Sosyal Ekonomi blogu olarak, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok hızlı büyüyen, ancak yeterince iyi bilinmeyen sosyal girişimciliği sahadaki örnekler ile daha yakından tanımaya ve öğrenmeye çalışıyoruz. Bu hafta söyleşi köşemizin konuğu, Joon. Farsçada ‘can, yaşam’ anlamına gelen Joon, Ankara’da bir tasarımcı ve bir işletmeci tarafından dezavantajlı bireylerin ve grupların topluma sosyal ve ekonomik katılımlarını kolaylaştırmak için kurulmuş bir sosyal girişim. Geçim kaynakları sınırlı olan üretici grupları için bir kapasite geliştirme platformu olarak çalışıyorlar. Birlikte çalıştıkları grupların üretim potansiyelleri ve kısıtları çerçevesinde onlar için en uygun tasarımları geliştiriyorlar. Bana göre yaptıkları işle ürünleri başka bir boyuta taşıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda konuk ettiğimiz Zeytindalı Kadın Kooperatifi ile olan çalışmaları bunun en somut örneği. Kurucu ortak Duygu Vatan ile yaptığımız Skype görüşmesinde sosyal girişimlerin baskın motivasyonunu bir kez daha gördük: “Değişim yaratmak!”
“… ürünün insan ve toplum ile ilişkisi bizlere tahmin ettiğimizden daha fazla şey söylüyor.”
Sizi tanıyarak başlamak isteriz. Okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Duygu Vatan, 26 yaşındayım ve Ankaralıyım. ODTÜ İşletme bölümünü bitirdim. Üniversitede okurken Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünde Ürün Tasarımı programında yan dal yapmaya başladım. Aslında kendi bölümümü çok sevmiyordum ve tasarım alanına nasıl geçebilirim düşüncesi içerisinde bir arayıştaydım. Bu ürün tasarımı programına geçiş ile mesleki düşüncelerim ve hayata olan bakış açım çok değişti. Çünkü ürünlerle, üretimle olan ilişki, ürünün insan ve toplum ile ilişkisi bizlere tahmin ettiğimizden daha fazla şey söylüyor.
Bu yüzden yüksek lisansımda sosyal tasarım alanına yöneldim. Yüksek lisansımı yine ODTÜ’de yürütüyorum. O alanda akıllı tarım teknolojilerinin kırsala uyarlanması üzerine geliştirilen bir vaka üzerinde çalışıyorum. Bir kırsal kalkınma sistem tasarımı, yani farklı aktörlerin ilişkileri… Yeni ürünler var; çok faydalı, akıllı ve verimli… Ancak köylü kullanmıyor, çünkü orada bir gelenek var onun kendi kültürü, kendi ekosistemi ve kendi ekonomisi var… O uyumsuzluğu, o çatışmayı inceliyorum. Sistem tasarımı başlı başına ilgimi çekiyor.
Çıktı sistemi doğru okumadan tepeden inşa edilen yapılar çalışmıyor kırsalda ve kırsal sandığımızdan çok daha bağımlı, sorunlu ve dertli. İçine girene kadar bu kadar dertli olduğunu bilmiyordum. Örneğin devlet teşvik primi veriyor ama bu teşvik çiftçinin toprağını mahvediyor. Ancak o yine de o desteğe kaymak zorunda çünkü risk alamıyor. İşte siz oraya ne kadar akıllı tarım teknolojileri koysanız da çalışmıyor.
“… tasarım bölümünde açık olan topluluğu bütün okula açtık.”
Joon’un hikâyesi nedir?
Aslında benim öğrenci topluluğu ile tanışmam ile başlıyor. O zamanlar farklı disiplinlerden insanları bir araya getirmenin güzel bir aracı olarak tasarımın farklı uygulanma biçimleri ile çok ilgileniyordum. Biz bir grup arkadaş, ‘tasarımda öğrendiğimiz bu düşünme tekniklerini toplumsal sorunları çözmekte, farklı disiplinlerden insanları bir araya getirmekte kullanabilir miyiz?’ diye topluluğu bu şekilde yönlendirdik. Sadece okulun tasarım bölümüne açık olan topluluğu bütün okula açtık. 50’nin üzerinde insan geldi, sürekli çalıştaylar düzenledi; farklı farklı toplumsal sorunlardan tutun da yaratıcı düşünmeye kadar değişik konuları konuşuyorduk. Sonra okul bitti, topluluk da bitti ve ben yüksek lisansa yöneldim. Ama bu arada içimde çok fazla şey biriktirmişim.
