2022’nin son günlerinde ekonomik küçülme alanının önde gelen akademisyenleri tarafından kaleme alınan önemli bir makale yayımlandı. Adil geçişi sağlayacak politikalara odaklanan makalenin spekülasyonun ötesinde, zorlukları reddetmeden, bilimsel veriler ışığında küçülme lehine güçlü argümanlar sunduğunu görebilirsiniz.


Zengin ülkeler, ekonomik büyümeyi bir hedef olmaktan çıkarırlarsa, daha az madde ve enerji kullanarak refah yaratabilirler.

Küresel ekonomi, büyüme; yani firmaların, endüstrilerin ve ulusların, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın her yıl üretimi arttırmaları gerektiği fikri üzerine kurulmuştur. Bu dinamik, iklim değişikliğine ve ekolojik bozulmaya neden olmaktadır. Yüksek gelirli ekonomiler ile onlara hâkim olan şirketler ve varlıklı sınıflar bu sorunun asıl sorumlularıdır ve sürdürülemez oranlarda enerji ve madde tüketmektedirler [1, 2].

Ancak günümüzde birçok sanayileşmiş ülke, COVID-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, kaynak kıtlığı ve verimlilik artışlarının durgunlaşmasının yol açtığı ekonomik sarsıntılar nedeniyle ekonomilerini büyütmekte zorlanıyor. Hükümetler zor bir durumla karşı karşıyalar. Büyümeyi teşvik etme çabaları, insan refahını iyileştirme ve çevresel zararı azaltma hedefleriyle çatışıyor.

Ekolojik iktisat araştırmacıları farklı bir yaklaşım çağrısında bulunuyor: Ekonomik küçülme [3]. Zengin ekonomiler gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) büyümesini bir hedef olmaktan çıkarmalı, enerji ve madde kullanımını azaltmak için yıkıcı ve gereksiz üretim biçimlerini azaltmalı ve insan ihtiyaçlarını ve refahını güvence altına alan ekonomik faaliyetlere odaklanmalı. Son yıllarda ilgi gören bu yaklaşım, toplumsal açıdan daha iyi sonuçlar yaratırken hızlı bir karbonsuzlaştırma sağlayabilir ve ekolojik çöküşü durdurabilir [2]. Bu, enerjiyi ve maddeleri, kalkınma için büyümenin hâlâ gerekli olabileceği düşük ve orta gelirli ülkelerin kullanmasına olanak verir. Büyüme bağımlısı ekonomiler büyüyemediğinde ortaya çıkan kaotik ve sosyal açıdan istikrarsızlaştırıcı durgunluğun (resesyonun) aksine küçülme, ekonomileri istikrara kavuşturmak ve sosyal ve ekolojik hedeflere ulaşmak için anlamlı bir stratejidir.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ve Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu (IPBES) tarafından bu yıl yayınlanan raporlar, sırasıyla iklim bozulmasına ve biyoçeşitlilik kaybına karşı mücadelede küçülme politikalarının dikkate alınması gerektiğini öne sürmektedir. Böyle bir stratejiyi destekleyecek politikalar arasında aşağıdakiler yer almaktadır.

Çok gerekli olmayan üretimi azaltın. Bu, fosil yakıtlar, et ve süt ürünlerinin kitlesel üretimi, hızlı moda, reklamcılık, arabalar ve özel jetlerin de dahil olduğu havacılık gibi yıkıcı sektörlerin küçültülmesi anlamına gelmektedir. Aynı zamanda, ürünlerin planlı eskitilmesine son verilmesi, kullanım ömürlerinin uzatılması ve zenginlerin satın alma gücünün azaltılması gerekmektedir.

Kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi. Üstün nitelikli sağlık hizmetlerine, eğitime, barınmaya, ulaşıma, internete, yenilenebilir enerjiye ve besleyici gıdalara herkesin erişiminin sağlanması gerekmektedir. Evrensel kamu hizmetleri, yüksek düzeylerde kaynak kullanımı olmaksızın güçlü toplumsal çıktılar sağlayabilir.

