Parçalanmış ekonomik sistemimizi iyileştirmek için insan doğasının karşılıklılık, dayanışma, işbirliği gibi özelliklerini kucaklayan yeni bir iktisat öyküsü yazmak gerekiyor. Manuel Pastor ve Alex Balcazar, iktisatçıların kalp ve ruh meselelerini gündeme getirmekten korkmamaları gerektiğini yazıyor. Eğer bunu yaparlarsa, ekonomimizi daha adil ve müreffeh bir sisteme dönüştürmeye başlayabiliriz. 


Parçalanmış ekonomik sistemimizi iyileştirmek için insani doğamızın derinliklerine bakmalıyız

Eşitsizliği ele almak için iktisadın sadece bir dizi yeni alternatif politikaya değil, tamamen yeni bir anlatıya ihtiyacı var. Bu olmadan, en başta bu bariz eşitsizlikleri yaratan ve kabul eden zihniyetler, eşitsizlik sorununun üstüne gitmeyi engelleyecektir. Temelinde karşılıklılık ve dayanışma olan, bazılarının” “ruhani” tutkularımız olarak adlandıracağı içsel niteliklerimize dayalı yeni varsayımlar üzerine kurulacak bir ekonomik çerçeveye ihtiyacımız var.

Bu yazının yazarlarından birinin katkıda bulunduğu Solidarity Economics: Why Mutuality and Movements Matter (Dayanışma Ekonomisi: Karşılıklılık ve Siyasi Hareketler Neden Önemlidir)  adlı kitabın yazarları, birçoklarının neoliberalizm olarak adlandırdığı geleneksel ekonomik öykümüzün son derece hatalı bir dizi varsayım üzerine kurulduğunu açıklamaktadır. İnsanların kendi faydalarını maksimize etmeye çalışan rasyonel, çıkarcı bireyler olduğu ve eşitliği aktif olarak teşvik etmenin ekonomik refahı azalttığı inançları bu hatalı varsayımlar arasındadır.

“Bazılarının ‘ruhani’ tutkularımız olarak adlandıracağı içsel niteliklerimize dayalı yeni varsayımlar üzerine kurulu bir ekonomik çerçeveye ihtiyacımız var.”

Bu varsayımlar bir araya geldiğinde, başkalarının sefaletinin bizim için bir endişe kaynağı olmadığı, aslında onların sefaletinin hayallerimizin başarısı için yakıt olabileceği ruhsuz ve birbirinden kopuk bir dünya tasviri oluşturuyor. Hem günlük meşakkat hem de içten gelen umut ve özlemlerimizin görmezden gelinmesi düşünüldüğünde bu dünyada yaşamanın bu kadar yorucu olmasına şaşmamalı. Aralarında yeni nesil iktisatçıların da bulunduğu gençlerin daha adil ve daha insancıl bir vizyon arayışında olmalarına da şaşmamalı.

At gözlüklerini çıkartmak

Neyse ki bu yeni nesil, geleneksel ekonomik anlatımızın altında yatan varsayımları sorgulamaya devam ediyor ve neoliberal verimlilik ile sonsuz büyüme tanrılarının bizi insan refahına ve gezegenimizin sürdürülebilirliğine dair kaygılar konusunda körleştirdiğine dikkat çekiyor. Yeni araştırmalar eski ezberleri bozuyor. Sözgelimi, ekonomimizdeki işbirliğine dayalı unsurları fark edip güçlendirdiğimizde, daha iyi toplumsal ve ekonomik sonuçlar elde ettiğimiz ortaya çıkıyor.

Uzun zamandır neoliberalizmin simgesi olan ABD’de bile piyasaların artık eskisi gibi olmazsa olmaz olarak görülmediğine dair işaretler var. En son Enflasyon Azaltma Yasası şeklinde ortaya çıkan ve adına rağmen iklim dostu bir geleceğe yatırım yapma taahhüdünü temsil eden sanayi politikaları yükselişte. Ayrıca güç dengesini yeniden kurmaya çalışan işçi hareketleri de revaçta. Örneğin, Kaliforniya’daki hazır yemek çalışanları kısa bir süre önce saatlik asgari ücretlerini 20 dolara çıkaran bir yasa tasarısını kabul ettirirken, geçen yıl greve giren otomobil işçileri, otomotiv şirketlerini elektrikli araçlara geçişten elde edilen kazanımların paylaşımı konusunda sıkıştırmayı başardı.

