Berlin merkezli act for all, oldukça yeni bir sosyal girişim. Kâr amacı gütmeyen bu e-ticaret platformunun amacı, emeğin yönettiği küçük ve ölçeklenemeyen girişimleri sorumlu tüketicilerle buluşturmak. Türkiye’den dayanışmayı esas alan, emeğin yönettiği organizasyonlardan ithalat yapılması ve teknik bilgi sağlanması yoluyla bu yapıların desteklenmesi planlanıyor. Girişimin eş kurucuları Şifa Girinci [i] ve Anıl Girinci [ii] ile Berlin’den tatil için geldikleri Muğla, Kafaca’da buluştuk ve dayanışma üzerine uzun uzun konuştuk. Dayanışmanın gündelik yaşamın nasıl ayrılmaz bir parçası olabileceği üzerine kafa yormakla kalmayıp, eyleme geçtikleri ve çevresel ve sosyal etkileri dikkate alan alternatif bir platform geliştirdikleri için Şifa ve Anıl’ı yürekten kutluyorum.
Sanat pratiğiyle birleştirerek alternatifleri ortaya koymak
Şifa, bir sanatçı olarak ekonomik büyüme ve sürdürülebilirlik konuları ile nasıl ilgilenmeye başladın?
Ş.G: Lise ve üniversitede güzel sanatlar okudum ve klasik bir sanat eğitimi aldım. Güncel olaylar beni bu konular üzerine okumalara itti. Gezi olaylarına kadar ekonomiye dair bir bilgim yoktu. O dönemin sonunda, okumaların ardından Büyüme Efsanesi işini yaptım. Para harcadıkça, tükettikçe ulusal gelire katkımız var. Ama hafta sonu bir sandviç yapıp parka gittiğimizde, huzurlu ve keyifli vakit geçirdiğimizde ulusal gelire katkımız yok, çünkü bunlar hesaba katılmıyor.
Bir de sanatçı olmanın getirdiği sürdürülememe meselesi var. Sanatçı olmak, mesleki olarak kendi başına bir sorunsal: Emeği ölçemiyorsunuz, düzenli gelir yok, güvencesizlik çok fazla. Bu meselelerin üzerine bir de var olan krizler eklendiğinde, sanat pratiğiyle birleştirerek alternatifleri ortaya koymak benim için önem kazandı.
Bir sanatçı olarak, doğru bilinen şeylerin doğru olmadığını göstermeye çalışıyorum. Bir şeylerin yanlış gittiğini fark ettiğim meselelerde, “bakın bu da var”’ şeklinde alternatif doğruları ortaya koyuyorum. Akademik çalışmalarda olduğu gibi her şeyi nesnel söyleme zorunluluğun olmaması özgür hissettiren bir durum.
Dünyanın içinde bulunduğu durumda sanattan ne bekleyebiliriz?
Ş.G: Sanatın var olan meseleleri ortaya çıkarmakta güçlü bir etkisi var. Sanatçı olarak tek başınıza ürettiğiniz bir şeyi, dört duvar arasında sergilediğinizde sadece belli bir kesim bunu tüketiyor. Bunun toplum üzerinde belki gözle görülemeyen bir etkisi var, bazı zaman da hiç yok. Sanatın görünürlüğü kullanılarak sorunlar daha yalın ortaya konabilir. Anlatıları ele geçirip tekrar kurgulayıp ve sanatın görünürlüğünün üzerine koyup kamusal alanda göstermenin çok güçlü etkisi olduğunu düşünüyorum. Farklı disiplinleri bir araya getirip sesimizi duyurmak için sanat oldukça etkili bir alan.
Dayanışma ile ayakta kalmak
Son üç yıldır Berlin’de yaşıyorsun. Berlin’de hayat nasıl?
Ş.G: Berlin’i sanatçı şehri yapma politikalarıyla alakalı teşvikler, sanatçıların sosyal güvenliğini destekleyen sanatçı kasası gibi yapılar var. Bunun dışında benim için güzel olan taraf, Berlin’de çok fazla kâr amacı gütmeyen mekânın olması. Konularınız sosyal meselelere değiniyorsa, bunlar üzerinde bir tartışma ya da çözüm üretme odaklıysa proje yazıp birçok yerde işlerinizi gösterme şansınız var. Bunun dışında, Berlin dayanışmayı oldukça güçlü hissettiğim bir yer.