Yeşil iş garantisinin uygulamaya koyulması. Bu, yenilenebilir enerji sistemlerinin inşası, binaların yalıtılması, ekosistemlerin yenilenmesi ve sosyal bakımın iyileştirilmesi gibi acil sosyal ve ekolojik hedefler doğrultusunda işgücünü eğitecek ve harekete geçirecektir. Bu tür bir program işsizliği sona erdirecek ve fosil yakıtlara bağlı olanlar gibi gerileyen endüstrilerdeki ya da ‘batan sektörlerdeki’ işçiler için adil bir geçiş sağlayacaktır. Yeşil iş garantisi evrensel bir gelir politikası ile eşleştirilebilir.

Çalışma süresinin azaltılması. Bu, emeklilik yaşının düşürülmesi, yarı zamanlı çalışmanın teşvik edilmesi veya dört günlük çalışma haftasının benimsenmesi ile hayata geçirilebilir. Bu önlemler karbon emisyonlarını azaltacak ve insanların yükünü azaltıp bakım ve diğer refah arttırıcı faaliyetlere katılmalarını sağlayacaktır. Ayrıca, çok gerekli olmayan üretim azaldığı için istihdamı da istikrara kavuşturacaktır.

Sürdürülebilir kalkınmaya olanak sağlanması. Bu, düşük ve orta gelirli ülkelerin adil olmayan ve ödenmesi mümkün olmayan borçlarının silinmesini, uluslararası ticaretteki eşitsiz değişimin engellenmesini ve üretken kapasiteyi sosyal hedeflere doğru yeniden yönlendirecek koşullarının yaratılmasını gerektirir.

Viyana’da iyi işleyen bir toplu konut kompleksi: Allt-Erlaa (https://hiddenarchitecture.net/allt-erlaa/)

Bazı ülkeler, bölgeler ve şehirler bu politikaların unsurlarını halihazırda uyguluyor. Pek çok Avrupa ülkesi ücretsiz sağlık hizmetini ve eğitimi güvence altına almıştır; Viyana ve Singapur üstün nitelikli toplu konutlarıyla ünlüdür ve dünya çapında yaklaşık 100 şehir ücretsiz toplu taşıma hizmeti sunuyor. İş garantisi programları geçmişte birçok ülke tarafından kullanılmış olup Finlandiya, İsveç ve Yeni Zelanda’da temel gelir ve daha kısa çalışma saatleri ile ilgili deneyler devam etmektedir.

Ancak daha kapsamlı bir küçülme stratejisini – güvenli ve adil bir şekilde – uygulamak, burada özetleyeceğimiz gibi beş temel araştırma zorluğuyla karşı karşıyadır.

Büyüme bağımlılıklarını ortadan kaldırmak

Günümüzde ekonomiler büyümeye çeşitli şekillerde bağlıdır. Sosyal yardımlar genellikle vergi gelirleriyle finanse edilir. Özel emeklilik hizmeti sunanlar finansal getiri için borsadaki büyümeye güvenir. Firmalar yatırımcıları çekmek için öngörülen büyümeden bahseder. Araştırmacıların bu tür ‘büyüme bağımlılıklarını’ sektör bazında tespit etmesi ve irdelemesi gerekmektedir.

Örneğin, şirket yöneticilerinin ‘varlık yönetimi görevinin (fiduciary duty)’ değiştirilmesi gerekiyor. Şirketler, hissedarların kısa vadeli mali çıkarlarına öncelik vermek yerine, sosyal ve çevresel faydalara öncelik vermeli ve sosyal ve ekolojik maliyetleri dikkate almalıdır. Sosyal bakım ve emeklilik gibi sektörlerin, kamunun güvenli finansman mekanizmalarına, özel sektörün ise daha iyi düzenlemelere ve sapkın mali teşviklerin ortadan kaldırılmasına ihtiyacı var [4].

Ulusal ekonominin dengelenmesi ekonomik, finansal, sosyal ve ekolojik değişkenleri birleştiren yeni makroekonomik modeller gerektirecektir. LowGrow SFC (T.J. ve P.A.V. tarafından geliştirilmiştir), EUROGREEN ve MEDEAS gibi modeller, vergiler aracılığıyla yeniden dağıtım, evrensel kamu hizmetleri ve çalışma süresinin azaltılması da dahil olmak üzere küçülme politikalarının etkilerini öngörmek için halihazırda kullanılmaktadır.