Mevcut ekonomik örgütlenme biçimlerinin alternatiflerine olan ilgi de giderek artmakta. World Cooperative Monitor’un (Dünya Kooperatif İzlencesi) son raporuna göre, dünyadaki en büyük 300 kooperatif işletmesinin 2021 yılındaki toplam geliri 2,4 trilyon doların üzerinde. Amerika Birleşik Devletleri’nde, soylulaştırma güçlerinin uzun süreli sakinleri yerinden etmesinin önüne geçmek amacıyla ortaya çıkan topluluk arazi vakıfları, başlangıçta kapitalizmi harekete geçiren mülksüzleştirme ve özelleştirme akımlarına karşı koyuyor.

Parçalanmanın ötesinde: Benliğimizin derinliklerine ulaşmak

Yeni politikalar, yeniden canlanan toplumsal hareketler ve küçük ölçekli alternatifler her ne kadar kritik bir öneme sahip olsa da hâlâ doğamızı, büyük ölçüde işbirliğine yatkın varlıklar oluşumuzu elimizden almak üzere tasarlanmış bir sistem içinde yaşıyoruz. İçimizdeki iyiyi serbest bırakmayı ve hedefe yönlendirmeyi gerçekten istiyorsak, anlattığımız öyküler ve inşa ettiğimiz kurumlar dönüştürülmeli. Peki, bizi böyle bir dönüşümden alıkoyan nedir?

Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, statükodan fayda sağlayan ve değişim hareketlerini bastırmak için harekete geçenler iktidarda. Ve statüko neoliberalizm demek olduğundan birbirimize yabancılaşmamız tam da bu güç sahiplerinin işine gelen şey.

“Statükoyu korumak güç sahiplerinin işine geliyor. Ve statüko neoliberalizm demek olduğundan birbirimize yabancılaşmamız tam da bu güç sahiplerinin işine gelen şey.”

Aynı zamanda, muhaliflerin etkileyici öykülerle halkın gönlünü kazanma konusunda başarısız oldukları da bir gerçek. Örneğin Roosevelt Enstitüsü’nün yakın tarihli bir raporunun uyarısına göre, ilerici siyasetçiler ve hareketler alternatif bir ekonomik anlatıyı güçlendirme çabalarında teknik politika önerilerine çok fazla odaklanırken daha derindeki insani ve manevi arzularımıza yeterince önem vermiyorlar.

Bunun aksine, sağcı hareketler ve siyasetçiler insanların yaşadıkları deneyimlerin ve kaygıların kökenindeki unsurlara odaklanarak halkın neoliberalizmin alternatifine olan yaygın özlemini amaçları doğrultusunda yönlendirebildiler. Ancak bunu yaparken ortak noktalarımızla değil, belirli grupların kendilerini ekonomik sistemin tahribatından korumak için nasıl bir araya gelebilecekleri ile ilgileniyorlar. Bunun sonucu Brexit’i, Trump’ı ve Orban’ı getiren yeni popülizmin ortaya çıkışı oldu. Ancak bu siyasi güçlerin gerçek amacı birleştirmek yerine bölmek olduğundan neoliberal düzeni güçlendiren bir ekonomik programın ilerletilmesine yardım ettiler.

Böyle olunca bizi birbirimizden uzaklaştırmaya çalışan güçler üç koldan çalışıyorlar. Modern kapitalist ekonomide gündelik yaşamlarımız yabancılaşma hissiyle şekilleniyor; ekonomi hakkında konuşurken kullandığımız varsayılan anlatı yani neoliberalizm, bu ayrılık duygusunu perçinliyor ve sıkıntılarımızı çözmek için öne çıkan hareketler bir grubu diğeriyle karşı karşıya getirirken toplumun daha da parçalanmasından güç alıyor. Bu çıkmazdan kurtulmanın tek yolu birbirimizle bağlar kurmak ve işbirliği yapma içgüdümüzden faydalanmak.

Metalar yerine bağlantılara odaklanmak

Peki  yeni ekonomik anlatıya hangi değerler yön vermeli?