Sosyal Ekonomi blogunun ana temalarından biri olan dayanışmaya değindin. Berlin’de günlük yaşamda deneyimlediğin dayanışma uygulamalarından söz edebilir misin?
Ş.G: Berlin için fakir ama seksi şehir derler. Berlin gerçekten fakir, çok fazla evsiz var. Bunun dışında, çok sayıda geliri düşük sanatçı yaşıyor. Bu kişiler dayanışma ortamı sayesinde ayakta kalabiliyorlar.
İlk aklıma gelen örnek, bütün sokaklarda evlerin önünde bir kutu görürsünüz. Kutunun içerisinde çocuk kıyafetleri, kitaplar, ev eşyası, aklınıza gelecek her türlü şey olur. İnsanlar ihtiyacı olan şeyleri buradan karşılayabiliyorlar. Para olmadan hayatı sürdürebilmeye yardımcı olan bir yapı var.
Birçok bölgede aile merkezleri var. Yaşadığım mahalledeki aile merkezine belediye yer sağlamış ve farklı bölge ofisleri tarafından finanse ediliyor. Çok güzel ve büyük bu mekân içerisinde her yaş grubunda çocuklar, kadınlar ve aileler için ücretsiz etkinlikler var. İçerideki kafede yiyecek ve içecekler uygun fiyatlarla sunuluyor. Orada çalışıp bu yiyecek, içecekleri hazırlayanlar iş arayan kadınlar. Siz kafede otururken çocuğunuz etkinliklere katılabiliyor, oyun oynayabiliyor. Tamamen ücretsiz alanlar.
Ücretsiz değiş tokuş
Bu merkezlerde en başından beri dikkatimi çeken şeylerden biri, kıyafet odaları. Her yaş grubundan kıyafetlerin olduğu bir oda var. Çocuğunuz için ihtiyacınız olan bütün her şeyi karşılayabileceğiniz bir değiş tokuş alanı. Türkiye’de buna oldukça uzağız, aileler çocuklarına çoğunlukla sıfır eşya alıyorlar. Berlin’de o kadar insan bundan yararlanıyor ki… İnsanlar ikinci el dükkânlarını bile çok tercih etmiyor, tamamen ücretsiz değiş tokuşa, bütün eşyaları takas etmeye yöneliyorlar.
Aile merkezleri komşuluk ilişkilerinin güçlendirilmesine katkıda bulunuyor diyebilir miyiz?
Ş.G: Tabii. Bu merkezde, bütün mahalleyi tanıyorsunuz. Ben mesela, özellikle benim yaş grubumda çocuğu olan birçok kişiyi oradan tanıyorum. Çocuklar birbiriyle arkadaşlık ediyor. Bu aynı zamanda mahalle ilişkilerini de güçlendiriyor. Mahallede yaşayan herkes birbirini tanıyor. Başkalarının çocuklarıyla yakınlaşmanız size nesiller ötesi bir bakış açısı kazandırıyor.
Sistem insanların bir şekilde mütevazı olmasını da destekliyor.
Ş.G: Evet. Berlin deyince benim aklıma gelen bir diğer şey güzel insanların, iyi insanların olması. Berlin’de yaşayan birçok insan mütevazı. İnsanlar yatay ilişkiler kuruyorlar. Sonra, komşuluktan bahsedebiliriz. Komşuların birbirlerini tanıması ve ihtiyaçlarını karşılaması için bir çevrim içi bir platform oluşturulmuş. Birincil olarak komşuluk dayanışmasını hedefliyorlar.
A.G: Platform, komşunuzu tanımak üzerine kurulu bir sistem ve kâr amacı gütmüyor. İhtiyaçlarınızı komşularınızdan karşılamanızı sağlıyor. O gün köpeğinizi gezdiremeyecekseniz yan komşunuz size yardımcı olabiliyor. Ya da o akşam kalacağınız yer yoksa size yer gösteriyorlar. Tatile gidiyorsanız sütünüzü bırakabileceğiniz bir platform orası. Masrafsız olarak bütün ihtiyaçlarınızı birbirinizden giderebiliyorsunuz. İnsanların yazışıp birebir ilişki kurdukları bir alan. Herkes profil fotoğrafını, ne iş yaptığını, ne katkı sunabileceğini açıkça yazıyor. İhtiyaç duyduklarında sizi haberdar ediyorlar.