Ancak bu modeller genellikle tek bir ülkeye odaklanır ve sermaye ve para hareketleri gibi sınır ötesi dinamikleri dikkate almaz. Örneğin, piyasalar bir ülkedeki düşük büyümeden ürkerse, bazı şirketler sermayelerini denizaşırı ülkelere taşıyabilir, bu da düşük büyümenin yaşandığı ülkenin para birimini olumsuz etkileyebilir ve borçlanma maliyetlerini arttırabilir. Bu gibi koşullar 2001’de Arjantin’de ve 2010’da Yunanistan’da ciddi mali sorunlara yol açmıştı. Sınır ötesi sermaye hareketlerinin daha sıkı kontrolü için uluslararası işbirliği düşünülmeli ve etkileri modellenmelidir.

Kamu hizmetlerini finanse etmek

Büyüme olmadan kamu hizmetlerini finanse etmek için yeni finansman biçimlerine ihtiyaç duyulacaktır. Hükümetler fosil yakıtların çıkarımına yönelik sübvansiyonları durdurmalıdır. Hava yolculuğu ve et üretimi gibi ekolojik olarak zarar veren endüstriler vergilendirilmelidir. Servet vergileri de kamu kaynaklarını arttırmak ve eşitsizliği azaltmak için kullanılabilir.

Kendi parasını basan devletler bu gücü sosyal ve ekolojik hedefleri finanse etmek için kullanabilir. Bu yaklaşım 2007-2008 küresel mali krizinden sonra bankaları kurtarmakta ve COVID-19 salgını sırasında izinler ve hastaneler için ödeme yapılmasında kullanılmıştı [5].

Artan talebin ekonominin üretken kapasitesini aşması halinde enflasyonist riskler yönetilmelidir. Kamu hizmetlerine ödenek ayrılması yaşam maliyeti enflasyonunu azaltır. Ancak bir küçülme stratejisi aynı zamanda maddi mallara olan talebi de azaltabilir. Örneğin artan oranlı vergilendirme, paylaşıma ve işbirliğine dayalı tüketimin teşvik edilmesi, yenileme ve onarımın özendirilmesi ve toplum temelli hizmetlerin desteklenmesi.

Bir başka risk de devletlerin ya da merkez bankalarının para basmasının borç servislerini arttırabilmesidir. Araştırmalar bu riski yönetmenin, maliye politikası (devletlerin ne kadar vergi topladığı ve harcama yaptığı) ile para politikasının (fiyat istikrarının nasıl sağlandığı) dikkatli bir şekilde koordine edilmesini gerektirdiğini göstermektedir [6]. Devlet borçlarının faiz oranını düşüren ‘kademeli rezerv sistemi’ gibi yenilikçi para politikası mekanizmalarının artı ve eksilerine ışık tutacak modellemelere ve ampirik araştırmalara ihtiyaç vardır.

Çalışma süresinin azaltımını yönetmek

Daha kısa çalışma saatlerine ilişkin denemelerden genellikle olumlu sonuçlar bildirilmiştir. Olumlu sonuçlar arasında üretkenlik korunurken çalışanların stresinin ve tükenmişliğinin azalması, uyku kalitelerinin artması yer almaktadır [7]. Denemelerin çoğu Kuzey Avrupa’daki kamu sektörüne odaklanmıştır. Ancak Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’daki özel şirketler dört günlük hafta denemeleri yapmış ve benzer sonuçlar elde etmiştir [8]. Bununla birlikte, şirketler kendi kendilerini seçmişlerdir ve bu yaklaşımın daha geniş çapta, örneğin denemelerde baskın olan beyaz yakalı endüstrilerin dışında başarılı olup olamayacağını test etmek için araştırmaya ihtiyaç vardır.

Yan gelip yatma hareketinde çok sayıda çalışan işinden istifa ediyor.

Azaltılmış çalışma saatlerinin uygulanmasının önündeki engellerin anlaşılması ve ele alınması gerekmektedir. Vergi tavanı ve sağlık sigortası gibi kişi başı personel maliyetleri, işverenlerin personel sayısını arttırmasını daha maliyetli hale getirmektedir. Kişisel borçlar çalışanları daha uzun saatler çalışmaya teşvik edebilir, bununla birlikte son denemeler buna dair bir kanıt göstermemiştir [7, 8].