Bu konuyu tartışabilmek için insanlık olarak bizi yönlendiren duygular ve özellikle de bizim için en önemli olan değerler üstünde düşünmemiz gerekir. Bu, biz iktisatçıların rahatça konuşabildiği bir konu değil. Öyle olsaydı, insanları bedensiz fayda fonksiyonlarına ya da sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket eden kimliği belirsiz kitlelere indirgemezdik. Eşitsizlikten kurtulmanın yolu, bakımın sadece bir meta değil, bir endişe olduğu bir dünyada komşunuzun (veya herhangi birinin komşusunun) evsiz veya aç kaldığını görmenin tahammül edilemez olduğunu üstüne basa basa belirtmekten geçer.

Bir adım daha ileri gidelim. 11 Eylül’den sonra ABD’yi kasıp kavuran yabancı düşmanlığı dalgasıyla mücadele ederek siyasi bir zemin kazanan Sih asıllı Amerikalı aktivist Valerie Kaur, “devrimci sevgi adını verdiği şeyin önemini belirtiyor. Kaur, bize sadece adaletsizliğe karşı direnmek için değil, aynı zamanda ekonomik sistemimizin parçalanmasına neden olan John Powell’ın deyimiyle “ötekileştirme” türlerinden kurtulmamız için de ilham vermek istiyor.

O halde önemli olan, alternatif özverili fedakârlık modelinin (başkalarını gözetmek için kendini bir kenara koymak) peşinde koşmak değil, daha ziyade herkese değer verdiğimizde ne olabileceğimizi öne çıkarmaktır. Gerçekten de başarılı bir işletmenin sırrını araştırdığınızda, çoğu zaman yiğit bir girişimciyi değil, ekiplerin başarılı olmasını sağlayan işbirliği ve anlamlı bağlantılar zihniyetini bulursunuz. Bir toplumun iyi çalışmasını sağlayan şeyin ne olduğunu araştırdığınızda bulacağınız şey muhtemelen kıyasıya bir rekabet değil, ortak bir kader duygusu ve herkesi hayallerini gerçekleştirmeleri için destekleme arzusu (mümkün olduğunca ve her zaman daha iyisini yapmak için çabalayarak) olacaktır.

Yeni bir ekonomi için işbirliğinin insanlığın doğuştan gelen bir özelliği olduğunu anlayan yeni bir iktisada ihtiyacımız var. İşin sırrı, hayata anlam katan şeylerden (para değil karşılıklılık, bireycilik değil karşılıklı bağımlılık, ayrılık değil ilişkili olma) kaçınmamak.

“İşin sırrı, hayata anlam katan şeylerden (para değil karşılıklılık, bireycilik değil karşılıklı bağımlılık, ayrılık değil ilişkili olma) kaçınmamak.”

İnsanlar ve değerlerdense veriler ve regresyonlar konusunda rahat olan bu mesleğin mensuplarından çok şey istiyoruz. Ancak önümüzdeki yıllarda hakkaniyete önem veren iktisatçıların ve siyasetçilerin önündeki mesele de budur: Herkese hizmet edecek bir ekonomi yaratmak istiyorsak, herkesi önemseyen bir toplum yaratmalı ve bizi oraya götürecek öykülerin ve hareketlerin üretilmesine yardımcı olmalıyız.


Not 1: Manuel Pastor ve Alex Balcazar’ın 9 Temmuz 2024 tarihinde LSE Blogunda yayımlanan “To heal our fragmented economic system, we must look to deeper aspects of our human nature” başlıklı yazılarından Barış Soysaraç tarafından çevrilmiştir. Erişim

Not 2: Öne çıkan görsel, Jonathan Borba — Pexels 

Kategori(ler): Görüş Yazıları

Bir yorum

Parçalanmış Ekonomik Sistemimizi İyileştirmek

  1. Anahtar terim bağlantılılık. Ama ekonomide anlaşılan girdi-çıktı, işletmecilikte anlaşıldığı biçimiyle zincir (tedarik ve değer türlerinin her ikisi de) bağlantıları değil, bunlar olmamalı.

    Aklımın erdiği kadarıyla bu bağlantılılığa en yakın düşünüş tarafların dışsallıkları görüşmesi, hesaba katmaktan öte ortaklaşa kararlarla dışsallıklara tarafların ihtiyaçlarından hareket eden yeni biçimler vermek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.