İyi, dürüst ve yardımsever ol
Ş.G: Bu platformda 3 tane kriter var: Güzel, iyi insan ol, dürüst ol, yardımsever ol. Klasik komşuluk dayanışmasının bir platforma taşınmış hali. Karşılıklı olarak ihtiyaçlar karşılanıyor.
Mahalle yaşamını, komşuluk ilişkilerini güçlendiren başka uygulamalar var mı?
A.G: İlişkiler ilk önce selamlaşarak ve toplu ortamlarda beraber bir şeyler yaparak başlıyor. Yaşadığımız mahallede daha adil sokaklar için sokakları kapatıyoruz. Sokakların çoğu araba sahiplerine ayrılmış durumda ama araba sahibi olmayan insanların da sokaklar üzerinde hakları var. Belirli dönemlerde arabası olmayan insanların, çocukların ve yaşlıların da sokakları kullanabilmesi için sokakları kapatmaya başladık. Bu sırada bireysel ve organik ilişkiler kuruluyor. Bu belirli bir çıkara değil, birbirinin işini görmeye dayalı bir ilişki biçimi. Ailelerin çocukları aynı kaplardan yemek yemeye başlıyor. Bu ortamda sizler de yemeğinizi paylaşmaya başlıyorsunuz. İlişkiler yavaş yavaş gelişiyor.
Ş.G: Sokak kapatmalarda her hafta pazar günü çocuklar kaykay kayıyor, bisiklete biniyor, sokaklara resim yapıyor. Bütün mahalle birbirini tanıyor. Bu ilişkiler anlamında da insana güven veren ve mutlu hissettiren bir durum. Çocuk bakımında komşuların karşılıklı yardımlaşması, birbirilerinin çocuğuna bakması çok önemli ve bunun değerli olduğunu deneyimliyoruz. Berlin’i daha ayakta tutan şeylerden biri dayanışma gibi geliyor bana.
Anlattıklarınızdan yola çıkarak Berlin’de piyasa ilişkilerinin dışında ilişkiler kurulabildiği sonucu çıkarılabilir mi?
A.G: Gelir seviyesi düştükçe, alım gücü zayıfladıkça ya da insanlar boş vakitlerini daha fazla satmak istemediğinde; kendilerine kalan zamanı daha ucuz ya da parasız olarak eğlenceye ayırabileyim diyen bir zihniyet mevcut. Piyasa ilişkilerine teslim olmamaya çalışıyorlar.
Piyasa ilişkilerine teslim olmamak için dayanışma
Berlin’de konut piyasası finansallaşmış durumda. Konutlar fonlar tarafından satın alınıyor. Alışveriş yapılan alanlar bu fonların eline geçiyor. Bunun sonucunda kiralar yükselmeye, gıda fiyatları artmaya başlıyor. İnsanlar yükselen kiralarla boğuşmak ya da evlerini boşaltmak seçenekleri ile karşı karşıya geliyorlar. Bu ortamda yaşadıkları mahalleden ayrılmak istemeyenler dayanışmak zorunda kalmışlar. İnsanlar arasında bunun getirdiği bir yakınlaşma mevcut.
Berlin merkezli, kâr amacı gütmeyen yeni girişiminiz act for all için sizi kutlarız. Bildiğimiz kadarıyla, bu e-ticaret platformu emeğin yönettiği girişimler ile sorumlu tüketiciler arasında aracılık yapmayı amaçlıyor. Bize act for all’un ortaya çıkış öyküsünü anlatır mısınız?