Kolektif etkilere dair anlayış da sınırlıdır. Fransa’nın haftada 35 saatlik çalışma deneyimlerinden elde edilen sonuçlar karışık olmuştur: Birçok kişi fayda sağlamış olsa da bazı düşük ücretli ve daha az vasıflı işçiler durağan ücretler ve daha yoğun çalışma ile karşılaşmıştır [9]. Bu tür baskıların incelenmesi ve ele alınması gerekmektedir. Azalan çalışma saatlerinin daha fazla istihdamla sonuçlanacağına dair varsayımların farklı sektörlerde ve ortamlarda test edilmesi gerekmektedir. Son kanıtlar, çalışanların işlerini yeniden düzenleyerek üretkenliklerini koruyabileceklerini göstermektedir [7, 8].

Çalışma saatleri ile karbon emisyonları arasındaki bağlantıların da kurulması gerekmektedir [10]. Sıkıştırılmış çalışma haftalarında işe daha az gidip gelme, enerji kullanımını ve karbon emisyonlarını azaltsa da üç günlük hafta sonları sırasındaki davranışlar yeterince araştırılmamıştır. Boş zamanlarda daha fazla seyahat veya alışveriş, emisyonları arttırabilir ancak sorunlu sektörlerdeki üretim azaltılırsa bu etkiler hafifletilebilir.

Arz sistemlerini yeniden şekillendirmek

Şu anda hiçbir ülke, sakinlerinin temel ihtiyaçlarını sürdürülebilir bir şekilde karşılayamamaktadır [1]. Varlıklı ekonomiler kendilerine düşen paydan daha fazla kaynak kullanırken [2], düşük gelirli ülkelerin muhtemelen daha fazla kaynak kullanması gerekecektir. Araştırmacıların,  tedarik sistemlerinin kaynak kullanımının sosyal sonuçlarla nasıl ilişkilendiğini hem fiziksel sistemler (altyapı ve teknoloji) hem de sosyal sistemler (devletler ve piyasalar) için incelemeleri gerekmektedir.

Aşağıdan yukarıya çalışmalar, daha iyi arz sistemlerinin bugün gerekenden çok daha az enerji kullanımı ile makul yaşam standartları sağlayabileceğini göstermektedir [11]. Bu çalışmalar devlet gibi kurumları tam olarak hesaba katmamaktadır ve muhtemelen eksik tahminlerdir. Bu tür kurumları dikkate alan yukarıdan aşağıya çalışmalar, insan ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla enerji gerektiğini öne sürmektedir [12]. Ancak sözkonusu çalışmalar, büyük arabalar veya yatlar gibi savurgan tüketimi dışarıda bırakma becerisine sahip değildir ve bu nedenle büyük olasılıkla aşırı tahminlerdir.

Araştırmacıların bu yaklaşımları uzlaştırması ve enerjinin yanı sıra madde, toprak ve su gibi kaynakları da dikkate alması; barınma, ulaşım, iletişim, sağlık hizmetleri, eğitim ve gıda arz sistemlerini incelemeleri gerekmektedir. Hangi sosyal ve kurumsal değişiklikler arzı iyileştirir? Hangi arz türleri sosyal ve çevresel yönden en faydalı sonuçlara sahiptir? Bu tür araştırmalar ampirik gözlemlerin yanı sıra modelleme yoluyla da yapılabilir.

Örneğin konutu ele alalım. Dünyanın pek çok yerinde emlak piyasaları müteahhitlerin, ev sahiplerinin ve bankaların taleplerine cevap vermektedir. Bu durum tabakalaşmaya ve eşitsizliğe katkıda bulunmakta ve çalışan insanları kent merkezlerinin dışına iterek arabalara bağımlı hale getirebilmekte, bu da fosil yakıt emisyonlarını arttırmaktadır. Alternatif yaklaşımlar arasında kamu konutları ya da kooperatif konutları ve konutu bir kâr fırsatı olarak görmek yerine temel bir ihtiyaç olarak önceliklendiren bir finans sistemi yer almaktadır.