Ortağım Azra ile tanışmam da çok ilginç aslında: Yüksek lisans mülakatını beklerken benden önce adı okunan kişi gelmemişti. Ben de o kadar heyecanlıydım ki ‘biri nasıl olur da mülakata gelmez!’ diye düşünüyordum. O kişi yerine ben girdim, mülakattan çıkınca da bekledim, görüşmeye geç kalan kişiyi merak ediyordum. O kişi, daha sonra birlikte bu yola çıktığımız yani ortağım ve arkadaşım olan Azra imiş. Konuşmaya başladık. Onlar bizim toplulukta yaptığımız işi başka bir arkadaşı ile Ankara’da kendi inisiyatiflerinde yapıyorlarmış. Gördük ki ikimiz de aynı alana girmek, aynı alanı çalışmak istiyoruz. Bir de toplumsal dönüşüm için tasarım alanında çok çalışan yok.
Benim daha çok topluluklar ile çalıştay örgütleme tarafım vardı. Onlar daha çok buluşmalar (meet up) örgütlüyorlardı. Bunu birlikte geliştirdik; 1,5 seneye yakın Ankara’da ‘Designer Meet up’ adında farklı disiplinlerden insanları bir araya getirip toplumsal sorunları çözmeye yaklaştırdığımız bir inisiyatifi başlattık ve sürdürdük ama yetmedi. Çünkü bir finansal modeli yoktu. Gerçekten hayatımızı bize kazandırmıyordu ve gerçekten bir sorunu çözmeye yaklaştığımızı çok hissettirmiyordu. Sadece çok güzel bir topluluk oluşturduğumuzu hissettiriyordu.
“Mültecilerin potansiyelini yeniden nasıl gün ışığına çıkartabiliriz?”
Bu sıralarda bir üniversitede ‘Hult Prize’ diye bir yarışma gördük, dünyaca ünlü bir sosyal girişimcilik yarışması. Her sene farklı bir challenge açıyorlar ve siz ona yönelik bir ürün geliştiriyorsunuz. O sene mültecilerin potansiyelini yeniden nasıl gün ışığına çıkartabiliriz gibi geniş bir konu vardı. Biz de alanla çok ilgili olduğumuz için bunu kendimize bir fırsat olarak gördük. ‘Acaba gerçekten bir model inşa edebilir miyiz?’ diye daldık işin içine. Sonra hiçbir beklentimiz yokken yarışmanın birincisi olduk.
Bir şey yapmak istiyorsak bu bize bir deadline olsun dedik. Çünkü yıllarca öğrencilikten beri kendi içimizde bir şeyler inşa ettik ama onu nasıl kullanırız? Bunu yapabileceğimiz bir şirket yok! Çalışabileceğimiz, kendimizi yakın hissettiğimiz ne bir sivil toplum kuruluşu vardı ne bir özel sektör; hiçbirinin içinde değildik. O yüzden kendimiz bir şey yaratacaktık; kolları sıvadık.
Sonrasında inanılmaz hızlı bir şekilde -yarışma Eylüldeydi biz Aralık’ta ilk ürünümüzü çıkarmıştık- sahaya indik. Sahaya inme derdimiz şundan kaynaklıydı: Türkiye’de mülteciler çok fazla tartışılan bir konuydu ve 2016’da oldukça sıcak bir alandı. O dönem çok fazla mültecinin içeri girmesi, hiçbirinin mesleğinin belli olmaması, hangi alanlara yönlendirileceklerinin ve Türkiye’de karşılıklarının ne olacağının belli olmaması gibi sorunlar bulunmaktaydı. Bunlardan dolayı bizim bir varsayımımız vardı: Bu kişileri üretim ile buluşturabilir miyiz? Özellikle Ankara ve İstanbul’da kalan Suriyeliler içinde çok fazla zanaat kökenli mesleklerden gelen kişilerin olduğu biliniyordu. Biz de bunu test etmek istiyorduk. Bunun için kolları sıvadık işe koyulduk. Daha sonrasında bir hat sanatçısı ile tanışmamız ile taşlar yerine oturdu.
