyasete ve ekonomik sisteme dâhil edilmesi anlamına gelir. Küresel şirketlerin ve finans sektörünün gücü demokratik mülkiyet ve gözetimle önemli ölçüde azaltılmalıdır.
Enerji, gıda, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlara ilişkin sektörlerin meta olmaktan ve finansallaştırılmaktan çıkarılması gerekmektedir. İşbirliğine dayalı ekonomik faaliyetler (örneğin işçi kooperatifleri) teşvik edilmelidir.
5. Siyasi ve ekonomik sistemlerin dayanışma ilkesine dayanması
Yeniden dağıtım ve adalet, şimdiki ve gelecek nesiller, ülkelerdeki sosyal gruplar ve Küresel Güney ve Küresel Kuzey ülkeleri arasındaki uzlaşmanın temeli olmalıdır. Özellikle Küresel Kuzey ülkeleri, mevcut sömürü biçimlerini sona erdirmeli ve geçmişteki sömürü faaliyetleri için tazminat ödemelidir. İklim adaleti, hızlı bir sosyoekolojik dönüşümü yönlendiren ilke olmalıdır.
Kalkınma ile ilgili konularda çalışan Hollanda merkezli akademisyenlerin bildirisi
Beş temel politika önerisinden oluşan bildiri daha sürdürülebilir, adil, eşitlikçi, sağlıklı ve dayanıklı bir (ekonomik) kalkınma biçiminin çerçevesini çiziyor.
1. Toplam GSYH büyümesine odaklanan kalkınmadan uzaklaşmak
Büyüyebilecek ve yatırıma ihtiyaç duyabilecek sektörler (kritik kamu sektörleri olarak adlandırılanlar ve temiz enerji, eğitim, sağlık ve diğerleri) ile kökten sürdürülemez olması veya sürekli ve aşırı tüketimi teşvik eden rolleri nedeniyle, küçülmesi gereken sektörler (özellikle özel sektör petrol, gaz, madencilik, reklamcılık vb.) arasında ayrım yapmak için toplam GSYH büyümesine odaklanan kalkınmadan uzaklaşmak;
2. Yeniden dağıtım üzerine odaklanmış bir ekonomik çerçeve
Evrensel bir sosyal politika sistemine dayanan temel vatandaşlık geliri, gelir, kâr ve servet için güçlü, artan oranlı vergilendirilme, çalışma saatlerinin azaltılması ve işin paylaşımı ve bakım işlerini ve sağlık ve eğitim gibi temel kamu hizmetlerini sahip oldukları öz değerden dolayı tanıyan yeniden dağıtım üzerine odaklanmış bir ekonomik çerçeve;
3. Onarıcı tarıma doğru tarımsal dönüşüm
Biyolojik çeşitliliğin korunmasına, sürdürülebilir ve çoğunlukla yerel ve vejetaryen gıda üretimine, ayrıca adil tarımsal istihdam koşullarına ve ücretlerine dayalı onarıcı tarıma doğru tarımsal dönüşüm;
4. Tüketim ve seyahatin azaltılması
Lüks ve savurgan tüketim ve seyahatten; temel, gerekli, sürdürülebilir ve tatmin edici tüketim ve seyahate doğru esaslı bir değişimle birlikte tüketim ve seyahatin azaltılması;
5. Borçların iptali
Özellikle çalışanlar ve küçük işletme sahipleri ve küresel güneydeki ülkeler için (hem daha zengin ülkelerden hem de uluslararası finans kurumlarından) almış oldukları borçların iptali.
UNRISD’den Yeni Bir Eko-Sosyal Sözleşme
Eşitsizlikler konusunda çalışan Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü (UNRISD), 2021-2025 stratejisinde, 20. yüzyılın sosyal sözleşmesi ile Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA)’nın gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını belirtiyor. UNRISD’in, daha kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir toplumları inşa etmek için önerdiği yeni ekolojik ve sosyal sözleşme, birçok açıdan 20. yüzyılın sosyal sözleşmesinden farklı. Bu farklılıklar şu şekilde sıralanıyor:
1. Herkes için insan hakları
Yeni eko-sosyal sözleşme, önceki sosyal sözleşmelerden dışlananlar veya kadınlar; kayıt dışı çalışanlar; etnik, ırksal ve dini azınlıklar; göçmenler ve LGBTQIA+ bireyler gibi ikincil bir rollere yerleştirilenler de dâhil olmak üzere herkesin insan haklarından yararlanmasını güvence altına almalıdır. Bu da kayıtlı istihdama bağlı sosyal yardımların ötesine geçen insan haklarına dayalı bir yaklaşımı gerektirir.
2. İlerici bir mali sözleşme
Yeni bir eko-sosyal sözleşme, iklim eylemi ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA)’nın uygulanmasını finanse edecek kaynakları toplayan ve finansman yükünü adil bir şekilde dağıtan yeni bir mali sözleşmeyle birlikte yürümelidir.