Siyasi fizibilite ve muhalefet

Büyüme genellikle siyasi başarının bir ölçütü olarak görülür. Çok az lider GSYH büyümesine karşı çıkmaya cesaret edebilir. Ancak halkın tutumu değişiyor. Avrupa’da yapılan anketler, halkın çoğunluğunun iyi oluşa ve ekolojik hedeflere büyümeden daha fazla öncelik verdiğini göstermekte (bkz. go.nature.com/3ugg8kt). Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ta yapılan anketler, iş garantileri ve çalışma sürelerinin azaltılmasına destek verildiğini göstermekte (bkz. go.nature.com/3uyhdjv ve go.nature.com/3y8ujz5). ABD’deki Büyük İstifa ya da Çin’deki Yan Gelip Yatma protesto grupları gibi hareketlerde işlerini terk eden çok sayıda çalışan, daha kısa çalışma saatleri ve daha insani ve daha anlamlı işe talep olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, ekonomik küçülme fikirlerini öne süren siyasi partiler seçimlerde sınırlı destek almıştır. Bu da şu soruyu akla getiriyor: Ekonomik küçülme politikası için itici güç nereden gelecek?

Yüzeyin altında gelişen toplumsal hareketler ve kültürel değişim, çoğu zaman siyasi dönüşümden önce gelir ve siyasi dönüşümün katalizörü olur. Sosyal bilimciler dört alanı incelemelidir. İlk olarak, anketler ve odak grupları kullanarak değişen tutum ve uygulamaları tespit etmeleri gerekir.

İkinci olarak, sürdürülebilir ‘geçiş kasabalarından’, kooperatiflerden, ortak konut projelerinden veya büyüme sonrası yaşam biçimlerine öncelik veren diğer sosyal oluşumlardan ders almalıdırlar. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonraki Küba ve Japonya gibi düşük büyüme koşullarına uyum sağlamak zorunda kalan ülkelerin deneyimleri de dersler içermektedir.

Üçüncüsü, araştırmacılar, gıda egemenliğini ve agroekolojik yöntemleri savunan uluslararası köylü hareketi La Via Campesina’dan, Barselona veya Zagreb gibi ilerici şehirlerde sosyal adaleti ve müşterekleri destekleyici politikaları teşvik eden belediyeci ve komünalist hareketlere ve hükümetlere ekonomik küçülme değerleriyle uyumlu siyasi hareketleri incelemelidir. Bu yıl Şili ve Kolombiya’da seçilenler gibi ekolojik hedefleri olan hükümetlerin karşılaştıkları engellerin daha iyi anlaşılması gerekmektedir.

Dördüncü olarak, ekonomik küçülme için destek veya engel olabilecek siyasi ve ekonomik baskı gruplarının daha iyi kavranmasına ihtiyaç vardır. Örneğin, elitlerin çıkarlarını desteklemek için çalışan düşünce kuruluşları, şirketler, lobiciler ve siyasi partiler gibi gruplar, ilerici ekonomik ve sosyal politikaları baltalamak için ulusal ve uluslararası düzeyde nasıl örgütlenmektedir? Büyüme yanlısı tutumların şekillendirilmesinde medyanın rolü yeterince araştırılmamıştır. Ekonomik büyüme ve jeopolitik güç arasındaki bağlantılar göz önüne alındığında tekil uluslar, rekabet dezavantajı, sermaye kaçışı veya uluslararası izolasyonla karşılaşma korkusuyla tek başlarına hareket etme konusunda isteksiz olabilirler. Bu ‘ilk hamle’ sorunu, yüksek gelirli ülkelerin küçülme geçişi için işbirliği yapıp yapmayacakları ve hangi koşullar altında işbirliği yapabilecekleri sorusunu gündeme getirmektedir.

Sırada ne var?

Hükümet eylemi elzemdir. Bu zorlu bir görevdir çünkü iktidardakilerin ideolojileri ana akım neoklasik ekonomiye dayanmaktadır ve ekonomiyi başka açılardan inceleyen araştırmacıların tanınırlığı yetersizdir. Alternatifleri tartışmak, anlamak ve politika yanıtları geliştirmek için siyasi alana ihtiyaç duyulacaktır. Bu konuda çalışan forumlar arasında Wellbeing Economy Alliance (İyi Oluş Ekonomisi Birliği), Avusturya’daki Geçiş Sürecinde Büyüme hareketi, Avrupa Parlamentosu’nun Büyüme Sonrası konferans girişimi ve Birleşik Krallık Büyümenin Sınırları Tüm Partiler Parlamento Grubu yer almaktadır.