A.G: Action for all’u uyum sağlaması için ‘act for all’ olarak kısalttık. Herkes için harekete geçmek, herkes için eylem olarak çevirebiliriz. Her şey faaliyetlerimizin, ekonomik ilişkilerimizin toplumun çoğunluğu için ne ifade ettiğini sormakla başladı. Örneğin bir kavanoz çikolatalı fındık kreması tüketiminin arkasında, fındık üretiminden tutun, bambaşka coğrafyalardaki kakao üretimine kadar pek çok zincir var. Bu üretimi yapanlar emeğinden başka satacak bir şeyleri olmayan, işsizlikle boğuşan insanlar ve toplumun en kırılgan ve en kalabalık kesimleri. Tüketimimiz bu insanları, onların çocuklarını ve doğayı etkiliyor. Biz, hep gelecek nesillerden ne kadar çalıyoruz diye soruyoruz. Yaşadığımız şehirlerde insanların hayatlarının ve doğanın çok olumsuz şekilde etkilendiğini gördük.
Act for all: Herkes için eylem
Bizi harekete geçiren, birincil ihtiyaçlarımızı sermaye şirketlerinden alıp dayanışma ile kurulmuş yani insanların sadece emekleri ile birbirlerine bağlı oldukları organizasyonlara geçirebilir miyiz düşüncesiydi. Hem gelecek nesillerden çalmayacak yani kaynakları düzgün kullanacak hem de herhangi bir emek sömürüsüne dayanmayacak bir tüketimin peşine düştük. Emeğin yönettiği küçük ve ölçeklenebilir olmayan girişimleri sorumlu tüketicilerle buluşturmak için yola çıktık.
Emek tarafından yönetilen girişimler, birincil amacı kâr olan sermayeye dayalı şirketlerinin erişebildiği hizmetlere, örneğin ihracat ağlarına ulaşmakta çok ciddi engellerle karşı karşıya. Act for all olarak, Türkiye’de dayanışmayı esas alan organizasyonlardan ithalat yapacağız. Bunu yaparken onları teknik bilgi sağlayarak destekleyeceğiz.
Dayanışmayı esas alan organizasyonlar denildiğinde ilk akla gelen kooperatifler olmakta. Sanırım siz de kooperatiflerle çalışmayı hedefliyorsunuz.
Bütün dünyada ve Türkiye’de bir kooperatifleşme dalgası var. İlk başlangıç noktamızın onlar olabileceğini düşündük. Ama hassas olduğumuz iki nokta var. Birincisi, üretimlerinin çevresel olumsuz etkilerinin en az düzeyde olmasını sağlamak. İkincisi de güvencesiz istihdam tarafı. Üretim yapan insanların haklarının ödendiği bir yapı dışında başka bir yapı ile çalışmak istemiyoruz. Onun dışında, asıl ulaşmak istediğimiz yer; beraber karar veren, çalışanların da üretimde, dağıtımda, fiyatlamada, ekonomik faaliyetin genişletilmesinde ya da daraltılmasında söz sahibi olduğu yapılarla çalışmak. Bu yapıları emeğin yönettiği konfigürasyonlar olarak adlandırıyoruz. Bunlar, iki kişilik bir karı-koca işletmesi ya da beş kişilik bir arkadaş üretim çevresi olabilir.
“Emeğin yönettiği yapılarla çalışmak istiyoruz”
Kooperatifler hâlihazırda kurumsallaşmış bir yapıya sahip oldukları için onlardan başlamak istedik. Ancak kooperatiflerle sınırlı olmayacağız. Herhangi bir çalışma potansiyeline ya da üretim kapasitesine sahip ama bunu gerçekleştirmemiş, bir fikri olup elinde üretim araçları olmayan ancak “biz bunu beraber başarmak istiyoruz” diyen yapılarla da çalışmak istiyoruz. Tekstilden örnek verirsem; elinde dikiş makinesi olmayan, tasarıma ulaşımı olmayan ya da çevreye duyarlı girdi malzemelerine erişimi olmayan ya da bunları nasıl alacağını bilmeyen ama bir potansiyel taşıyanlarla çalışabiliriz.
Ş.G: Konsept ve sistem dizaynında birincil olarak kadın emeği üzerine gitmek istiyorum. Hayatımda dönüm noktalarından biri olan anne olmak, beni görünmeyen kadın emeği, ev içi emek meselelerine taşıdı. Kadın mücadelesiyle ilgili birçok şey olup biterken, kadınların ekonomik olarak istihdama katılması ve güçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onun için kadın kooperatifleri ve kadın üretimi üzerine yoğunlaşıyoruz ve saha çalışmalarına da başladık.