“Joon … Farsça ‘can’ demek.”
Joon’u kimler hayata geçirdi?
Aslında bir arkadaşımız daha vardı. İranlı bir arkadaşımız, Yaşar. İlk başladığımızda üç kişiydik ama o, bir seneye yakın bir zaman sonra aramızdan ayrıldı. Çünkü para kazanmadan çalışıyorduk ve o ekonomik olarak bunu daha fazla sürdüremeyecekti.
Joon adı nereden geliyor, anlamı nedir?
Joon ismini Yaşar önermişti. Farsça ‘can’ demek. Okunuşu, görünüşü çok hoşumuza gitti. Biz ne yaparsak yapalım insanla alakalı bir iş yapacağımızı biliyorduk, başından beri derdimiz oydu. İsim, amacımıza çok uygundu.
Şu anda ekibinizde kaç kişi var?
Bir buçuk seneye yakın Azra ile ikimiz götürdük. Sonra aramıza iki arkadaşımız daha katıldı, şu anda 4 kişiyiz. Onun dışında da 4 tane gönüllü tercümanımız var.
Joon kendisini sosyal girişim olarak tanımlıyor. Sizce sosyal girişim nedir?
Naçizane kendi tanımım – çünkü bu kavram tüm ekosistemde farklı tanımlanıyor: Elde ettiği kârı sosyal fayda için sosyal faydasına yatıran bir ticari girişim. Sosyal girişim, aslında kâr amacı da güdüyor. Ama kâr odaklı bir girişim değil, etki odaklı bir girişim. Ortaklarına kâr dağıtmak yerine kendi sosyal etki alanına odaklanır. Sosyal girişimler sosyal faydası olan girişimden biraz farklı çünkü buradaki ana odak zaten sosyal etki. Diğerinde ana odak ticari etki, sosyal etki sadece bir çıktı. Bizde ise ana odak sosyal etki.
Peki, Joon ortakları olarak siz yaşamınızı nasıl sürdürüyorsunuz?
Bu şirketin bir çalışanı olarak maaş alıyoruz. Ama bu maaşın ve elde ettiğimiz kazanımın üzerine yıl sonunda kârdan bir pay dağıtımı yapmıyoruz.
Sosyal girişim ve dernekler birbirine karıştırılan kavramlar. Bu konuda ne söylersiniz?
Sosyal girişimlerin derneklerle, ticari şirketlerle ve sivil toplumun diğer öğeleriyle benzediği bir tarafı var. Biz bağış toplamıyoruz ama örneğin hibe programlarına başvurabiliyoruz veya başvurmak için yöntemler geliştiriyoruz. Buna hibrit gelir modeli deniliyor. Aslında sadece ticari kazanımla değil, sosyal etki alanını genişletebilecek her türlü destek programına bir şekilde kanalize olup kendimizi bu şekilde daha güçlü kılabiliyoruz.
O yüzden çok ortak yönümüz var. Ancak bağış veya donör olmadığı zamanda ayakta kalabilen bir girişim veya şirket olduğu için bir sivil toplum örgütünden daha farklıyız.
“… insanlarla birlikte ortak bir derde sahip olalım ki daha anlamlı bir çözüm elde edelim…”
Kilit konularda sürekli bağımlılık yaratan mekanizmalar oluşturmak aslında hiçbir sorunu çözmüyor veya benim kendi şahsi düşüncem böyleydi. Sivil toplumda çok kıymetli işler yapılıyor ama ben yapılan pek çok işin iki sene sonra devam etmediğini görüyordum. Özellikle bizim ilgi alanımız da olan mülteci kadınlar örneğinde olduğu gibi bir üretim atölyesi ilk birkaç yıl çok güzel destekleniyor, her türlü imkân sağlanıyor. Ve diyelim ki iki senenin sonunda hadi bakalım yuvadan uçun kuşlar noktasına getiriliyor. Ama orada elde edilen mekanizma çok bağımlı bir süreç geliştirdiği için sonunda çok yüksek ihtimalle kapanıyor.