Güçlü sosyal hareketlere ihtiyaç var. Yurttaş meclisleri gibi merkezsiz, küçük ölçekli ve doğrudan karar verme biçimleri daha adil ekonomiler hakkındaki kamu görüşlerini vurgulamaya yardımcı olur [13].

Büyüme olmadan nasıl refaha ulaşılacağı sorusuna yanıt vermek için açık fikirli iktisatçıların, toplum ve siyaset bilimcilerin, modellemecilerin ve istatistikçilerin dahil olduğu, her disiplinden araştırmacıların büyük bir seferberliğine ihtiyaç var. Ekonomik küçülme ve ekolojik iktisat araştırmalarının zorunlu soruları ele alma yeterliliğini arttırmak için daha fazla finansmana ihtiyacı var. Ve gündemin, Birleşmiş Milletler konferansları gibi büyük ekonomi, çevre ve iklim forumlarında dikkat çekmesi ve tartışılması gerekmektedir.

Nature dergisinin Mart 2022 başyazısı ‘büyümenin sınırları’ karşısında ‘yeşil büyüme’ tartışmasının ötesine geçme vaktinin geldiğini savunmuştu. Biz de buna katılıyoruz. Bize göre, soru artık büyümenin sınırlarla karşılaşıp karşılaşmayacağı değil, adil ve ekolojik bir gelecek için ekonomik büyüme olmadan toplumların refaha ulaşmasını nasıl sağlayabileceğimizdir. Gelin bunun zeminini hazırlayalım.

Kaynakça

[1] Fanning, A. L., O’Neill, D. W., Hickel, J. & Roux, N. Nature Sustain. 5, 26–36 (2022). Erişim

[2] Hickel, J. et al.Nature Energy 6, 766–768 (2021). Erişim

[3] Kallis, G. et al. Rev. Environ. Resour. 43, 291–316 (2018). Erişim

[4] Corlet Walker, C., Druckman, A. & Jackson, T. Lancet Healthy Longev. 3, E298–E306 (2022). Erişim

[5] Nersisyan, Y. & Wray, L. R.  Post Keynesian Econ. 44, 68–88 (2021). Erişim

[6] Jackson, A., Jackson, T. & van Lerven, F. Beyond the Debt Controversy — Re-framing Fiscal and Monetary Policy for a Post-Pandemic Era. CUSP Working Paper No. 31 (Centre for the Understanding of Sustainable Prosperity, 2022). Erişim

[7] Haraldsson, G. D. & Kellam, J. Going Public: Iceland’s Journey to a Shorter Working Week (Alda & Autonomy, 2021). Erişim

[8] Schor, J. B. et al. Assessing Global Trials of Reduced Work Time with No Reduction in Pay (4 Day Week Global Foundation, 2022). Erişim

[9] Hayden, A. Politics Soc. 34, 503–542 (2006). Erişim

[10]Fitzgerald, J. B., Schor, J. B. & Jorgenson, A. K.  Forces 96, 1851–1874 (2018). Erişim

[11] Millward-Hopkins, J., Steinberger, J. K., Rao, N. D. & Oswald, Y.  Environ. Change 65, 102168 (2020). Erişim

[12] Vogel, J., Steinberger, J. K., O’Neill, D. W., Lamb, W. F. & Krishnakumar, J. Environ. Change 69, 102287 (2021). Erişim

[13] Asara, V., Profumi, E. & Kallis, G.  Values 22, 217–239 (2013). Erişim


Not 1: Jason Hickel, Giorgos Kallis, Tim Jackson, Daniel W. O’Neill, Juliet B. Schor, Julia K. Steinberger, Peter A. Victor ve Diana Ürge-Vorsatz’ın 12 Aralık 2022 tarihinde Nature internet sitesinde yayımlanan “Degrowth can work — here’s how science can help” başlıklı yazısından Murat Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim

Not 2: Öne çıkan görsel, Kamiel Choi – Pixabay

Kategori(ler): Akademik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.