Yani özünde, çevreye olabildiğince az zarar veren üreticilerin sömürülmesini engellemeye ve emeklerinin karşılığını almalarına çalışacaksınız.
A.G: Evet. Fiyatları zamanla yukarıya çekmek istiyoruz. Sermaye kârlılığı olmayacağı için bu işlerde emeğin karşılığında ödediğimiz rakamı yükseltmek gibi bir hedefimiz var. Beş yıl içerisinde bugün ödediğimiz rakamdan daha fazlasını ödemek gibi bir niyetimiz var. Bunu yapmadığımız noktada neden yapamadığımızı da açıklamak istiyoruz.
Act for all için sosyal girişim tanımlaması yapılabilir mi?
A.G: Sosyal girişim konusunda kavramsal bir kargaşa söz konusu. Avrupa’da özellikle etki yatırımı (impact investment) çok popüler bir konu ve pek çok fon sosyal girişimlere yatırım yapmaya başladı. Üçlü performansta (triple bottom line), risk ve getiri bileşenlerinin yanına sosyal fayda ekleniyor. Fakat bu yatırım ağlarına, etki fonlarının oluşumuna baktığımızda aslında finansın kendisinden başka hiçbir şey görmüyoruz.
“Act for all ’u sosyal yatırım olarak görmüyoruz”
A.G: Biz act for all’u hiçbir zaman bir sosyal yatırım olarak görmüyoruz. Dolayısıyla hedefimiz tamamen sosyal fayda. Benimsediğimiz yaklaşıma göre, sermayemiz de buradan elde edilecek gelir de bir kamu değeri, bir kamu malı olarak görülecek. Sosyal faydayı ölçmek gibi bir anlayış içinde değiliz. Bununla vakit ve enerji kaybetmek istemiyoruz. Tek hedefimiz sosyal faydayı genişletmek. Bunun için farklı gelir havuzları oluşturmak zorundayız. Faaliyetler kimi anlarda daha kârlı olacak, kimileri belki de zarar eden faaliyetler olacak. Buradan edinilecek herhangi bir kâr mutlaka başka bir sosyal girişimin pazarlama faaliyeti ya da sermaye giderleri için kullanılabilir olacak. Son noktada, sosyal faydamızı olabildiğince emek temelli oluşumlara verdiğimiz gelirle ölçeceğiz. Yatırımcılarının küresel anlamda girdikleri o mücadelede olmamak için rakam fetişizmine düşmeden duygusal etkiye ve anlatılara odaklanmak istiyoruz.
Act for all kaç kişiden oluşuyor?
Ş.G: Ben sistem dizaynı tarafındayım. Temelde 3 kişi yoğun olarak çalışıyoruz. Onun dışında ihtiyacımız oldukça her alandan destek alıyoruz.
A.G: Ekipte Türkiye’de uluslararası bankalarda hazine finans işleri yapmış iki finansçı ve online pazarlama tarafında iki kişi bulunuyor. Ayrıca, İstanbul’dan bir küratör arkadaşımız var, medya tarafıyla ilgilenen bir başka arkadaşımız var. Hem çalıştığımız insanların hem de bizim bilançomuzun herkese açık olacağı açık defter yönetimi (open book) sistemiyle çalışmak istiyoruz. Bunun için ayrı bir denetleme ekibi oluşturacağız.
“Daha güçlenmiş ve kendine güvenen kadınları hayal ediyorum”
Önümüzdeki beş yıl içinde act for all’u nerede görmek istersiniz?
Ş.G: İşler büyürse elde edeceğimiz gelirle Türkiye’de aile merkezleri kurmayı hayal ediyorum. Çocuk bakımı hizmetine erişebilmek ve sosyalleşmek, çocuklarını kreşe verme imkânı olmayan ve çocuk bakmak zorunda olduğu için çalışamayan kadınların temel hakları. Çocuk bakımı hizmeti verilen, insanların sosyalleşebileceği mahalle yapılarının gerçekleştiğini hayal ediyorum. Küçük küçük yapılar olabilir, belki içinde jimnastik olanağı olmaz ama pedagog olur, kadınlar sorunlarını anlatabilir, çocuklar sosyalleşebilir… Bu yapılar sayesinde kadınların kendine daha çok güvenmesi, bunun sonucundaki iyileşme, duygusal tarafta görmek istediğim şey. Daha güçlenmiş ve kendine güvenen kadınları hayal ediyorum beş yıl sonrasında.