Zaten bu yapılandırmalar dışarıdan ellerle itilerek kurulduğundan, kendileri kendi istekleri ve inisiyatifleri ile girişim gibi kurulmadıklarından devam edemiyorlar. Biz özellikle saha çalışmalarımızda çok fazla bunu gördük; çok fazla yardım vardı ama gerçekten o yardım doğru yerlere ulaşıyor muydu? Sorunları çözüyor muydu? O yüzden de biz, kendimiz de elimizi taşın altına koyabileceğimiz yani akşam beşte eve döndüğümüzde derdimiz geçmesin devam etsin, insanlarla birlikte ortak bir derde sahip olalım ki daha anlamlı bir çözüm elde edelim düşüncesi içerisindeydik.
Aslında yaptığımız ticari bir girişimdi. Ancak Hult Prize sayesinde bunun bir sosyal girişim olduğunun farkına vardık. Türkiye’de bunun yasal bir karşılığı olmadığını da biliyorduk. O yüzden ticari girişim kuracağımızı da biliyorduk ama yaptığımız işi bu yolla çok daha anlamlı ve çok daha sürdürülebilir kılacağımız inancıyla girdik.
Joon’un sosyal amacı nedir?
Dezavantajlı grupların üretken ve yaratıcı hayatlar yaşamasını sağlamak. Daha temel ve daha küçük bir hedefimiz, dezavantajları grupların yani sosyal dışlanmaya uğramış grupların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmesini sağlamak.
Dezavantajlı gruplar olarak ilk olarak mülteci ve göçmenlerden başlayıp toplumsal ve ekonomik hayata katılmakta zorlanan (kadın, engelli, mülteci, yaşlı) gruplara ulaşmaya çalışıyoruz. Bu grupların üretim yoluyla toplumsal ve ekonomik hayata dâhil olmalarını sağlamaya çalışıyoruz.
Kapsam olarak Ankara içindeki dezavantajlı grupları mı düşünüyorsunuz?
Aslında bizim büyümek ve ölçeklenmek gibi bir hayalimiz var. O yüzden tanımımız itibariyle daha geniş bir coğrafyayı hedefliyoruz. Ama şu anda hedefimiz Ankara’yı modellemek, o yüzden başlangıç olarak Ankara diyebiliriz.
“Konulduğumuz kabın şeklini alıyoruz.”
İnsanlar size nasıl yaklaşıyor? Bir sosyal girişim olarak kendinizi tanıttığınızda nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Aslında herkes çok yabancı. Faydalanıcılar açısından başlarsak, bizim birlikte çalıştığımız gruplar ticari girişimler tarafından çok kullanılan, sömürülen çok iyi bir güven ilişkisi kuramadıkları bir grup var. Halen insanların bizi tam anladığını düşünmüyorum. Ancak kendimizi ifade edebilmek açısından elimizden geleni yapıyoruz. Gittiğimiz yerlerde çok net bir şekilde şunları söylüyoruz: ‘Sizin hikâyelerinizi anlatmak, sizi tanıtmak ve sizin için köprü olmak istiyoruz. Sizin daha farklı alanlarda kendinizi geliştirebilmeniz, para kazanabilmeniz, daha güçlü hayatlar yaşayabilmeniz için bir köprü olmak istiyoruz.’ Tek seferde hiçbir zaman başarıya ulaşamıyoruz. Her zaman daha çok ikna eden bir şekilde geri dönüp orada var olmamız gerekiyor. Ama bu da üreticilerle çok yakın, çok samimi bir ilişki kurmanızı sağlıyor.
Fonları, destekleri vs. hep belli bir biçimde, belli girişimlere, belirli yasal ya da tüzel kişiliklere vermeye alışmış bir belediyeye gittiğinizde, ‘Bakın bu iş böyle çalışmıyor. Biz belirli bir şey bulduk, böyle bir sistem geliştirdik. Gelin bunu beraber yapalım.’ dediğinizde mesafeli yaklaşıyorlar.