3. Ekonomileri ve toplumları dönüştürmek
Yeni eko-sosyal sözleşme, iklim değişikliğini ve çevresel yıkımı durdurmak; sosyal içermeyi ve toplumsal eşitliği geliştirmek için ekonomileri ve toplumları dönüştürmemiz gerektiğine dair ortak kabule dayanmalıdır.
4. Doğa sözleşmesi
Yeni eko-sosyal sözleşme, insanların küresel ekosistemin bir parçası olduğunu kabul etmelidir. Elzem ekolojik süreçleri, yaşam destek sistemlerini ve yaşam formlarının çeşitliliğini korumalı ve doğa ile uyum sağlamayı amaçlamalıdır.
5. Tarihsel adaletsizliklere odaklanmak
Küresel Güney’in sosyal değerlerinin, kapasitelerinin ve yerli halklarının bilgisinin sağladığı farkındalıkla, yeni eko-sosyal sözleşme, sömürgeciliği sonlandırmalıdır. Tarihsel adaletsizlikleri iyileştirmeli ve adil geçişler yoluyla iklim kriziyle adil bir şekilde mücadele etmelidir.
6. Toplumsal cinsiyet adaleti için sözleşme
Yeni eko-sosyal sözleşme, önceki sosyal sözleşmelerin eşitsiz bir cinsel sözleşme üzerine kurulduğunu kabul etmelidir. Yeni eko-sosyal sözleşme, üretim ve üreme faaliyetlerinin kadınlar, erkekler ve farklı cinsiyetler tarafından eşit olarak paylaşıldığı ve cinsel yönelimlere ve cinsiyet kimliğinin ifadelerine eşit saygı gösterildiği ve eşit hakların verildiği bir toplumsal cinsiyet adaleti sözleşmesi ile örtüşmelidir.
7. Yeni dayanışma biçimleri
Yeni eko-sosyal sözleşme, gelişim amacıyla dönüştürücü değişime yönelik yeni aşağıdan yukarıya doğru yaklaşımları gerektirir. Bu yeni yaklaşımlar; bilim, politika yapıcılar ve aktivistlerin müdahil oldukları toplumsal hareketleri ve ilerici ittifakları bir araya getirirler. Yeni eko-sosyal sözleşme, “onlara karşı biz” zihniyetinin üstesinden gelmeli, onun yerine iklim değişikliği, eşitsizlikler ve sosyal kırılmalar gibi küresel zorluklara karşı “birlik” ruhunu teşvik etmelidir.
Bize gereken…
Bize gereken, olağanüstü bir ekonomik ve toplumsal dönüşüm. Yukarıda aktardığımız metinler, bu dönüşümün yönünü gösteriyor; adil bir toplum ve doğa ile uyumlu bir yaşamın nasıl inşa edilebileceğine dair sağlam bir anlayış sunuyor.
Böyle bir dönüşümü gerçekleştirecek kaynak nerede diye soranlara, iktisatçı Ladislau Dowbor’un bir yanıtı var: “Ne yapılması gerektiğini biliyoruz… Ayrıca paramız da var, çünkü dünya GSYH’sı dört kişilik bir aile başına ayda 3.800 dolara eşit. Bizim sorunumuz, kaynak yetersizliği anlamında ekonomik değildir, sorunumuz tamamen köhnemiş bir toplumsal örgütlenme kavramıdır.”
Yani bize gereken, mevcut sistemin düzeltilmesi değil; yeni bir toplumsal örgütlenmeye geçiş. O nedenle, zenginlerin vakıfları aracılığıyla (daha az vergi ödemek için) “hayırseverlik” yapmalarına gerek yok; servet vergisi de dâhil olmak üzere paylarına düşen adil vergiyi ödesinler yeter.
Devletler ellerindeki kaynakları, her krizde kurtarılmayı bekleyen şirketlere boca etmek yerine, ülkelerinde yaşayan herkesin yeterli bir refah düzeyine ulaşması için kullansınlar; kimse yüzüstü bırakılmasın. Bununla birlikte, doğal sistemlerin onarılması için bütün olanaklar harekete geçirilsin.
Peki biz, sıradan insanlar? Toplumsal kurumlara, hükümetlere, şirketlere, sivil toplum kuruluşlarına, medyaya ve neredeyse en yakınımızdakilere güvenimiz yok. Bu yaşamda hak ettiğimiz payı alamadığımızı gördükçe umutsuzluğa savruluyoruz. İyileşmeye ihtiyacımız var. Ancak, iyi oluşumuz (refahımız) para ile çözülebilecek “kişisel” bir mesele olmanın çok ötesinde bir sorun. İnsan-insan ve insan-doğa arasındaki karmaşık karşılıklı bağımlılıklarla bu dünyada birbirimize bağlıyız. Bu bağımlılıklar bizi güçsüzleştirmiyor tam aksine, onlara sırtımızı dönmek bizi savunmasız kılıyor. Sıradan insanlar olarak dayanışmayı geliştirip büyütemeyecek kadar güçsüz olduğumuzu düşünmüyorum. Ya siz?