Dayanışmaya çağrı
Sosyal Ekonomi’nin okuyucularına son olarak ne söylemek istersiniz?
Ş.G: Dayanışmaya çağrı yapıyorum. Hepimizin farklı yetenekleri var. Bireysel bir mücadeleden, kurtuluştan ziyade farklı yetenekleri olan herkes bir araya gelip toplumun iyileşmesi için çalışabilir. Birlikte daha iyi şeyler yapabileceğimizi düşünüyorum. Pandemi sonrası krizden nasıl çıkabiliriz? Derin bir depresyon ve belirsizlik var, sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Bu krizden güçlenerek çıkmak için daha çok dayanışmaya, daha çok böyle fikirleri bir araya gelip ilerletmeye ihtiyacımız var.
A.G: Çalışma dışında kalan boş dediğimiz zamanları, eğlence zamanlarını para harcamadan geçirebilmenin mümkün olduğunu ve bunun yapmak için çok fazla şeye değil, yalnızca biraz dayanışmaya ve bu yönde bir niyete ihtiyacımız olduğunu söylemek istiyorum.
Her yerde biten AVM’lere, deniz kenarlarının ticarethanelerce işgal edilmesine karşı, ortak alanlarımızı isteyerek başlayabiliriz diye düşünüyorum. Ortak alanlarımız işgal edildiğinde ve buralara artık para ödeyerek girmeye başladığımızda, çalıştığımız zamanı arttırmak zorunda kalıyoruz. Daha az çalışarak daha keyifli vakit geçirmenin mümkün olduğunu, bunun bir para ve kazanç meselesi olmadığını gördüğümüzde, çocuklarımızla hayatımız güzelleşecektir. Çok sayıda insan, bu eğlence zamanlarını daha iyi geçirebilmek amacıyla çok fazla para harcıyor ve bunun baskısı altında yaşıyor. İlk önce eğlence zamanlarımızı biraz daha az para harcayarak geçirmenin yolunu bulursak, ortak alanlarımızı bize ait hale getirirsek hayat biraz daha kolaylaşacak. Böylece işteki dayanışmayı düşünmeye zamanımız olacak.
Son on senede hayatımı sermaye ve para piyasalarından kazandım. Şimdi insanlar yatırım tavsiyesi istediğinde, arkadaşlarına borç vermelerini öneriyorum. Bireysel olarak yakaladığınız bir tüyo ile başınıza talih kuşu konabilir ama oradan elde ettiğiniz gelir özel hastanelere, özel okullara gidiyor. O yüzden dayanışmanın yeni para olduğunu, asıl sahip olduğumuz varlığın dayanışma olduğunu söyleyebilirim.
“Dayanışma bizim için yeni para”
Ş.G: Dayanışma yeni para tabii. Bunu hepimiz farklı şekillerde anlatıyoruz, pratiklerimiz farklı belki ama dayanışma bizim için yeni para. Pandemiden sonra başka bir seçenek göremiyorum; ya güvensizliğimiz ve yoksulluğumuz derinleşecek ya da dayanışma ile yeni çıkış yolları bulacağız.
[i] Şifa Girinci Muğla’da 1985 yılında doğdu. 2003 yılında Muğla Güzel Sanatlar Lisesi’nden, 2007 yılında Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. 2017 yılından bu yana Berlin’de yaşıyor ve çalışıyor.
[ii] Anıl Girinci 1985 yılında Muğla’da doğdu. 2008 yılında başladığı çalışma hayatını çeşitli uluslararası finans kuruluşlarında sermaye ve para piyasaları alanında sürdürdü. 2018 yılından bu yana Berlin’de yaşıyor.
Not: Söyleşinin ses kaydı çözümlemesini yapan Ekin Yatarkalkmaz’a teşekkür ederim.