Aslında çok kaotik bir alan olmasına rağmen bizim hedeflerimizden biri sosyal girişimciliğin ne olduğunu aktarmak ve yaygınlaştırmak. O yüzden her türde, her dilde aktöre bir şekilde derdimizi anlatmak için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyoruz.
“Karınca gibi çalışıyoruz.”
Gelirinizin ne kadarı ticari faaliyetten elde ediliyor? Joon, finansal olarak sürdürülebilirliği sağladı mı?
En başında bir iş adamından 3000 TL’lik bir destek almıştık. Daha sonra Uluslararası Göç Örgütünden 7000 Dolar kadar bir girişimcilik hibesi aldık. O paraları gerçekten akılcı kullandık, kendi kendimizi ayakta tutabilecek güce eriştik. Kasım ayında bir ödül kazandık ve o ödüle hiç dokunmadık. Bunların dışında tamamen kendi kaynaklarımızı yaratıyoruz. Kendi kaynaklarımızla ayakta kalmaya çalışıyoruz ve bunun tamamı ticari girişimlerimizden geliyor.
Joon başabaş noktasını geçti ama bizim sürekli yükselen bir grafiğimiz olmadı. Sürekli inişli çıkışlı bir grafiğimiz var. Hibe dönemi açılınca veya belirli günlerde sivil toplum örgütleri paralı danışmanlık istiyor o dönemler yükselişe geçebiliyoruz. Yine de 2017 Mayıs ayından beri hiçbir destek programına tabi olmadan kendi kendini götüren bir yapıdayız. Yıllık büyük abonelikler ve yıllık anlaşmalar imzalamadığımız sürece her ay bir risk altındayız.
Yani anlayacağınız sürekli karınca gibi çalışıp 3-4 ayı geçindirecek para kazanıp biriktiriyoruz. Çalışma sistemiz böyle işliyor. Bu yapı tam anlamıyla sürdürülebilir bir modele oturdu diyemem; çünkü sürdürülebilir yapı için çok fazla kaynak peşindeyiz. Ama hibeler bittiğinde de Joon kapanmadı yoluna devam etti.
Üreticilerinizin arasında Zeytindalı Kadın kooperatifinin olduğunu gördük. Neden bir kooperatif ve neden bir kadın kooperatifi?
Tamamen hedef kitle analizi sonrasında kadın kooperatifleriyle çalışmaya karar verdik. Aslında iki sebebi var:
- Bir dezavantaj grubunu temsil eden ama bundan çıkmak için bir girişimde bulunmuş, birbirlerini örgütlemiş, bir hedefi olan grupları desteklemek kendi kapasitemiz çerçevesinde çok daha rahat yapabileceğimiz bir iş. Şu an kendimiz henüz küçük ve genç olduğumuz için çok dezavantajlı, kendini henüz örgütlememiş gruplardansa kooperatifleri bu anlamda tercih ettik.
- Kooperatiflerin kendi içinde demokratik sürecinin olması, bizim onlara sağlayacağımız katkının (paranın) çok daha uygun bir biçimde dağıtılacak olması. Ve bu kooperatifi güçlendirmek dolaylı olarak çok daha fazla insanı istihdam edebilme anlamına geliyor. Etkiniz sadece orada çalışan kadınlara değil çok daha fazla insana yayılabiliyor.
“Etkiniz sadece orada çalışan kadınlara değil çok daha fazla insana yayılabiliyor.”
Zeytindalı’nı seçmemizin bir sebebi de gerçekten alanda hem yetenekli hem de güçlü bir kooperatif olması. Bizim kapasitemiz ile onların kapasitesi arasındaki uyumdan dolayı onları tercih ettik. Mantalite olarak da çok yakınız. Zeytindalı’nı bez çanta kooperatifi olarak tanıyorduk ama birlikte çalıştığımız süre boyunca onlar bez çanta kooperatifi olmaktan çıktılar bizim için. Bunda bizim bir katkımız olduğunu söylediler.
İstasyon TEDÜ ile işbirliğiniz nasıl gerçekleşti? Size ne gibi katkıları oldu?
Biz Joon olarak kurulduğumuzda ODTÜ Teknokentte kuluçka binasında çalışıyorduk. Kuluçka programındaki diğer kuruluşlara çok yabancıydık. Sonrasında evimin üst katını ofis yaptık. ODTÜ’de ve ofiste çok izoleydik. Kendimize şu soruları sormaya başladık: ‘Bize benzeyen başka sosyal girişimler var mı? Bizim yaptığımızı başka kimler yapıyor?’
Bunun üzerine İstasyon TEDÜ Sosyal İnovasyon Merkezi’ne yazma kararı aldık. Ardından Berivan Eliş ve Merve Kavas ile tanıştık; bizi destekleyebilecek insanlar olduğunu gördük. İstasyon TEDU bir kuluçka programı; size 18 ay boyunca finansal olmayan her türlü desteği sağlıyorlar. Finansmana da her türlü erişim desteği sağlıyorlar. Biz biraz daha kuluçka programının ötesinde bir haldeydik ama halen çok fazla destek almamız gereken bir noktadaydık. Yani nasıl yapacağımızı bilmediğimiz bir sürü şey vardı o yüzden programa kabul edildik.
Bizim alanda herkes genç, uzman çok yok. Bu tarz destek mekanizmalarının olması bize çok yardımcı oldu. Bizi ekosistemin içine attı. Orada yalnız olmadığımızı ve işbirliği yapabileceğimiz çok insan olduğunu gördük. Birçok kavram öğrendim. İşleri anlatma biçimim değişti. Hepimizin birbirini destekleyecek bir döngüsel yapı inşa edebileceğini gördük. Her konudan bir sosyal girişim bir arada olabilirsek birbirimizi inanılmaz güçlendiriyoruz. Bu yapılar, sizi çok farklı ağlar içine sokarak nasıl ayakta kalabileceğinizi öğretiyorlar. İş geliştirme konusunda inanılmaz bir destek oldu. Ben ve Joon İstasyon’dan sonra çok güçlendik.
“… sosyal faydaya inanarak gelen bir insana söz hakkı vermeniz gerek.”
Joon’da kararlar nasıl alınıyor?
Çok küçük bir yapı olduğumuz için küçük idari kararlar dışında her kararı birlikte almaya çalışıyoruz. Birlikte karar alıp kararları tartışmak bize çok iyi gelen bir durum. Burada biraz daha kendi temsil etmek istediği, çalışmak istediği, öne çıkarmak istediği alanda özgürce çalışma inisiyatifi var.
Yönetim anlayışı zaman içinde değişti. Eskiden yapımız çok daha esnek idi. Şimdi daha kurallı bir yönetim anlayışı var. Çünkü zaman içinde gördük ki aslında bir hedef doğrultusunda ilerliyorsak, kendinizi takip edebilmek açısından belli şeyleri kurallandırmamız gerekiyor. Bu hiçbir zaman içerdeki kararların demokrasisine ket vurmadı. Burada sosyal faydaya inanarak gelen bir insana söz hakkı vermeniz gerek.
Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
İnsanların verdiği kararlar pek çok hayatı etkileyebiliyor. O yüzden biz bu yola çıktık. İnsanlar daha çok soru sormalı… Kararlarını daha düşünerek almalarını önerebilirim.
Aslında şunu söyleyebiliriz. İnsanların verdiği kararlar aslında bir sürü hayatı etkileyebiliyor bizim bu yola çıkış nedenimiz de bu. O yüzden insanların en basitinden bir şeyleri tüketirken bile daha çok soru sormalarını (‘Arkasında kim var, kim yapıyor?’, ‘Neden yapıyor?’, ‘Nasıl koşullar altında yapıyor?’ gibi) ve kararlarını düşünerek almalarını önerebilirim belki. Çünkü bu aslında bizim de çok fazla vurgulamak istediğimiz bir alan. Onun dışında ben size çok teşekkür ederim bu güzel sorularınız için.
Not: Söyleşinin ses kaydı çözümlemesini yapan Ekin Yatarkalkmaz’a teşekkür ederim.